(3+1) Erhan Genç: Yazar Adayı, Nereye Yaslanacağını Bilmiyorsa Nereye Yaslanmayacağını Bilmeli

3+1 yazı dizisinin beşinci kalemi, Türk Edebiyatı dergisi yazı işleri müdürü Erhan Genç. Genç; Hüseyin Su ve İbrahim Yıldırım‘ın Türk öykücülüğüne, Semih Gümüş‘ün de edebiyat ödüllerine dair eleştirilerini yorumlarken Süreyya Berfe‘nin Cahit Zarifoğlu üzerinden edebiyat dünyasına yönelttiği soruya cevap aradı.

Hüseyin Su: Bir Türk öykücüsünün ‘öykü kültürü’ ve ‘öykü bilinci’ Batılı yazarlardan okuduğu çeviri metinlerle kurulamaz. Birkaç ünlü yazarın adını ve eserlerini anarak varsayılan sahte bir özgüvene yaslanılamaz.

Erhan Genç: Laf arasında, olur olmadık yerde ünlü yazarlardan ve eserlerinden söz açanlara karşı her zaman temkinli yaklaşırım. Özellikle sadece alıntı yapıyorsa ve “filanca kitabı/yazarı okudun mu?” diye soruyorsa ya kendindeki bir eksikliği kapatmaya ya da kendini bir şekilde ön plana çıkarmaya çalışıyordur, diye düşünürüm. Bunu düşündüren biri, “okur” ise bir yere kadar anlaşılabilir fakat eğer bir de yazmakla ilgili biriyse durum vahimdir bana göre. Bir yazar adayı nereye yaslanacağını bilmiyorsa da nereye yaslanmayacağını bilmelidir. 

Hüseyin Su’nun, “öykü kültürü” ve “öykü bilinci” olarak nitelendirdiği kavramlar ile Türk öykücüsünün üzerine güvenerek basabileceği ve eserlerini inşa edeceği sağlam bir zemini kastettiğini düşünüyorum. Bu zemin, sadece Türk öykücüsü için değil, hangi milletten olursa olsun, öykücünün yetiştiği topraklardır. Elbette yazar, yazdığı coğrafyadan ayrı düşünülemez ve eğer bir hareket yapacaksa bunun dayandığı nokta kendi coğrafyası olmalıdır. Türk öykücüsü, iğnesini kendi toprağına batırdıktan sonra pergelin diğer ayağını istediği yere açabilir. Nerelere uzanabileceği, nerelerden beslenebileceği ise pergelinin büyüklüğüne yani kendisini yetiştirmesine bağlıdır.

İbrahim Yıldırım: Bence öykü, Türk edebiyatının harika çocuğudur. Evet harikadır, çünkü edebiyatımızın en seçkin örnekleri bu türde verilmiştir. Öte yandan sürekli evrim halinde olduğu, sürekli geliştiği ve onun bu eğilimi sonlanmayacağı için daima çocuk olarak kalacaktır.

Erhan Genç: Öykü, Türk edebiyatının harika çocuğu mudur bilmiyorum ama edebiyat sınıfımızın en gözde öğrencilerinden biri olduğunu söyleyebilirim. Gözde öğrenciler işini iyi bilen bir öğretmenin elinde sınıf ortamını kaliteli hale getirirken, sınıf yönetimi konusunda eksik öğretmenin elinde ise sınıf ortamını bozan aktör haline gelebilir. Öykünün gözde olmasının sebebini edebiyatımızın en seçkin örneklerinin bu türde verilmiş olması olarak göstermek belki onu biraz şımartmak olur. Dolayısıyla öyküye böyle yaklaşmak zaman içinde onu aşağıya çekebilir. 

Öykü, kendisinde var olan kıvraklık ve yenilenebilir olma hali sayesinde iyi öykücülerin elinde edebiyat ortamını daha da kaliteli hale getiren bir gözde öğrenci olarak hayatına devam edecektir.

