Aşk’tan Yumurta

]fh[ fotoğrafhikayeleri {Nisan ‘10}

Son dönemde beni en iyi yansıtan fotoğraf bu diye düşündüm; oysa çekerken hiç böyle hesap etmemiştim. Ah yumurta, meğer sen yalnızca bir yumurta değilmişsin.

Sıradan bir yumurta bile olsa –tıpkı fotoğraftaki boş kısım gibi– yanındaki yumurtaların gidiş gelişlerine şahitlik eder. Burada dramatik olan giden yumurtaların yerlerine geri dönememesidir. Her gidenin yeri ya boş kalır ya da bir yenisiyle canlanır.

Ben demiyorum, Özdemir ASAF yazıyor: Continue reading →

Ne Lüzum Var, Az Yaşamak için Kelebek Olmaya?

KELEBEK

]fh[ fotoğrafhikayeleri {Eylül ‘09}

Yirmi dört saat bu dünya bana; koskoca ömür, göz açıp kapayıncaya kadar’dan ibaret. Rüya ile gerçek arasında, doğruyla yalan karmaşasında  ey âşık, bu hayatı hiç yaşanmamış farzet. Onlarca hayale, varılamayacak hedefe, lüzumsuz derde kedere ne gerek; madem yaşam yalan, ölüm gerçek!

Çok uzaklara gitmeye gerek yok ölmek için.  Sevgilinin hasretiyle can veren âşık dirilmeden çürür, yaşayamadan ölürse  böylesi ömre âh nice yazık!

Ölüm, ömrünün son demlerinde sevdanın huzuruna  gelen bir kelebek olsa.  Son kez kanatlarını ağır ağır oynatsa, sonra sevgilinin önünde can verse aşk’la…  Ne lüzum, az yaşamak için kelebek olmaya


Fotoğrafın Hikâyesi: 30 Haziran 2009’da Ankara’da Radyovizyon’un bahçesinde Nur‘la birlikte otururken Melis‘in heyecanlı sesiyle yerde duran o kelebeğin başına toplandık. Melis’in ricasıyla kelebeğin birkaç kare fotoğrafını çektim. Melis’in “asıl istediğim fotoğraf böyle değildi” diyerek nasıl bir kare istediğini tarif etmesiyle bu son fotoğrafı çektim. Sonra ne mi oldu? Kanatlarındaki tüm renkleriyle yaşama son görüntüsünü veren o kelebek yirmi dört saatlik ömrünü tamamladı...

evrengunlugu.net, 5. yılında sosyal sorumluluk gereği Türkiye Omurilik Felçlileri Derneğinin kampanya ve projelerini destekleme kararı almıştır. Ziyaretçilerini de TOFD’a destek olmaya davet etmektedir. TOFD’a ulaşın; gönüllü olun; 3430‘a boş bir sms atarak “Akülü Tekerlekli Sandalye Kampanyası”na 5 TL’lik bağışta bulunun.

 

Eski Evler Bende Bir Keder

ağusto'09 fotoğraf hikayeleri

]fh[ fotoğrafhikayeleri {Ağustos ‘09}

Eski, virane ya da terk edilmiş evleri görünce durur bir hayale bırakırım kendimi. Bir zamanlarını canlandırmaya çalışırım esi zamandaki yeni evlerin. Orada kimler yaşardı, neler konuşulurdu diye düşünürüm. Dikkatimi en çok pencereler çeker. Onun önünde hangi zaman kim oturdu; neler geçti o pencerenin önünde merak ederim…

O yüzden severim Ortaklar, Söke, Germencik ve Koçarlı’nın hüzünlü ve yetim evlerini. Birgün bizim de yapayalnız kalacağımızı anlatırlar bana. Arada bir de olsa görüştüğümüz, eğlendiğimiz, dertleştiğimiz çocukluk arkadaşlarımızın ismi zor hatırlanır hale gelir. Sınıf arkadaşları yerini daha yenilerine bırakır ve gün gelir onlar da silikleşir. Asker arkadaşı, kurs arkadaşı derken hayatın karmaşasında vefat edenler listesinde yerini almaya başlar her biri. Kiminin acı haberi gelir, kimi biz duymadan göçüp gider.

