Melih Cevdet Anday’ın Mektuplarında Türk Romanı Eleştirisi

Sözcükler dergisinin 107. (Ocak – Şubat 2024) sayısında Melih Cevdet Anday’ın Fethi Naci’ye yazdığı üç mektuba yer verildi. Mektupların ikisi 1979, diğeri 1986 yılına ait. Anday’ın Naci’ye yazdığı mektupları okurken, Naci’nin cevap mektuplarını da okumak istedim açıkçası. Muhtemelen Sözcükler dergisinin sahibi Turgay Fişekçi’de sadece Anday’ın Naci’ye yazdığı mektuplar var, Naci’ninkiler yok. Muhtemelen diyorum çünkü Fişekçi, mektupları nereden edindiği konusunda derginin girişinde herhangi bir bilgi vermiyor.

Continue reading →

Blog yazarlarına kitap önerileri

“Yazarın işi yazmayı öğrenmektir.” der Jukes Renard. Susan Sontag da “Genellikle okumak yazmaktan önce gelir. Nitekim, yazma dürtüsü neredeyse her zaman okumakla alevlenir.” diyerek okumanın, yazma üzerindeki önemli etkisine vurgu yapar.

Continue reading →

Kitap okuma önceliklerim ve yöntemlerim

2016’nın ilk yazısında yeni yıla dair hedeflerimden biri ‘En az 10 bin sayfa kitap okumak‘tı. Oysa 2015 yılında 6.831 sayfa kitap okurken bu sayı 2016‘da -maalesef- 4.991 sayfaya gerilemiş. Neredeyse iki bin sayfalık bu düşüş ve on bin sayfa hedefime ulaşamamamın ne büyük sebeplerinden biri aslında dijital anlamda daha çok şey okuyor olmam. Nasıl mı? Bunun ayrıntıları -aynı zamanda ne okusam? derdinize de son verecek- kitap okuma önceliklerim ve yöntemlerimi anlattığım yazının devamında. Continue reading →

Kalpakçıoğlu: Fethi Naci, Dev gibi Bir Adamdı!

Türk edebiyatının Nurullah Ataç’tan sonraki en usta eleştirmeni Fethi Naci’nin aramızdan ayrılışının 6. yılında eşi Lale Kalpakçıoğlu, edebiyat dünyasının çekindiği, korktuğu kalemini, Naci’sini anlattı.

Lale Kalpakçıoğlu

Lale Kalpakçıoğlu; Cihangir’deki evi

“Hakîkaten çok zor. Bizimki çok farklı bir evlilikti, inan çok farklı bir evlilikti. Herkes de bunu söylüyor, ‘siz başkaydınız’. Kolum gidiyor gibi bacağım gidiyor gibi. Çok tuhaf bir şey ve sanki dünmüş gibi. 6 yıl bitiyor. 6 yıl düşününce ‘Aa ne 6 yılı!”

Eşi Fethi Naci’nin ardından onsuz geçen altı yılı bu sözlerle özetliyor, Lale Kalpakçıoğlu. O, Moda’da doğup büyüyen genç bir stajyer avukatken hem oğlu hem de dostu gibi sevip sahipleneceği Fethi Naci’nin Lâle’si olur; Aynı zamanda da Fethi Naci’nin önderliğinde toplanan ‘Cuma masası’ sohbetlerine katılabilen tek kadın olacaktır. Continue reading →

Dokunduğumuz Hayatlar Doyamadığımız Yaşamlar

Metrobüslere gün içinde binince istanbul’u bir uçtan bir uca oturarak gitmek, kitabı da keyifle okumak mümkün oluyormuş. Benim suçum sürekli şikayet ettiğim metrobüsü sadece mesai saatleri içerisinde en yoğun olduğu zaman kullanmammış. Yoksa hepsi iyi çocuklar, sakin yolcularmış.

Sabah epey yağmur yağmış İstanbul’a. İstiklal Caddesi’ni ilk defa bu kadar rahat ve güzel görüyorum. Hafif ıslanmış cadde, hem tenha hem de huzurluydu. İstiklal’de yürümekten hiç bu kadar keyif almamıştım.