Semih Gümüş: Ödül kurumunun sahteciliği biliniyorken, genç yazarlar niçin ödüllerin peşine düşer? Kendilerini çaresiz gördükleri için. Oysa bu çaresizliği aşabilenler yazarlık yolunda yürüyecektir.

Erhan Genç: Evet, ödül kurumlarının sahteciliğini biliyoruz. Evet, bir yazar adayı ödül kurumlarını aşabilmeli. Yazdıklarına ve yazacaklarına odaklanmalı. Ödül için yazmaya çalışmak yerine yazdıklarından dolayı ödüllendirilmeyi beklemeli. Fakat “genç yazar”lık tarifinin altında tutku, çalışmak, heves, hayal… olduğu kadar ödüllerle ilgili hayal kurmak ve ödüllerin peşinde koşmak da vardır. Hangimiz o kapıları beklemeden aşabildik ki yazarlık yolunu. Hayatın bazı dönemleri gibi o günler de yaşanmadan geçilmiyor işte. 

Semih Gümüş, -belki de genç yazarları kamçılamak için- ödül kurumlarının peşine düşmelerini çaresizlik olarak nitelendirse de bence –bir zaman- ödül kurumlarının kapılarında beklemek de “genç yazar”lığa dahil.

+1

Süreyya Berfe: Cahit Zarifoğlu’nu bugün onu çok anan çevrelerde bir karşılığı var mı? Okunmuyor… Anlaşılamıyor… Bu kadar mı tükenildi? Nasıl böyle boş olduk?

Erhan Genç: Sadece Cahit Zarifoğlu’nu değil, birçok değerli ismi okumadan, anlamadan sadece anar olduk. Bugün maalesef bazı yazarların insanlardaki karşılığı, ya “Bu yazarı anmak koltuğumu mu sağlamlaştırır, ayağımı mı kaydırır?” ya da “Ne kadar like getirir, kaç rt alır?” hesapları oldu. Yazarları eserleriyle ve biyografileriyle değil de sadece isimleriyle tanıdığımız için ölüm yıldönümlerinde güzel fotoğrafları ve afili cümleleriyle tweetler/storyler atarak onlar üzerinden kendimizi pazarlar hale geldik. O tweetlerin ve storylerin alt metninde ise her şeyden haberdar olduğunu belirtip görünür olma/kalma isteği var. Evet, bu kadar tükenildi. 

Edebiyatçıların Edebiyatı

Çalışma masamın üzerinde epey bir süredir duran ve her akşam sindire sindire okuduğum bir çalışmaydı Yüz Yüze Konuşmalar – Yaşayan Edebiyat. Henüz birinci cildini bitirdiğim ve ikincisini okumak için sabırsızlandığım kitap, Telif Hakları Derneği tarafından hazırlandı ve Temmuz 2018’de Grand Pera Emek Sahnesinde yapılan davette katılımcılara hediye edildi. İçinde 50 edebiyatçının, yine 50 edebiyatçı tarafından kendileriyle yapılan söyleşiler yer alıyor. Bu anlamda çok kıymetli.

Continue reading →

Roman Eleştirisinin Kralı: Fethi Naci

yazının gül dikeni, fethi naci, hürriyet yaşar

Fethi Naci‘nin anılarından oluşan ‘Anılar Kitabı’nın ardından onun dünyasında gezinmeye devam ediyorum. Önümüzdeki günlerde eşi Lale Hanım’la Fethi Naci hakkında konuşmak amacıyla bir araya geleceğimiz için Naci ile ilgili yüzlerce sayfa kitabı ve onlarca makaleyi okuyup notlar alıyor; sorular çıkarıyorum. Benim için büyük bir heyecan vesilesi olan buluşmaya günler kala Hürriyet Yaşar imzasını taşıyan ‘Yazının Gül Dikeni’ adlı armağan kitabı okurken aldığım notları paylaşmak istedim. Kitapta 33 ismin Naci hakkındaki değerlendirmelerine yer veriliyor.

