Aydın’ın Yaşayan En Ünlü Efesi!

evrengunlugu.net © 2010

Şimdi hâlihazırda Aydın’ın en meşhur, en yaşlı efesi benim. Beni tanımayan mı var zaten!

Bu sözlerin sahibi, tartışılmaz bir şekilde Aydın’ın en renkli ve tanınan efesi 1928’li Talat ARZUHAN’a ait. 82 yıllık ömrünün neredeyse tamamını efelik ruhuna harcamış bu yaşayan tarih sadece Aydınlı bir efe değil, bir şair, bir Atatürk sevdalısı, bir tarih koleksiyoncusu. Öyle ki katıldığı her program veya etkinlikte mutlaka şiirler okuyor ve bunların büyük çoğunluğu kendi kaleminden dökülüyor. O, valilerden belediye başkanlarına kadar herkesin illa ki tanıdığı saygı duyulan bir şahsiyet; Aydın’daki efe derneklerinin temelini atan isimlerden… İçtenliği ve güler yüzlülüğünün yanında saatler süren sohbetimiz ve sonrasındaki fotoğraf çekimi sırasında Aydın’la ilgili bazı konularda sinirlendiği de oldu. 7 Eylül kutlamalarında silah atışının yasaklanmasından sessiz sedasız çekilen Çete Ayşe filmine, Aydın Tekstil’in başına gelenlerden kadın efe olur mu? tartışmalarına kadar birkaç konuda söyleyecekleri vardı yaşayan en yaşlı efe Talat Efe’nin.

Continue reading →

2010 KPSS Skandalının Anatomisi

Son 11 Yılın En Büyük Skandalı: KPSS

{Evren’in Aydın Life Dergisi Eylül-Ekim 2010 sayısındaki yazısıdır}

39 ay aradan sonra tekrar merhaba değerli Aydın Life okurları. e-vren günlüğü köşesiyle sizlerle buluştuğum Aydın Life sayfalarının 2010 yılının ikinci yarısında yeniden hayat bulmasından dolayı çok mutlu ve heyecanlıyım. Her sayıda özenle seçtiğim konulara Aydın Life’ın yeni yüzünde ilk olarak neyi  ekleyeceğimi çok düşündüm. Sonunda benim de bizzat mücadele verdiğim KPSS gerçeğinin bu yıl   akıllara durgunluk veren ve bir skandala dönüşen rezaletini kaleme almaya karar verdim.

 ***

Hiçbir kamu personeli sınavı adından bu denli söz ettirmemişti. Sokaktaki sıradan insanın bile diline dolanan bugünkü KPSS rezaletiyle ilgili konuya girmeden önce KPSS’nin tarihçesine kısaca bir göz atalım:

KPSS, bundan 11 yıl önce Ekim 1999’da DMS (Devlet Memurluğu Sınavı) olarak hayatımıza girdi. Aralık 1999’da ise 2010 KPSS skandalında şimşekleri en çok üzerine çeken kurum olan ÖSYM’ye DMS’yi uygulama yetkisi verildi ve o gün bugündür bu görev kesintisiz devam etti. Türk insanı ülkenin genelini ilgilendiren merkezi sınavların isminin değiştirilmesine alışkındı. DMS için de öyle oldu: Temmuz 2001’de yeni ismiyle uygulanan KMS’ye (Kamu Memurluğu Sınavı) ilk kez öğretmen adayları da girmeye başladı. Bir yıl sonra Temmuz 2002’de KPSS, bu son ismiyle uygulanır oldu.

11 yıl önce elindeki diplomayla üniversite kapısından “öğretmen” olarak çıkanlar bugün KPSS ile gelinen noktada “öğretmen adayı” olarak kampüs dışındaki hayata adım atıyorlar. Üstelik bu adım çoğunlukla fakülte amfilerinden KPSS kurslarının sıralarına oluyor.

“Anayasa Değişiklik Paketi” için yapılacak referandumu bile gölgede bırakıp gündemin ilk sırasına oturan 2010 KPSS’nin baş döndüren skandal trafiğini de kısaca hatırlayalım:

10-11 Temmuz 2010: KPSS uygulandı. Özellikle Eğitim Bilimleri sınavına giren öğretmen adayları bugüne kadar görülmemiş tarzda ve zorluktaki sorular karşısındaki ilk şoku yaşadı.

11 Ağustos 2010: KPSS sonuçları açıklandı. Adaylar ikinci şoku yaşadı. Puanlar beklenenden çok düşüktü. Kiminin netleri eksik, kiminin yanlışları fazlaydı. Hatta çözmediği alandan doğrusu yanlışı olduğunu iddia edenler bile vardı.

17.08.2010: KPSS’de puanların yanlış hesaplandığı iddia edildi.

18.08.2010: ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Ünal Yarımağan, sınavda kesinlikle hiçbir hata olmadığını, adayların bir kaşık suda fırtına kopardığını açıkladı.

19.08.2010: ÖSYM, 2010 KPSS hakkında ortaya atılan iddialar üzerine inceleme başlatma kararı aldığını açıkladı.

20.08.2010: 350 kişinin KPSS’nin Eğitim Bilimleri sorularının tamamını doğru yanıtladığı belirlendi. Bugüne kadar Eğitim Bilimleri sorularında tam net yapan olmamıştı.

21.08.2010: Eğitim Bilimleri’nde 120’de 120 yapan 350 kişiden en az 20’sinin karı-koca, akraba veya arkadaş olduğu anlaşıldı.