Çarşamba günü kendisiyle röportaj gerçekleştidiğim Lale Hanım’ın fotoğrafları içime sinmemişti. Röportaj sırasında söylemeyi unuttuğu bir detayı paylaşmak için Cuma akşamı aradığında gelip fotoğraflarını yeniden çekmek istediğimi söyledim; beni kırmadı. Telefonda tarifle evini bulamam diye beni röportajı yaptığımız kafede karşıladı. Hızlı adımlarla küçük dünyasına doğru yol alırken ona yetişemediğimi fark ettim. ‘Lale Hanım ne kadar dinçsiniz, size yetişemiyorum’ dedim; ‘E siz gençler şimdi böylesiniz’ dedi. “O kadar genç değilim oysa” dedim. Kaç doğumlu olduğumu sordu, “81’liyim” dedim. “Doğru o kadar da genç değilmişsin ama bizimle kıyaslayınca baya bir küçüksün’ dedi.

Lale Hanım'ın hediyeleri

Lale Hanım’ın hediyeleri

Kapıda bizi Fethi Naci’yle 2 yıl boyunca aşk yaşayan sekiz yaşındaki kedisi karşıladı. Önüme yüzlerce fotoğraf ve onlarca kitap koydu Lale Hanım. Kitapların hepsinde Fethi Naci’nin kendi el yazısıyla Lale’sine notlar düşülmüştü. Kitap kapaklarındaki o notların, Naci’nin kedisinin ve Lale Hanım’ın fotoğraflarını çektim. Düzenlenmeyi bekleyen yüzlerce fotoğraf sayesinde Naci’nin hatıraları arasında gezinirken çok beğendiğim bir iki fotoğrafının görüntüsünü de aldım. Bunların arasında son çekildiği vesikalık fotoğrafı da bulunuyor. Birkaç ilave sorunun daha cevabını aldıktan sonra Lale Hanım’ın hediye ettiği iki kitap, Naci’nin Yaşar Kemal’le aynı masada olduğu bir fotoğraf ve yine Naci’nin özenle sakladığı siyah beyaz bir dergi fotoğrafıyla yanından ayrıldım.

Cihangir  - İstanbul

Cihangir’in girişimci ruhlu küçük hanımefendileri

Çiseleyen yağmurun altında az önce ayrıldığım evde gezindiğim bambaşka bir dünyanın üzerine düşünürken birkaç metre ilerideki bu küçük hanımefendilerle karşılaştım. “Elinizdeki karpuzlarla sizi çekebilir miyim” diye izin istedim. Sonra Zerrin ve Duygu ile kısa bir sohbete daldık. Selanik balkonlu eski bir evin kapısı önünde kendi yaptıkları kolye ve bilekleri satıyorlardı. Teyzelerinin eviymiş. “Peki çok müşteriniz oluyor mu?” dedim, “günde 10 lira kazanıyoruz” dediler. Öyle ki sattıkları tüm ürünlerde 1’er lira indirim bile yapmışlardı. Bana almak isteyip istemeyeceğimi sorduklarında çoktan bir tane bileklik seçmiştim. ‘Kız arkadaşım yok ama anneme hediye ederim’ dedim.

İstiklal Caddesi'nin İrnalı müzisyeni

İstiklal Caddesi’nin İrnalı müzisyeni

Cezayir sokağından geçip İstiklal’e çıktım yine. Sonra fotoğraftaki İranlı müzisyenle karşılaştım. Birkaç dakika videosunu çektikten sonra yanına gidip ses kaydı almak istediğimi söyledim. En baştan çalmaya başladı. Böylece kafamdaki ‘Yavaşla İstanbul’ videosunun müziği de 1,5 yıldır İstiklal’de çalan bu arkadaş sayesinde ortaya çıktı. Benim yarım yamalak onunsa harika ingilizcesiyle ayak üstü sohbet ettik, Beyoğlu’nda arada iki yerde çaldığını anlattı. Ona e-vren günlüğü kartını verip oradan uzaklaşırken sanatını kaldığı yerden icra etmeye başladı. (İstiklal’den gelir geçerken bu genç arkadaşı mutlaka görürsünüz, selamımı iletin.)

Her sabah yeni bir hayata uyanıyoruz. Her sabah yeni bir İstanbul’a uyanıyoruz. Hayat, son nefes’e doğru hızla tüketirken zamanı, çok şeyi kaçırıyoruz dijital ekranlar karşısında. İstanbul’u televizyondan seyrediyoruz; hüzün dolu hayatları gazetelerden okuyor; aç kalmanın ne demek olduğunu sadece yarışma programından ibaret sanıyoruz. Ölenler gerçekten ölüyor; yaşam bir bilgisayar oyunu değil. Dokunabildiğimiz kadar çok hayata dokunmalı, Sait Faik’in kaleminden de hikayeler okumalıyız elbette ama çevremizdeki insanlardan da kendi hikayelerini de dinleyebilmeliyiz. Bizimle kalacak olan ürettiğimiz, dokunduğumuz, hissettiğimiz ve gerçekliğine ‘iman’ ettiğimiz şeyler.