‘Örnek Eleştirmen’ başlıklı yazısında Tahsin Yücel, Naci için Nurullah Ataç‘tan sonraki en önemli eleştirmen ifadesini kullanıyor. Ancak Naci’nin Ataç’la aynı eleştiri anlayışını paylaşmadığına da satır arasında yer veriyor.

Yiğit Bener ise yargıları gündemi belirleyen Naci ile Ataç arasında benzerlik kuruyor ve Naci’nin kendisinden önceki dönemde edebiyat dünyasına yön veren Ataç’ınkine benzer bir ‘iktidar’ konumuna yerleşmiş etkili bir eleştirmen olduğunu söylüyor. Naci’nin bazen eleştiriden bezdiğini, eleştirinin nankör bir iş olduğunu söylediğini aktaran Bener’e göre edebiyat dünyasındaki hırçın kavgaların, küskünlüklerin ve benmerkezci sevgilerin ardında sürekli övülme ve onaylanma beklentisi vardır. Naci’nin en çok izlenen eleştirmen konumunda olduğunu yazar Bener. Ancak bu durum onun sorumluluk duygusunu fazlasıyla pekiştirince Naci, kendisini eleştiri uğraşından soğutacak sevimsiz bir tuzağa düşecektir. Naci’nin eleştirmenlik dışında kendi yapıtlarının gereken ilgiyi görmediğinden dolayı yazmayı planladığı iki kitabını yazmaktan vazgeçtiğini aktaran Bener, Naci’nin binlerce baskı yapan roman ve hikaye kitaplarının okunmadığı ülkede bunlar için yazılmış eleştiri ve incelemelerin okunmamasını doğal karşıladığını belirtir.

“Fethi Naci denince İnsan Tükenmez’i hatırlarım” der Eray Canberk de yazısında ve Naci’nin bir yazısının başlığı olan ‘İnsan Tükenmez’in Fazıl Hüsnü Dağlarca‘nın bir şiirinden alıntıladığı bilgisini paylaşır. Canberk’e göre Naci, iktisat fakültesi mezunu olduğu için edebiyata bakışında ve yorumlarında iktisat bilimi ve tarihi konusundaki donanımının büyük katkısını görmüştür.

‘Onun kadar ağzına küfür yakışan birini tanımadım’ diyor Cemal Kavukçu. Ona göre o küfürler Naci’nin ses tonu ve mimikleriyle bayağı olmaktan çıkıyor, başka bir biçime bürünüyor.

Tevfik Çandar, Naci’nin “Türkiye’nin gerçek tarihi romanlarda gizlidir.” sözüne yer verdiği yazısında onun Ahmet Altan için ‘iğreniyorum’ dediğini de aktarır.

Naci Güçhan, hocası Fethi Naci’nin en büyük Türk romancısının Ahmet Hamdi Tanpınar olduğuna inandığını belirttiği yazısını hatırlatıyor ve Naci için ‘zaman zaman yeniden okumak istediği tek Türk romancısının Tanpınar olduğunu vurguluyor.

“Fethi Naci’den söz etmeden Türk yazınının son elli yıllını anlatabilir misiniz?” sorusuyla başladığı yazısında Oğuz Demiralp, Naci’nin serbest deneme ve anılarına bakıldığında şair tabiatlı olduğunun anlaşıldığına ancak onun roman ve öykü eleştirmenliğini yeğlediğini belirtiyor.

Adnan Binyazar da Naci’den bahsederken Ataç’ı anar. Ona göre Naci’nin eleştiri nesnelliğinden bahsederken Ataç’ın eleştiri dünyasına uğramadan olmaz. Binyazar, Naci’nin öfkesinden, dostlarına kardeş ilişkisiyle bağlı olmasından ve hatta onları kıracak şiddetteki kesin yargılarından dem vurur. Bu yönleriyle Naci, Ataç eleştiri geleneğinin bir sürdürücüsüdür. İnsan ilişkilerinde son derece öznel olan Naci,  eleştirisinde de bir o kadar nesneldir. Binyazar,  tam da bu satırların devamında Naci’nin çok da kırılgan olduğu notunu düşer. Binyazar’a göre Naci’nin öne çıkardığı öykücü Sait Faik Abasıyanık, romancı ise Yaşar Kemal‘dir.