22.08.2010: Milli Eğitim Bakanlığı, kopya ve çalıntı iddialarına rağmen 31 Ağustos’taki öğretmen atamalarının iptal edilmeyeceğini bildirdi.

23.08.2010: Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, KPSS’de “kopya çekildiği ve soruların çalındığı” iddialarıyla ilgili soruşturma başlattı.

24.08.2010: ÖSYM Başkanı Prof.Dr.Ünal Yarımağan, kopya çektiği iddia edilen adaylarla ilgili tüm verileri incelediklerini ancak bir sonuca varamadıklarını, bundan sonra olayı savcılığın aydınlatacağını açıkladı.

26.08.2010: Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, KPSS skandalına el koydu; Devlet Denetleme Kurulu’nu iddiaları araştırması için harekete geçirdi.

28.08.2010: Türk Eğitim-Sen, KPSS sorularının ham halinin sınavdan 5 gün önce e-postayla dağıtıldığını tespit ettiklerini iddia etti.

29.08.2010: YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, birbirleriyle ilişkileri olduğu tespit edilen 3 bin 227 KPSS katılımcısını yakın takibe aldıklarını açıkladı.

30.08.2010: MEB, KPSS ile ilgili iddialar konusunda durum netleşinceye kadar 31 Ağustos’ta yapılacak öğretmen atamalarını ileri bir tarihe erteledi.

31.08.2010: Sınavda şebeke tarafından dışarı çıkartılan soruların sadece Eğitim Bilimleri’ni kapsamadığı, Genel Yetenek ve Genel Kültür olmak üzere sınavın başka bölümlerinde de soruların sızdırıldığı belirlendi.

01.09.2010:

YÖK Denetleme Kurulu, “Sorular sızdırılmış olabilir” kanaati ağır basarak KPSS için “kopya olabilir.” açıklamasını yaptı.

CHP, KPSS için “Meclis Araştırması” istedi.

Ankara Emniyeti Bilişim Uzmanları ÖSYM’ye baskın düzenledi; merkezdeki kurul üyelerinin bilgisayarlarını da incelemeye aldı.

Başbakan’ın talimatıyla Milli İstihbarat Teşkilatı, ÖSYM sınav komisyonunda görev yapan 6 akademisyenin geçmişe yönelik tüm telefon konuşmalarının dökümleri ile ÖSYM Başkanı Ünal Yarımağan da dahil olmak üzere, yönetici ve çalışanların bilgisayarlarını incelemeye aldı.

02.09.2010:

KPSS ile ilgili YÖK Denetleme Kurulu’nun hazırladığı raporda, ÖSYM’de çok sayıda güvenlik açığının olduğu ve sınav sorularının güvenliğinin yeterli derecede olmadığı tespiti yapıldı.

KPSS sorularının sınavdan 5 gün önce basılmak için matbaaya gönderildikten 3 saat 22 dakika sonra e-posta halinde dağıtıldığı netlik kazandı.

ÖSYM merkezindeki bilgisayarların IP adreslerinin, soruların gönderildiği e-mail hesabının ortaya çıkmasından sonra değiştirildiği ortaya çıktı.

YÖK Denetleme Kurulu, Devlet Denetleme Kurulu ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın üç koldan yürüttüğü soruşturmada KPSS sorularının ÖSYM içinden sızdırıldığı bilgisine ulaşıldı.

KPSS sorularının tamamı veya tamamına yakınını doğru yanıtlayan adayların teknik takibi sonrası bazı adayların sınavdan günler öncesinde sorulara 10 Bin Dolar karşılığı ulaştığı belirlendi.

03.09.2010: ÖSYM Soru Hazırlama Komisyonu Üyesinin KPSS eğitimi veren bir dershanenin sahibi olduğu ortaya çıktı. Aynı zamanda eşi de ÖSYM’de daire başkanı olan üyenin Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu’nun soruşturmasında mal varlığının orantısız olarak arttığı tespit edildi.

09.09.2010: YÖK Denetleme Kurulu, bazı adayların kitapçık üzerine tek çizik atmadan tam puan aldığını belirledi. Şüpheli adayların matematik sorularında bile hiçbir oynama yapmadan soruların hepsini doğru cevaplandırdıkları ortaya çıkarıldı.

11.09.2010: YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan, KPSS’nin iptal edilip edilmeyeceğine ilişkin karar için savcılık soruşturmasını bekleyeceklerini söyledi.

15.09.2010: Ankara Cumhuriyet Savcısı Şadan Sakınan, soruların “telekulak” yöntemiyle çalınmış olma ihtimaline karşılık 50 bilişim polisiyle birlikte ÖSYM’ye baskın yaparak özel araçlarla binada “böcek” araması yaptırdı.

16.09.2010: TÜBİTAK ile Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı (KOM) Bilişim Suçları Şubesi’nin uzman ekiplerince yapılan incelemelerde soruların, sınavda dağıtılan orijinal kitapçık halinde yaklaşık 6 bin şüpheliye eposta yoluyla gönderildiği anlaşıldı.

17.09.2010: ÖSYM Başkanlığı, KPSS Eğitim Bilimleri testinin, sınav sürecinde bazı usulsüzlüklerin meydana geldiği kanaatine varıldığından, telafisi mümkün olmayan zararların ortaya çıkmasını engellemek için iptal edildiğini ve en kısa zamanda yenisinin yapılacağını açıkladı.