Evren’i + Sosyal Ağlarda Takip Et

Roman Eleştirisinin Kralı: Fethi Naci

yazının gül dikeni, fethi naci, hürriyet yaşar

Fethi Naci‘nin anılarından oluşan ‘Anılar Kitabı’nın ardından onun dünyasında gezinmeye devam ediyorum. Önümüzdeki günlerde eşi Lale Hanım’la Fethi Naci hakkında konuşmak amacıyla bir araya geleceğimiz için Naci ile ilgili yüzlerce sayfa kitabı ve onlarca makaleyi okuyup notlar alıyor; sorular çıkarıyorum. Benim için büyük bir heyecan vesilesi olan buluşmaya günler kala Hürriyet Yaşar imzasını taşıyan ‘Yazının Gül Dikeni’ adlı armağan kitabı okurken aldığım notları paylaşmak istedim. Kitapta 33 ismin Naci hakkındaki değerlendirmelerine yer veriliyor.

‘Örnek Eleştirmen’ başlıklı yazısında Tahsin Yücel, Naci için Nurullah Ataç‘tan sonraki en önemli eleştirmen ifadesini kullanıyor. Ancak Naci’nin Ataç’la aynı eleştiri anlayışını paylaşmadığına da satır arasında yer veriyor.

Yiğit Bener ise yargıları gündemi belirleyen Naci ile Ataç arasında benzerlik kuruyor ve Naci’nin kendisinden önceki dönemde edebiyat dünyasına yön veren Ataç’ınkine benzer bir ‘iktidar’ konumuna yerleşmiş etkili bir eleştirmen olduğunu söylüyor. Naci’nin bazen eleştiriden bezdiğini, eleştirinin nankör bir iş olduğunu söylediğini aktaran Bener’e göre edebiyat dünyasındaki hırçın kavgaların, küskünlüklerin ve benmerkezci sevgilerin ardında sürekli övülme ve onaylanma beklentisi vardır. Naci’nin en çok izlenen eleştirmen konumunda olduğunu yazar Bener. Ancak bu durum onun sorumluluk duygusunu fazlasıyla pekiştirince Naci, kendisini eleştiri uğraşından soğutacak sevimsiz bir tuzağa düşecektir. Naci’nin eleştirmenlik dışında kendi yapıtlarının gereken ilgiyi görmediğinden dolayı yazmayı planladığı iki kitabını yazmaktan vazgeçtiğini aktaran Bener, Naci’nin binlerce baskı yapan roman ve hikaye kitaplarının okunmadığı ülkede bunlar için yazılmış eleştiri ve incelemelerin okunmamasını doğal karşıladığını belirtir.

“Fethi Naci denince İnsan Tükenmez’i hatırlarım” der Eray Canberk de yazısında ve Naci’nin bir yazısının başlığı olan ‘İnsan Tükenmez’in Fazıl Hüsnü Dağlarca‘nın bir şiirinden alıntıladığı bilgisini paylaşır. Canberk’e göre Naci, iktisat fakültesi mezunu olduğu için edebiyata bakışında ve yorumlarında iktisat bilimi ve tarihi konusundaki donanımının büyük katkısını görmüştür.

‘Onun kadar ağzına küfür yakışan birini tanımadım’ diyor Cemal Kavukçu. Ona göre o küfürler Naci’nin ses tonu ve mimikleriyle bayağı olmaktan çıkıyor, başka bir biçime bürünüyor.

Tevfik Çandar, Naci’nin “Türkiye’nin gerçek tarihi romanlarda gizlidir.” sözüne yer verdiği yazısında onun Ahmet Altan için ‘iğreniyorum’ dediğini de aktarır.

Naci Güçhan, hocası Fethi Naci’nin en büyük Türk romancısının Ahmet Hamdi Tanpınar olduğuna inandığını belirttiği yazısını hatırlatıyor ve Naci için ‘zaman zaman yeniden okumak istediği tek Türk romancısının Tanpınar olduğunu vurguluyor.

“Fethi Naci’den söz etmeden Türk yazınının son elli yıllını anlatabilir misiniz?” sorusuyla başladığı yazısında Oğuz Demiralp, Naci’nin serbest deneme ve anılarına bakıldığında şair tabiatlı olduğunun anlaşıldığına ancak onun roman ve öykü eleştirmenliğini yeğlediğini belirtiyor.