Hüseyin Peker de yazısında Fethi Naci’nin bazı yazar ve şairlere dair oldukça keskin yargılarına yer veriyor. Naci’nin Tevfik Fikret için ‘iyi bir şair değildi’ dediğini aktaran Peker, Tanpınar’ın da fazla önemsenecek bir şair olmadığını söyler. İkinci Yeni şairleri içinde Turgut Uyar ve Melih Cevdet Anday‘ı beğenir. Naci için Hilmi Yavuz ise böbürlenmelerinden dolayı yaklaşılmaması gereken biridir. Yaşar Kemal”in İnce Memed de dahil bazı romanlarının dili kupkurudur. Yakup Kadir Karaosmanoğlu ve Halide Edip Adıvar da Naci için en kötü yazan iki romancıdır. Romancılıkta o, Reşat Nuri Güntekin‘i ön plana çıkarır. Severek andığı okul arkadaşı Özdemir Asaf‘ın fakülteyi bitirmesi için çok uğraşan Naci için Asaf, akıl almaz biridir.

Naci için ‘insanın insanla yaşadığının en kuvvetli delillerinden biri’ de Haydar Ergülen. Kaan Arslanoğlu‘na göre de o ‘roman eleştirisinin kralı’dır; aynı zamanda da kendisinin Naci’nin en sevdiği on romancıdan biri olduğunu söyler. En sevdiği on romancının kimler olduğu sorusuna karşılık Naci, “Halit Ziya Uşaklıgil, Reşat Nuri Güntekin, Ahmet Hamdi Tanpınar, Yusuf Atılgan, Yaşar Kemal, Adalet Ağaoğlu, Oğuz Atay, Ferit Edgü, Orhan Pamuk ve Kaan Arslanoğlu” isimlerini sıralayacaktır.

Süreyya Berfe, Naci’nin ezberinde çok fazla şiir olduğuna dikkat çeker ve ‘Yazsaydı, bazı şairlerden daha iyi şair olurdu’ der.

Kitabın sonlarına doğru Kaan Arslanoğlu’nun Turhan Günay‘la Fethi Naci üzerine gerçekleştirdiği fotoğraflı bir söyleşi yer alıyor. Günay, o söyleşi de Naci’nin kızı Deniz’i kaybettikten sonra kendini ölesiye içkiye verdiğini ve en korktuğu şey olan büyük bir yalnızlığa düştüğünü anlatıyor. Günay, Naci’nin intihar girişimini ise şu cümlelerle aktarıyor:

“Uzun süre içip içip ölmeyince, bir gün, Bodrum’da iki şişe rakıyı kafaya dikmiş. Sonra ölmek amacıyla kendini denize atmış. Denizde fark etmiş ki kıyıya doğru yüzmeye çalışıyor. O zaman ‘Sen ölmeyeceksin’ demiş kendi kendine. ‘Git, çalış.’ Çalışarak tekrar hayata tutunmuş. O çalışmayla 100 Soruda Türkiye’de Roman ve Toplumsal Değişme’yi yazmıştı.”

Günay, ’36 edebiyatçıyla küs öldü’ dediği Naci’nin insanlara hiç küsmediğini, eleştirilerinden dolayı edebiyatçıların ona küstüğünü ve ilişkilerinin hep bu yüzden koptuğunu söylüyor. Öyle ki Naci, bu duruma çok üzülür. Sert eleştirdiği yazarları gördüğünde onlara çok içten davranan bir insandır. Üstelik Günay, o edebiyatçılardan bazılarının bugün “Türkiye’de eleştiri bitti, Feth Naci’den sonra eleştirmen yok” dediklerini de hatırlatır.

Okuyun: Gelinciklerle Karşılanan Baba: Fethi Naci

Evren’i + Sosyal Ağlarda Takip Et