2010 KPSS ile ilgili gelişmeler kamuoyunu hayretler içerisinde bıraktı, bırakmaya da devam edecek gibi görünüyor. Son nokta ne zaman ne şekilde konur bunu kestirmek çok güç. Artık bu sınavla ilgili alınan ve alınacak kararların hiç kimseyi tam anlamıyla memnun etmeyeceği kesin. Kesin olan bir şey daha var ki zaten hâlihazırda mağdur olan öğretmen adaylarının “haklı olarak yürütülen” soruşturma sürecinde yine de yeni mağduriyetlerle karşı karşıya kaldıkları. Bu zaman zarfında elleri kolları bağlı beklemek zorunda bırakılan öğretmen adaylarının kendi iç dünyalarında, aile ve sosyal çevrelerinde yaşadıkları / yaşayacakları sorunları da göz ardı etmemek gerekir. Bu ciddi sorunların yaşanma ihtimalini önceden kestiren KPSS koordinatörü bir akademisyen kopya skandalı patlak verir vermez boşuna veryansın etmiyor: Hükümet, bütün devlet hastanelerinin psikiyatri kliniklerini yüz binlerce KPSS mağdurunun hizmetine ücretsiz olarak acilen sunmalı!

SUStum {da} KONUŞtum!

SUStum {da} KONUŞtum!

{Evren’in Aydın Life Dergisi Temmuz sayısındaki yazısıdır}

Bilmem ki bunun adı aşk mıdır? Yoksa… {yoksa?} Seninle konuşmak çok güzeldi inan. Sanki kendimi buldum. İkinci karşılaşmamızda sana hayatımla ilgili neredeyse her şeyi anlattım. Bunu neden ve nasıl yaptım hatırlamıyorum. Trafik kazasına benzettim o zamanı. Kaza anı hiç hatırlanmaz, nasıl olduğu da… {Seninle savaşmaya bile gücüm yoktu o masada. Senin varlığın çok ağır, çok ağır!} Nasıl? {Okuduğun onca şeyi yazan yürek, güçlü olduğu için değil, çok fazla sevdiği için yazabiliyor. Sıradan ilişkilerde ve insanlarda evet, çok güçlüyüm ama aşkın, sevdanın, dostluğun karşısında benim hiçbir fonksiyonum olmuyor. Bütün hayatım felç oluyor. Sende de olur mu böyle?} Bilmem, bilmiyorum. Hangi aşk, hangi sevgi? {Gösterilebilir şeyler değil ki bunlar. Ben günün 24 saatinde yirmi dört ayrı aşkı yaşayabiliyorum, gün geliyor...} Hem sevdiğin, çok sevdiğin için yazabiliyorsun hem de korkuyorsun; seni anlayamıyorum ya da anlamak istemiyorum. {Korkmak? Ben böyle bir duygudan bahsetmedim. Mevlana-Tebrizi aşkını duymuşsundur değil mi?} Evet {Onu düşün. Mevlana’yı Mevlana yapan Hocası Tebrizi’ye duyduğu aşktır, özlemdir, hasrettir ve 6 ciltlik mesnevi bu aşk üzerine ortaya çıkmıştır. Benimse hayatımda cismi değişen Tebriziler var. Ben ömrüm boyunca Tebrizi’yi bulmaya çalışıyorum ve her yürekte bu yazıları doğuruyorum. Anlat bakalım, aşk değil de nedir senin yaşadıkların?} Aşk ‘onu öptüğünde salıncakta sallanıyor gibi hissetmek’tir. {Sallandığını hissetmiyor musun?} Kendimi anlamaya çalışıyorum. Bunun (tanımsızlıklarımın) bir geçiş dönemi olduğunu sanıyorum. (umuyorum) {Herkes kendisini anlamaya çalışıyor hayatı boyunca. Nedir senin kafanı kurcalayan? Neden bu kadar sorguluyorsun?} Kendimi sorguluyorum ama sebebi yok. Kendimi anlamak istiyorum. Bu benim seçimim. {Kimse kendisini çözemiyor ve anlayamıyor. Ama hayatından memnun olmadığın bazı şeyler var değil mi? Hâlbuki kendi tercihlerini yaşıyorsun.} Mutlu olmadığımı ve edemediğimi biliyorum. Bu beni üzüyor. Çünkü kendi tercihlerim. {Peki, ne olsaydı da mutlu olurdun? Bunun cevabı var mı sende?} Şu an yok ama yarın olur mu bilemem.  Birine evet demek tüm dünyaya hayır demek mi? Evet bunu çok düşünüyorum bu aralar.  Ama bütün bunlar geçecek biliyorum. {Mutlaka…} Bu kargaşa bitecek. Sadece biraz zaman… {Kesinlikle… Sağlam adımlarla ilerlemişsin bugüne kadar. Herkesin yanlışları vardır, hata yapma hakkı da. Bir yerde okumuştum: “Hiçbir zaman 3 gün üst üste yağmur yağmaz. Atmosfer bile 3. gün değişir.” diyordu. Kötü günler 4. gün geçecektir. Dediğin gibi, sabır ve zaman…} Seni tanımak çok büyük şans. Buna eminim. En azından şimdilik… {Çok doğru bir cümle kurdun farkında olmadan: En azından şimdilik.} Şimdilik mi? {Çünkü yarın birgün buna pişman olduğun, çok sinirlendiğin, tahammül edemediğin zamanlar olacak hayatımda yer aldığın müddetçe.} İnanıyorum. {Ben duygularını gizleyemeyen biriyim. Sevgimi de nefretimi de paylaşırım mutlaka. İnanmak ya da inanmamak sana kalmış.} Benim problemim bu işte: Senin anlattığın ben ile benim aynada gördüğüm ve her gün bin bir savaşa girdiğim ben aynı değil. Kim peki bu iki ayrı insan? Bunu da şu an bilmiyorum. Tanımsızlıklar içinde zırvalıyorum farkındayım ama geçecek. {Geçecek evet. Ben de zaman zaman şaşırıyorum, bu bahsettiklerin ben miyim diye. Herkesin “kendisine sakladığı” bir kendisi var mutlaka. Dost muyuz sence?} Ben kendi içimde yaşattığım SEN’le dost oldum. O ne isterse o olsun. Sence? {Bu kadar ucuz verilmemeli dost unvanı. Benim hayatımda böyle en azından. Ben, senin için ağlayabilmeli, uykusuz kalabilmeli, senden habersiz ismine şiirler yazabilmeli ve seni üzmeli, dünyayı sana dar etmeliyim. Dost muyuz hala peki?} Evet, bende dostuz; bence dostuz.