Adnan Binyazar da Naci’den bahsederken Ataç’ı anar. Ona göre Naci’nin eleştiri nesnelliğinden bahsederken Ataç’ın eleştiri dünyasına uğramadan olmaz. Binyazar, Naci’nin öfkesinden, dostlarına kardeş ilişkisiyle bağlı olmasından ve hatta onları kıracak şiddetteki kesin yargılarından dem vurur. Bu yönleriyle Naci, Ataç eleştiri geleneğinin bir sürdürücüsüdür. İnsan ilişkilerinde son derece öznel olan Naci,  eleştirisinde de bir o kadar nesneldir. Binyazar,  tam da bu satırların devamında Naci’nin çok da kırılgan olduğu notunu düşer. Binyazar’a göre Naci’nin öne çıkardığı öykücü Sait Faik Abasıyanık, romancı ise Yaşar Kemal‘dir.

Hüseyin Peker de yazısında Fethi Naci’nin bazı yazar ve şairlere dair oldukça keskin yargılarına yer veriyor. Naci’nin Tevfik Fikret için ‘iyi bir şair değildi’ dediğini aktaran Peker, Tanpınar’ın da fazla önemsenecek bir şair olmadığını söyler. İkinci Yeni şairleri içinde Turgut Uyar ve Melih Cevdet Anday‘ı beğenir. Naci için Hilmi Yavuz ise böbürlenmelerinden dolayı yaklaşılmaması gereken biridir. Yaşar Kemal”in İnce Memed de dahil bazı romanlarının dili kupkurudur. Yakup Kadir Karaosmanoğlu ve Halide Edip Adıvar da Naci için en kötü yazan iki romancıdır. Romancılıkta o, Reşat Nuri Güntekin‘i ön plana çıkarır. Severek andığı okul arkadaşı Özdemir Asaf‘ın fakülteyi bitirmesi için çok uğraşan Naci için Asaf, akıl almaz biridir.

Naci için ‘insanın insanla yaşadığının en kuvvetli delillerinden biri’ de Haydar Ergülen. Kaan Arslanoğlu‘na göre de o ‘roman eleştirisinin kralı’dır; aynı zamanda da kendisinin Naci’nin en sevdiği on romancıdan biri olduğunu söyler. En sevdiği on romancının kimler olduğu sorusuna karşılık Naci, “Halit Ziya Uşaklıgil, Reşat Nuri Güntekin, Ahmet Hamdi Tanpınar, Yusuf Atılgan, Yaşar Kemal, Adalet Ağaoğlu, Oğuz Atay, Ferit Edgü, Orhan Pamuk ve Kaan Arslanoğlu” isimlerini sıralayacaktır.

Süreyya Berfe, Naci’nin ezberinde çok fazla şiir olduğuna dikkat çeker ve ‘Yazsaydı, bazı şairlerden daha iyi şair olurdu’ der.

Kitabın sonlarına doğru Kaan Arslanoğlu’nun Turhan Günay‘la Fethi Naci üzerine gerçekleştirdiği fotoğraflı bir söyleşi yer alıyor. Günay, o söyleşi de Naci’nin kızı Deniz’i kaybettikten sonra kendini ölesiye içkiye verdiğini ve en korktuğu şey olan büyük bir yalnızlığa düştüğünü anlatıyor. Günay, Naci’nin intihar girişimini ise şu cümlelerle aktarıyor:

“Uzun süre içip içip ölmeyince, bir gün, Bodrum’da iki şişe rakıyı kafaya dikmiş. Sonra ölmek amacıyla kendini denize atmış. Denizde fark etmiş ki kıyıya doğru yüzmeye çalışıyor. O zaman ‘Sen ölmeyeceksin’ demiş kendi kendine. ‘Git, çalış.’ Çalışarak tekrar hayata tutunmuş. O çalışmayla 100 Soruda Türkiye’de Roman ve Toplumsal Değişme’yi yazmıştı.”

Günay, ’36 edebiyatçıyla küs öldü’ dediği Naci’nin insanlara hiç küsmediğini, eleştirilerinden dolayı edebiyatçıların ona küstüğünü ve ilişkilerinin hep bu yüzden koptuğunu söylüyor. Öyle ki Naci, bu duruma çok üzülür. Sert eleştirdiği yazarları gördüğünde onlara çok içten davranan bir insandır. Üstelik Günay, o edebiyatçılardan bazılarının bugün “Türkiye’de eleştiri bitti, Feth Naci’den sonra eleştirmen yok” dediklerini de hatırlatır.