Anneannem ve dedemin bugünlerini inşa’ ettikleri sarı boyalı tek katlı evleri canlanır gözümde. Üstü asma dolu, önü erik ağaçlı, etrafı tuğla ve pirketlerle çevrili o bir zamanların neşeli evi… Ben kendimi bildiğimde, o evde kiracılar oturuyordu, anneannemler bizimle aynı binadaydı. Sonra, sarı boyalı evin erik ağacı devrildi yere boylu boyuna; ardından kendisi yerini dev bir apartmana bıraktı. Herkes ve her şey yer değiştirdi onunla. O sarı badanalı evin penceresinden bakanlar hala çocukluğumun hafızasında; rahmetli anneannemin de birinci kattaki mutfak penceresinin tülünden sızan yeşil gözleri…

Şimdi nerede o evdeki “canlı hayatlar”, soluk alıp verenler. Haydi topla toplayabilirsen o eve bir zamanlar nefesleriyle hayat verenleri. Kimi insanlar göçüp gidiyor öteki tarafa, evleri mahzun kalıyor. Kiminin evleri yıkılıyor, evsiz kalıyor.

——–

Fotoğrafın Hikayesi: Dört aydır yazmamıştım fotoğrafhikayeleri. Gecenin bir vakti, çektiğim bütün fotoğrfalara öylesine göz atarken bu fotoğrafa birkaç saniye daha fazla baktım. 2008’in Ekim ayından Koçarlı’nın Cincin köyüne gttiğimde çekmiş; {şurada} da yayınlamıştım. Kendimi bildim bileli terkedilmiş, eski evlerin geçmişteki hikayelerini hep merak eder dururum.

evrengunlugu.net, 5. yılında sosyal sorumluluk gereği Türkiye Omurilik Felçlileri Derneğinin kampanya ve projelerini destekleme kararı almıştır. Ziyaretçilerini de TOFD’a destek olmaya davet etmektedir. TOFD’a ulaşın; gönüllü olun; 3430‘a boş bir sms atarak “Akülü Tekerlekli Sandalye Kampanyası”na 5 TL’lik bağışta bulunun.

Fikrim’den Zikrim’i Unuttum

 ]fh[ fotoğrafhikayeleri {Mart ’09}

Rahmetinle can bulduğum Ey Rab!

Yer toprak; toprak kara. Gök, parça parça bulut; kapkara… Bir avuç suyunda ruhum, acılardan kararmakta!

Dağları, gökleri ayakta tutsun diye dikmişsin; gönlümü dağlasınlar diye değil. Beni, soluk alıp vereyim diye yaratmışsın; soluksuz kalayım diye değil. Alem senin adını AŞK’la zikrederken, fikrimden zikrimi unuttum. Akların içindeyken, rengarenk düşlerle büründü gözlerim. Yüzerken, yürüyene imrendim; yürümeye çalışırken uçana…  Bir avuç suyunu, enginlere değişmez iken; kaydı gönlüm koca okyanuslara. Karasız, kıt’asız sular dar gelir oldu bana. Benim neslim değil bu yabani diyardakiler; benim dilimden konuşmuyor bu gurbet eldekiler.  Rengim renk değil; cismim kendi cismim hiç değil. Adım başka, sanım başka, ruhum karanlıklarda. Başımı öne eğdim utandım; kafi gelmedi gömüldüm yaban sulara.

“Ne oldum?” dedim; derken “ne olmam gerektiğini” unuttum. Başını toğrağa gömmüş bir deve kuşu misali kendimi ‘yer ile gök’ün arasında karanlık bir akıntıda buldum.

——–

Fotoğrafın Hikayesi: Servet TETİK’in objektifinden yansıyan yukarıdaki fotoğraf Şubat 2009’da Ankara Kuğulu Park’ta çekildi ve “Saklambaç” ismiyle {şurada} yayınlandı. fotoğrafhikayeleri projesine katkısından ötürü Servet’e teşekkürler..