BASİT YAŞAYACAKSIN!

BASİT YAŞAYACAKSIN!

{Evren’in Aydın Life Dergisi Mayıs sayısındaki yazısıdır}

Basit yaşayacaksın, basbasit. İki çift ayakkabın olacak, iki çift pantolonun, iki gömleğin, bir kazağın… Herkes saçını boyatırken sen doğal renginde bırakacaksın. Berbere gitmeyecek, kuaförün önünden geçmeyeceksin. Ne sigaran olacak ne alkolün. Karı-kız muhabbetlerine girmeyeceksin. Adam olmaya çalışmayacaksın; adam gibi olacaksın. En güzeli basit yaşayacaksın!

Televizyon, klima, müzik seti için ayrı ayrı kumandaların olmayacak. Olsa da hepsinin tek bir açma düğmesi olacak. Cep telefonun olmayacak, olsa da kullanmayacaksın; kullansan da içinde 100 kontörden fazla kontör olmayacak. Her GSM operatöründen birer tane hattın olmayacak. Tek hattın olacak, birini açıp diğerini kapatmayacaksın. En güzeli basit yaşayacaksın!

Faturalara otomatik ödeme talimatı vermeyeceksin. Onları gidip paşa paşa kendin yatıracaksın. Bahaneyle halkla bütünleşeceksin. Kredi kartı almayacaksın, zorla mı verdiler kullanmayacaksın. Kullandırttılar mı taksite böldürmeyeceksin. Borcunu gidip bankamatikten zarflı/zarfsız yatırmayacaksın. Hususi bankaya kadar zahmet edip, vezneden yatıracaksın. Banka personeliyle de yüz göz olacaksın. Her bankanın kredi kartı illaki cüzdanında olmayacak. Cüzdanını her açtığında onlarla hava atmayacaksın. Kredi kartlarının limiti kadar değil, maaşın kadar zengin olduğunu unutmayacaksın. En güzeli basit yaşayacaksın!

İnternetten alışveriş yapmayacaksın. Kitapmış, telefonmuş hepsini gidip ellerinle dokunarak alacaksın. Kitapçının raflarında dolaşacak gözlerin, sayfalarını açıp o kâğıt kokusunu çekeceksin içine. Esnafla da içli dışlı olacaksın. Sanallaşmayacak, elle tutulur gerçek bir insan olacaksın. En güzeli basit yaşayacaksın!

Sırf yürüyen merdiveni var diye devasa alışveriş merkezlerine gidip, oralarda gezip dolaşmayacaksın. Hadi gittin diyelim bir seferde bilmem kaç yüz ytl’lik alışveriş yapmayacaksın. Hayatta sana neler lazımsa sadece onları alacaksın. Biraz sokağa inip bakkalla çakalla da sohbet edeceksin. Gösterişli ışıl ışıl vitrinlerin önünde, rengârenk reyonlarda gezeceğine parklarda bahçelerde adım atacaksın. En güzeli basit yaşayacaksın!

Büyük hayallerin olmayacak. Boyunu aşan laflar etmeyeceksin. Ağzından çıkanı kulağın duyacak, duymadan önce içinden on defa düşünüp tekrar edeceksin. Sözünün arkasında duracak, tükürdüğünü yalamayacaksın. Sözünün eri olacak, “lâf” ile “söz” arasındaki ince ayrıma dikkat edeceksin. En güzeli basit yaşayacaksın!

Saçın için ayrı, vücut için ayrı şampuan; yüzün için ayrı, elin için ayrı, ayakların için ayrı krem kullanmayacaksın. Yüz maskelerin, peelinglerin, gece kremlerin, ter önleyici spreylerin olmayacak. Jöle kullanmayacak, saç spreyini eline almayacaksın. Doğal geldin dünyaya, doğal olacaksın. En güzeli basit yaşayacaksın!

Yan apartmandaki komşuna bayram tebriği için cepten mesaj çekmeyeceksin. Mesaj çektin diyelim, öyle yüz kişiye yolladığın hazır mesajlardan yollamayacaksın. Bir zahmet yola düşüp el sıkacaksın, kucaklaşacaksın, gerekirse el öpeceksin. Çocukların başını okşayacak; onlara mendil, çikolata, bayram harçlığı vereceksin. Öyle her canın sıkıldığında telefona sarılmayacaksın. Gidip eşin dostun, arkadaşın kardeşin boynuna sarılacaksın. 3-5 tane elektronik posta adresin olmayacak. Olacaksa bir tane olacak. Öyle zırt pırt da e-posta yazmayacaksın. Alacaksın eline kâğıdı kalemi, özene bezene mektup yazacaksın. En iyisi basit yaşayacaksın!