Okuyun: Gelinciklerle Karşılanan Baba: Fethi Naci

Evren’i + Sosyal Ağlarda Takip Et

Gelinciklerle Karşılanan Baba: Fethi Naci

Fethi Naci - evrengunlugu.net

Elif Şafak, vefatından tam bir ay sonra (30 Ağustos 2008) Türk edebiyatının Nurullah Ataç’tan sonraki en büyük eleştirmeni Fethi Naci’nin ardından şu satırları kaleme alacaktır:

“Muhakkak ki uzun senelerini edebiyata adamış, bu alanda haklı bir ün yapmış Fethi Naci’nin yokluğu önemli bir boşluk yaratacaktır.”

Ancak Naci,  “Edebiyat okurlarının bellekleri pek güçlü değildir. Ve unutmaya hazırdırlar.” diye düşünmektedir. Oysa 2008 yılından bu yana onun yeri hâlâ doldurulamamış, Fethi Naci ismi edebiyat dünyasında unutulmamıştır.

Maddi sıkıntılara rağmen çocuğunu okutmaya çalışan bir babanın oğludur o. Kendisini üniversiteye gönderebilmek için çamaşır teknesini satan babası Fethi Aga’nın adını yıllar sonra kendi isminin başına ekleyecektir Naci Kalpakçıoğlu. Lise sıralarındayken edebiyatla her zaman içli dışlı olan, yazıp çizen Naci, öylesine ince fikirli bir delikanlıdır ki vefat eden matematik öğretmeninin ardından yazdığı yazıya “Hocamız öldüğü için bayraklar yarıya indirilmedi ama…” cümlesiyle başlar; edebiyat öğretmeni o cümleyi çok sever. Çok düşkün olduğu babaannesinin ölümünün ardından kaleme aldığı yazısı da kariyerinde bir gazetede yayımlanan ilk yazısı olacaktır. Takvimler 1960 senesini gösterdiğinde ise Giresun’un yoksul Naci Kalpakçıoğlu’su, Fethi Naci olarak Türk edebiyatının en beğenilen eleştirmeni seçilecektir.

Lise son sınıfta ailesinin ona gönderebildiği aylık 10 lirayla geçinmek zorunda kaldığında yaşadığı sıkıntıları unutmaz; para kazanmaya başladıktan sonra yemek yediği her lokantada 10 lira bahşiş bırakır. Montaigne’nin Denemeler’ini okurken kendi çalışma odasından bahsettiği satırları imrenerek okuduğundan bahseder; hayalini kurduğu bir çalışma odası ve çalışma masasına kavuştuğunda ise yaşı 35’tir. Edebiyatın usta kalemi, yazılarını bundan böyle yemek masası üzerinde yazmayacaktır. Bunu da anılarında çocuksu bir heyecanla kaleme alır.

Çiçeklerden en çok gelincikleri sever, her mayıs ayında Çamlıca Tepesine çıkar yüzlerce gelinciği görmek için. Ege yollarında gelincik tarlalarından geçerken yanındakilere büyük bir heyecanla en sevdiği çiçekleri gösterir. Aynı zamanda gelincikler ona, kaybettiği kızı Deniz’i de anımsatır. Evlat acısını çok derin yaşayan bir babadır o. Gelinciklerin kendisine artık heyecan vermediğini ve kızının ardından yaşadığı özlemle dolu büyük acıyı anılarında şu cümlelerle anlatır:

“… gelincikler açıyor, “Fakat içimde şarkı bitti”… Özlem gitgide daha dayanılmaz oluyor: “Sakın üzülme, burada çok var, senin için epey topladım, akşama getiririm baba…”

“Sonra, 24 Aralık 1976’da her şey bitti. Şimdi artık bir ben var bende benden içeri: Deniz, güzelim benim, yalnızım, üzerinde güller açan kızım… Acıyı yaşadım ben ve yalnızlığı, sevgisizliği. Bir, ölüm kaldı, o da umurumda değil: Ölüm yaşanmıyor ki…”

Naci’nin kızına duyduğu hasret 32 yıl sonra sona erecektir. 23 Temmuz 2008 tarihinde vefat ettiğinde anılarında da yazdığı gibi kızının kendisi için topladığı gelinciklerle babası Naci’yi karşılamış olduğunu ümit ediyorum.

Evren’i + Sosyal Ağlarda Takip Et