Öyle Başımı Alır Giderim

]fh[ fotoğrafhikayeleri {Ekim}

Ben bazen çekip giderim. Minnetim yoktur kimseye; bazen öyle başımı alır giderim.

Benim hayallerimin büyük havuzlu köşkleri vardı. O köşklerde gül fidanlarını budayan babam, zeytin ağacının gölgesinde torunlarına kazak ören annem vardı. Tozu dumana katıp büyüyen ağabeyimle, dünyanın en güzel gelini olmayı hayal eden ablam vardı. Hayallerimin büyük havuzlu köşklerinde hayat vardı, neşe vardı, güzel hayaller vardı.

Zaman dedi: Durma! Gençlik dedi: Bir daha gelmeyeceksin bu dünyaya! Anam babam yalvardı: Aklını başına topla! Büyük köşkler dar geldi, babamın gül dikenleri yüreğime, annemim eski zaman hanımefendiliği deli gönlüme battı.

“Hayat benim değil mi?” dedim. “Yoldan çıkar giderim!”

“Hayat da senin, yol da…” dedi ağabeyim. “Ama anca kendi yolundan gidersen…” diye ekledi ablam. “Başkasının yolu, yol değildir!”

Ne o köşk var bugün ne de babamın mis kokulu gülleri. Gölgesini toplayıp giden zeytin ağacıyla toprağa karışmış anam. Ablam savrulmuş başka bir hayatta, ağabeyim kaybolmuş kadınların bedenlerinde. Oysa ben, bazen çekip giderdim hayallerime, saklanır sığınırdım o güzel günlere.

Şimdi ben yapayalnız yol alırım bu yolda. İster kimsesiz desin, ister evsiz barksız hatta berduş desin ardımdan o büyük havuzlu köşklerim. Minnetim yoktur geçmişime. Ben çekip giderim, öyle başımı alır giderim!

– – – –
Fotoğrafın Hikayesi: Fırat’la 10.10.2008 tarihinde Aydın’da yaptığımız fotoğraf çekimlerinden eve dönüp akşam yemeğini yerken “ben bazen çekip giderim” dedim kendi kendime. Hemen not alırken ikinci cümle beraberinde dudaklarımdan döküldü: “Bazen öyle başımı alır giderim.” Sonra gündüz ki çekimlerde ortaya çıkan bu karenin o cümlelere çok uygun olduğunu düşünüp, yazıyı tamamlayıp bu ayki fotoğraf hikayelerinde kullanmaya karar verdim. Yazarken de okurken de birebir yaşadım sanki olayları.

Ben, İlkbaharını Bekleyen Bir Yaprağım Pencerende

]fh[ fotoğrafhikayeleri {Eylül}

Adın dilimde CAN’dı. Küçük bir tomurcukken ben, nefesin CAN’ıma kandı. Sımsıkı tuttun beni rüzgara karşı. Üzerimdeki yağmur taneleri gençliğime gençlik; güneş, gücüme güç kattı. Esen her yelle “binlerce ben” hışır hışır oynar, adeta hayatla dans ederdim. Sevgililer vardı, senin kalplerini aşkla doldurduğun sevgililer… Kaç tanesi gölgemizde meşk eder, huzura ererlerdi. Ben tıpkı o sevgililer gibi ilkbaharımdaydım, onlardan yüksekte hiçbir şey anlamazdım.

Koca bir ağacın gencecik, yemyeşil bir yaprağı iken, birgün pencerende kurumuş bir yaprak olarak buldum kendimi. Tepelerden seyrettiğim aşk, gün gelmiş beni de kuşatmıştı. Beni de dalımdan koparmış, savurup pencerene, huzurunda kul-köle kılmıştı.

Sararıp kaldım sevdan karşısında. Hayat değil, varlığındı beni kuru bir yaprağa çeviren. Dönüp baktım, sevdanın yüreklere konmadığı yaprak yoktu dallarında. Benim payıma düşen senin sevgindi; yeni mekanım senin gönül pencerendi.