“Neyim eksik, neyim yok, neye ihtiyacım” var demeyeceksin. Nelere sahipsin onları düşüneceksin. Aza kanaat getirecek, çoğu bulabileceksin. “Hep bana hep bana” demeyecek, biraz da sağına soluna bakacaksın. Kafan yukarıda değil, aşağılarda gezecek. “Seviye seviye” diye tutturup, üst kültür insanı gibi ortalıkta dolaşmayacaksın. Biraz da geçmişine bakıp, her zaman haddini bileceksin. En iyisi basit yaşayacaksın!

“Başımı sokacak bir göz evim olsun” diyenleri, kaloriferli, asansörlü, deprem sigortalı, çift camlı lüks dairende oturduğun yerden yadırgamayacaksın. Bir adada bir modada evin; iş için ayrı, gezi için ayrı arabaların olmayacak. Biraz da otobüse binecek, trenlerde seyahat edeceksin. Yan koltuğunda oturan yol arkadaşınla sohbet edecek, gazeteni okumasına izin vereceksin. Unutma sen Türk’sün, geleneklerini, geçmişini, değer yargılarını unutmayacak, herkesi potansiyel tehlike olarak görmeyeceksin. İçin fesat olmayacak, art niyetli düşünmeyeceksin ki karşıdaki masumu da öyle görmeyeceksin. En güzeli basit yaşayacaksın!

Öyle çok büyük adam olmayacaksın. Aydın’ın bulvarında elini kolunu sallaya sallaya dolaşacaksın. İnsanlar sana paran, mevkiin için değil “sen” olduğun için güler yüz gösterecek. Saygı gördüğün zaman, içinde soru işaretleri olmayacak. Her gün ayrı bir kıyafetle salınmayacaksın ortalıkta. Ulaşılmaz edalarıyla tepeden bakmayacaksın kimseye. Yolda tökezlediğin zaman başkaları gibi sen de gülebileceksin kendine. Fazla ciddiye almayacaksın kendini, dalga geçmeyi bileceksin kendinle. En iyisi basit yaşayacaksın!

Ölmeyecek kadar yiyecek, bir kuru soğan, bir dilim ekmekle yetinmeyi bileceksin. Sağlığın yerinde mi; bunun en büyük zenginlik olduğunun farkında olacaksın. Etrafındaki sevenlerinin, “yoksulluğun, sıradanlığın, ulaşılabilirliğin, alçakgönüllülüğün”den dolayı yanında olduğunu, malın mülkün için seni sevmediklerini bilecek, daha bir huzurlu olacaksın. Büyük adamların büyük dertleri olur misali, bu dünyada basit yaşayacaksın, basit! Şairin de dediği gibi “rakı şişesinin dibinde balık” olacaksın. Hiç başın ağrımayacak! Basit yaşayacaksın, basbasit!

Bir Elin N’si Var İki Elin S’si Var

bir elin N‘si var
iki elin S‘si var

{Evren’in Aydın Life Dergisi Ocak sayısındaki yazısıdır}

NEDEN nadide, nadir, namlı, namuslu, nariniz? NİÇİN nârlı, nasihatçi, nasipli, nasir, nazlıyız? NEZAMAN nazik, nefesli, nesnel, neşeli, nezaketliyiz? NASIL nispetsiz, niyetli, nizamlı, noksansız, normaliz? NEREDE nurlu, nüfuslu, nüfuzlu, nükteci, nükteliyiz? Ne naçarız ne naçiz. Ne nadanız ne nadim. Ne nahifiz ne nahoş. Ne nankörüz ne namert. Ne nifakçıyız ne nobran. nokta nokta nokta

Saat saat, saniye saniye, sabah sabah, saf saf, safha safha, sayfa sayfa, satır satır, santim santim, sakır sakır, sakin sakin, saklı saklı, sapır sapır, seke seke, sekizer sekizer, sepil sepil, serin serin, serpe serpe, sert sert, sıra sıra, sızım sızım, siyim siyim, sokak sokak, sorgu sual, soğan sarımsak, sulu sulu, süre süre, sürte sürte, sürüne sürüne, süzüm süzüm, sık sık, sıkı sıkı, sımsıkı, salkım salkım, salkım saçak, salkım söğüt, sersem sersem, sersem sepelek, soğuk soğuk, sopsoğuk, sıcak sıcak, sımsıcak, sıpsıcak, sinsi sinsi, sinsice, sivri sivri, sipsivri, sabırlı sabırsız, sedalı sedasız, sahipli sahipsiz, sakıncalı sakıncasız, samimi samimiyetsiz, sancılı sancısız, sansürlü sansürsüz, saygılı saygısız, sayılı sayısız, sebatlı sebatsız, sebepli sebepsiz, seciyeli seciyesiz, sesli sessiz, sessiz sedasız, sevimli sevimsiz, seviyeli seviyesiz, sıkıntılı sıkıntısız, sigortalı sigortasız, sobalı sobasız, sorumlu sorumsuz, sorunlu sorunsuz, soslu sossuz, sözlü sözsüz, suçlu suçsuz, suratlı suratsız, süreli süresiz, saç saça, saçıla saçıla, sere serpe, salına salına, sakına sakına, sallana sallana, söylene söylene, sayıklaya sayıklaya, savsaklaya savsaklaya, sarsıla sarsıla, sendeleye sendeleye, sırıta sırıta, sırt sırta, sızlana sızlana, sindire sindire, sinirli sinirli, sitemli sitemli, sonra sonra, sora sora, soya soya, söke söke, söve söve, sömüre sömüre, süze süze, süslü süslü, saçlı sakallı, sağ sol, sağlı sollu, sazlı sözlü, senetli sepetli, saçma sapan, sağ sağlim, sağlıklı sıhhatli, selamsız sabahsız, sarıp sarmalama, sarsak sursak, sandık sepet, seçme seçilme, ses soluk, soluk soluğa, soy sop, soylu soplu, soysuz sopsuz, somut soyut, sudan sebep, sapasağlam, sapsarı, sersefil, sırılsıklam, simsiyah, saman sarısı, sayı sıfatı, seçim sandığı, seçme süresi, sempatik sinir sistemi, sert sessiz, sert sesli, seyyar satıcı, sıra sayı sıfatı, sırma saç, sineksavar, soğuk savaş, sinir savaşı, sivil savunma, sokak süpürgesi, sosyal sorumluluk, soru sıfatı, sosyal statü, sosyal sigorta, su samuru, su sarnıcı, su sayacı, su seviyesi

satır sonu, son ses: N‘ihayet S‘on!

Benimle TURKCHE Konuşma!

{Evren’in Aydın Life Dergisi Kasım sayısındaki yazısıdır}

Bir dönem Arapça, Farsça, Fransızca derken, son yüzyılda İngilizcenin istilası altında Türkçe. Yabancı hayranlığının hat safhaya ulaştığı günümüzde kendi dilinden utananların akıllara zarar tabelaları ile dolu sağımız solumuz. Cep telefonu mesajlarında Türkçenin sesli harflerinden tasarruf ediliyor, yabancı adlarla iş yerleri açılıyor, televizyon ve radyolar yayına giriyor, pek çok süreli dergi piyasaya çıkıyor. V’nin yerine W, ks’nin yerine X kullanılıyor. Birileri bizi yabancılaştırıyorken, birileri de fena halde TURKCHE konuşuyor. Peki, Yahya Kemal BEYATLI’nın “ağzımızda anamızın sütü gibi helâl ve güzel olmalıdır.” dediği güzel Türkçemiz nereye sürükleniyor?
Tarih: 14 Kasım 2006. Yer: Aydın’da herhangi bir lisenin herhangi bir sınıfı. Tahtada 10. sınıf öğrencilerinin düşmüş olduğu not aynen şöyle: “Yarın beden dersinde giyincezmi? Cwp yazın?” / “Hayır giymicez!” Bu cümle Türkçenin yazım kurallarının, yazı dilinin ve 29 harfinin nasıl da bilinçsizce hiçe sayıldığının en basit örneği.

Teknolojiyi üretemeyen Türkiye, hızla değişen teknolojik gelişmelere isim bulmakta geç kalıyor, iPod’a, MP3’e isim veremiyor. Sonra da dilbilimciler bilgisayar, çamaşır makinesi, ayran gibi kelimelerle yatıp kalkıp övünüyor. Teknolojinin ve basının yardımıyla Türkçemiz, Türkilizce’ye doğru yol alırken, övüne övüne bir hal olduğumuz bilgisayar kelimesi bile artık yeni neslin diline PC olarak yerleşmeye başlıyor.

Yeni nesil Türkler artık mail atıyor, feedback istiyor, cwp yazıyor, sms yolluyor, slm verip, a.s alıyor, bye deyip, tşk ederek sohbetini bitiriyor. Yeni doğmakta olan bu uyduruk dille öyle iyi iletişim kurabiliyorlar ki anlaştıklarını O.K’layarak kısaca belirtiyorlar. Büyük bir kesim, aralarında çoğumuzun anlayamadığı yeni bir dille konuşuyor. V F’ye, Z S’ye, C J’ye dönüşüyor ve efet, güsel, abijim diyerek Türkçemiz daha da şirin bir dil olma yolunda ilerliyor(!) İki mesaj uzunluğundaki duygu ve düşünceleri 160 karaktere sığdırılabilmek, kontörden tasarruf edebilmek için Türkçenin sesli harflerinden de tasarruf etmekte hiçbir sakınca görülmüyor. Artk bz trklr trkcyi sessz harflrle yazblmyi, konsblmyi hatta sesli hrflr olmdn anlsblmyi becrblyrz.

Artık “dahi anlamına gelen de’nin, ki bağlacının ayrı yazılması gerekirken birleşik yazılmasına bile razı olduk, Adnan Menderes Bulvarında sağdan sola uzanan Türkçe İngilizce karşımı mağaza isimleri arasında yürürken. Emlak’ı MLUCK, Karizma’yı Carizma yazan zihniyet, ileride çocuklarına isim olarak “Ayshe, Shakir, Chaglar” koyar, “chaylarını da kesme sugur’la icherlerse” hiç şaşmamak gerekir!

Kabul edelim: Hepimiz sms çılgını olduk. Mektup yazmayı unuttuk, zaten e-mail de pek sarmadı bizi. Bol bol MP3 indiriyor, YouTuBe’de video seyrediyor, neredeyse günün yirmi dört saati messenger’da online bir hayat sürüyoruz. En yakınımızdaki eşi dostu unutup, dünyanın bilmem neresinden sanal arkadaşlar edinip saatlerce chat yapıyoruz. Reel anlamda gerçek cümleler kuruyor, öylesine iyi Turkche konuşuyoruz ki kırk yıllık haber sunucusu, “anchorman” oluveriyor ve Türkiye’nin en büyük anchormani Ali KIRCA bir canlı yayın konuğuna “ailesinin backgroundı”nı soruyor.

Biz İngilizceyi aşmışız, hatta ana dilimiz gibi konuşur olmuşuz. Şimdi sıra yabancı dil eğitimi veren bir kursta Türkçe öğrenmekte!

“Kâmusa uzanan el namusa uzanmıştır.” diyor Cemil MERİÇ. Sözlüğümüz, gün geçtikçe “sozluc”leşirken artık dilimize sahip çıkmanın vakti geldi de geçmedi mi? Türkçe giderse Türkiye de gitmez mi?

-THE SON!-

Dilimiz böylesine kirletilir, gelişigüzel kullanılırken, Aydın Belediye Meclisi üyelerini, Kasım 2006’nın ilk haftası almış oldukları “tescillenmiş markalar haricinde yeni açılacak işyerlerinin yabancı isim kullanmasını yasaklayan ve mevcut yabancı isimli iş yerlerinin de zamanla Türkçeleştirilmesi” kararından dolayı tebrik ediyorum

————————

“Benimle TURKCHE Konuşma!” başlığının tasarımını gerçekleştiren sevgili Mustafa PİŞİRİCİ‘ye [pisirici.com] çok teşekkür ediyorum.

facebook’evreni ] facebook sayfası twitter’evreni ] RSS abonelik

Türkiye’de FEF Mezunu Olmak!

TÜRKİYE’DE

Fen Edebiyat Fakültesi Mezunu

OLMAK!

{Evren’in Aydın Life Dergisi Ekim sayısı yazısıdır}

Sanırım bundan iki yıl önceydi. Emekli bir sağlık personeli, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğrencisi olduğumu söylediğimde “işiniz zor” demişti. Formasyon verilip verilmemesinin belirsizliğinden dolayı mı işimizin zor olduğunu sorduğumda “Hayır, mesleki anlamda çok fazla alternatifiniz var.” diye cevap vermişti. O zaman için “aksine bunun bizim işimizi kolaylaştırdığını” söylemiştim. Aradan 2 yıl geçti. İddia edilen o çok alternatifli mesleki dünyaya elimdeki diplomamla giriş yaptım. Sanılanın aksine yüzleşilen gerçekler hiç de hayal edilen tozpembe bir dünya değildi. 

Fen Edebiyat Fakültelerinin bilim insanı yetiştirme amacıyla verdikleri dört yıllık zorlu bir eğitimin sonunda diplomayı aldığımızda şişirilmiş hayallerimizin nasıl da sabun köpüğünden ibaret olduğunu fark ettik ilk önce. Üniversite denen bu dev kapıdan girerken de çıkarken de sanki bütün iş’ler bizimdir sandık. İşverenlerin, bizi işe almak için mezun olmamızı dört gözle beklediği gibi boş bir hayale kapıldık. Zannettik ki, almış olduğumuz eğitime birileri saygı duyacaktı! 

Bir Fen Edebiyat Fakültesi [FEF] Türk Dili ve Edebiyatı [TDE] Bölümü mezunu olarak birinci ağızdan yazıyorum: FEF’liyiz diye birileri bizi fena halde KEK’lemeye çalışıyor! Daha net bir şekilde ifade edeyim: Birileri formasyonumuz yok diye bizi sömürmeye kalkıyor! Nasıl mı? 

Dört yıl boyunca “bilgi alarak/ bilgiyle yüklenerek” yetişen FEF öğrencisi, “bilgiyi aktarma” becerisi edinmeden eğitimini tamamlar. Ama alanıyla ilgili bilgiyi de ondan daha iyi bilecek kimse yoktur. Sonuçta bilim insanı mantığıyla yetiştirilmektedir. Pedagojik formasyonu olmadığı için mezun olduktan sonra ek olarak bir ya da bir buçuk yıl daha Tezsiz Yüksek Lisans (formasyon) eğitimi almak zorundadır. Böylece KPSS’ye girip öğretmen olarak atanma ya da bir dershanede öğretmenlik yapma hakkına sahip olacaktır. Ancak Milli Eğitim Bakanlığı FEF mezunlarına, özel dershanelerde formasyonsuz öğretmenlik yapabilme hakkını da vermiştir. Üstelik ihtiyaç duyulan okullarda ders ücretli veya vekil öğretmen olarak derslere girme imkanını da sunmuştur. Demek ki FEF mezunundan istenildiğinde iyi bir öğretmen olabilmektedir. 

Gelelim şu sömürülme olayına. Örneğin Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu olarak formasyonunuz olmadan ülkenin pek çok yerinde şubesi bulunan zincir bir özel dershaneye başvurduğunuzda size sunulan ilk şart, en az bir yıl deneme sürecidir. Aydın’daki bir zincir dershane bu sürece dâhil olabilmeniz için sizi zorlu bir sınava tabi tutmaktadır: Öncelikle eğitim danışmanıyla yüz yüze görüşme, eğer görüşme olumluysa sonrasında alanınızla ilgili bir sınava girme, sınavda başarılı olursanız size verilen bir konuyu kurulun önünde anlatma. Sanki onlarca vize ve finali başarıyla geçip mezun olan siz değilmişsiniz gibi bir de dershanenin kendi içindeki sınavına girersiniz. Bütün bu aşamaları geçtiğinizde sanmayın ki size dolgun bir maaş bağlanacaktır. Aksine, 1 yıl boyunca sigortanız yatırılmaz, stajınız başlatılmaz, üstelik seneye stajınızın başlatılacağı konusunda ise asla bir garanti verilmez. Sahip olacağınız tek şey mesleki tecrübe ve çok az bir miktarda cep harçlığıdır. 

Bir başka zincir dershane de olaya “hem bizim dershanemizde çalışmanın ayrıcalığını yaşayacaksın hem de bizden para mı alacaksın?” mantığıyla yaklaşır. Onlara göre nasıl ki yabancı dil öğrenmek ya da diksiyonunuzu geliştirmek için bir kursa gider ve edindiğiniz beceriye karşılık para öderseniz, dershanelerinde 1 yıl boyunca edineceğiniz tecrübe de bundan farklı bir şey değildir. Bu dershane de sizi ilk yıl denemeye alacağından, 1 yılın sonunda göstermiş olduğunuz performansa göre zümre başkanının hakkınızda olumlu rapor vermesi durumunda ikinci yıl stajınızın başlatılabileceğinden bahseder. Üstelik siz hiçbir ücret ödemeden bu dershanede “tecrübe” edineceksinizdir. Oysa aynı dershanenin Muğla-Fethiye’deki şubesi size iyi bir ücret, sigorta ve staj kaldırmayı teklif edebilmektedir. Çünkü yeni açılmıştır, öğretmeni yoktur ve acilen bir TDE Bölümü mezununa ihtiyacı vardır. Formasyonunuzun olup olmamasının işte bu noktada o şube için hiçbir önemi yoktur. Bir dershanenin iki ayrı şubesinde sunulan bu farklı imkânların sebebini yine kendi ağızlarından duyarız: Aydın’da bir üniversite potansiyeli vardır. Senin stajını başlatıp, sigortanı ödeyip, sana iyi bir ücret ödeyene kadar bu imkânların hiçbirini sunmayacağı başka bir mezun mutlaka bulunacaktır! Mantık gayet düz ve basittir! 

Yine başka bir zincir dershane de aynı gözle bakar size. Formasyonunuz yoktur ve sizin yerinizi doldurmak için sırada bekleyen pek çok FEF mezunu Edebiyatçı vardır. En az 1 yıl dershane etütlerinde öğrencilerin sorularını çözecek, öğretmenlerin istediklerini getirip götürecek, gerekirse okullara dershane ilanlarını asacak, oradan oraya koşturacaksınız. 1 yıllık bunca emeğin ardından dershane – belki – stajınızı başlatabilecektir ama kesin değildir. 

Sabah 9’da geleceğiniz dershaneden çıkış saatiniz belli değildir. Zümre başkanıyla derslere katılacak, derslerden çıkıp etütlere girecek, bol bol soru çözecek, soru tarayacak, sınavlarda gözetmenlik yapacak, haftanın 6 günü çalışacaksınız. Kadrolu bir öğretmen kadar yorulacaksınız ve elde ettiğiniz tek şey “tecrübe” olacak. Oysa Milli Eğitim Bakanlığı’na göre FEF mezunları usta öğretici sayılmaktadır. FEF mezunları üniversiteyi bitirdiği için muhtemelen sağlık güvencesinden yoksun olurken diğer taraftan da aileye maddi anlamda daha fazla yük olmanın sıkıntısından da bir an evvel kurtulmayı arzulamaktadır. Bu sebeplerle formasyonu alırken bir dershanede ya da bir etüt merkezinde çalışmak istemektedir. Buna rağmen ticari mantıkla olaya yaklaşan özel dershanelerin sunduğu şartları kabul etmekten başka yapabilecek çok fazla bir şeyi yoktur. Çünkü dershanelerin yukarıda sıraladığım şartlarını kabul etmediği takdirde bu şartları kabul edecek çok fazla mezun, dershane kapısında hazır beklemektedir. 

Oysa ne acıdır ki ÖSS’ye hazırlanan bir öğrenciyi dershaneye kaydettirmeye gittiğinizde 100-200 YTL indirimi bile zor yaptırabilmekte ya da bu indirim çoğu zaman mümkün bile olmamaktadır. Hatta “çocuğumuzu size 1 yıl süreyle gönderelim, dershanenizi bir deneyelim, bakalım ÖSS’yi kazanacak olursa dershane ücretini verelim” demek gibi bir hakkınız asla yoktur. Gülerler size! Oysa emek harcayıp, iyi bir bilgi donanımıyla dört yıllık bir eğitimin sonrasında mezun olan bir FEF’liyi dershanelerin 1-2 yıl süreyle denemesi hiç de komik değildir. 

Fen Edebiyat Fakültesi TDE Bölümünden henüz mezun olmuş biri olarak olayların içinde/ortasında/merkezinde bulunsam da ezbere yazmak istemedim. Şaşkın ördek yavrusu misali sahaya inilerek, bizi nelerin beklediği bizzat tecrübe edilerek bu yazı hazırlandı. Şu bir gerçek ki yukarıda bahsettiklerim sektördeki bütün dershaneleri kapsamamaktadır. İçlerinde “aldığımız eğitime” “saygı duyanlar” da yok değil. Tamamen “tecrübeyle sabit” bu yazdıklarımı “saygı görmek”, “sömürülmemek”, “saygın bir meslek edinmek” ve “sahip olduğu bilgiye değer verilmesini” isteyen Fen Edebiyat Fakültesi mezunlarına ithaf ediyorum.