“Gül dururken anma bir solmuş hazan yaprağını” diyor şair Hayali. Aldanma sen ona ey penceresinde kuruduğum sevda! Baharını yaşayıp senin aşkına sonbahara teslim olan bir köleyim huzurunda. Sararmış halime acıma. Ben ilkbaharını bekleyen bir yaprağım pencerende. Kalbini bir açsan, kapılarını ah bir aralasan yeniden hayat bulsam, yemyeşil olsam!


Fotoğrafın Hikayesi: Fotoğraf, 26 Temmuz 2008 tarihinde İzmir Kemalpaşa’da çekildi. Pencerenin yanından geçerken gözüm pencerenin demirine sıkışıp kalan kuru yaprağa takılmştı. “Küçük bir ayrıntı, kimine göre de önemsiz ama detaylar istendiğinde etkileyici olabilir demiştim” ne yaptığımı soran arkadaşıma. Ortaya çıkan kareye o da şaşırmıştı. O anı yakalayamayabilirdim belki de ama geçmişimdeki duygusal yaşantılarımı o yaprağın o duruşuyla ilişkilendirmemi sağlamıştı. O yüzden bu ayrıntıyı fark edebildim belki de orada. Eylül’ün fotoğrafhikayesi de sonbahara yaraşır olsun istedim.

Bekleyeni Gelmeyen Gelin

]fh[ fotoğrafhikayeleri {Ağustos}

Bekledin biliyorum her kız gibi. Gelinlik çağa gelmiş herkes gibi kısmetini bekledin. Kısmetini bulduğun anda da kader ilk tokatını attı suratına.

– Kısmetimi beklemedim ben. Kısmetimi kendim buldum. Doğduğum diyarlardan uzaklarda, hiç beklemediğim bir anda kapımın önünde gördüm ben seni. O andan itibaren gözüm senden başka bir şey görmez oldu. Kısmetimi beklemedim ben. “Kısmetin benim” demedin mi sen…

Herkes konuştu, bir sen konuşmadın. En büyük hayalin o beyaz gelinliği giymekti. Tek başına yetmezdi gelinlik, kolunda beyaz atlı prensin de olmalıydı. Yanında olmadıkça ne önemi vardı ki beyazlara bürünmenin.

– Beyazlara büründüm, kolumda kanadımda sen yokken. Benim gücüm yetmezdi sen dört nala koşarken ey beyaz atlı prens! Ben beyazlara büründüm, oysa yüreğim karalar bağlar. Gelinlik bir kızın içindeki yangını kimler anlar!

Başkalarının “akılları” sevdamızın önüne geçti. Sen içinde gizlediğin sevgiye rağmen onulmaz gururuna yenik düştün. Kapında bir değil onlarca defa toz yutan ben, dostlarının laflarına “hiç” oldum. “Ben aşık olmadan biriyle birlikte olamam” dedin, kestirip attın. Oysa, sen aşıktın… Halbuki gururuna inat aşkından ölüyordun.

– Hayatımdaki en önemli varlıktın sen. Şimdiye kadar bu kadar sevemedim kimseyi. Böylesine yüreğimi açamadım kimseye. Sana baktığım gibi bakamadım, sana dokunduğum gibi dokunamadım kimseye. Aşıktım doğru ama sana “sen beni, içimdeki aşkı söndürmek zorunda bıraktın” dedim.

Özgürlüğüm elimden alınmışken duydum gelinliği giyeceğini. Son bir çare “konuşayım” dedim. Konuşmadın. Kabul etmedin son çırpınışımı. “Nasıl olur” dedim, nasıl sever, nasıl aşık olur adı “ben” olmayan başka birine… İnsan evlenecekse cesur bir karar almış demektir. “Tercihini yapmış demek ki” dedim. Sen beni suçlarken, ardında bir daha aşık olamayacak birini bıraktın oysa.

[Kapıda kalmaz hiçbir gelin, beyazlara büründü mü. Elbet bir nasibi çıkar gelir. Kimi gerçekten aşk’la evlenir, kimi gururla. Gizli saklı sevdalarla girer koynuna alyansın diğer sahibinin. Çoğu zaman kimsenin ruhu duymaz, yüreğinde iki sevgiyi birden taşıdığını bir gelinin. Hatta ölene kadar tek bir sevdayla yaşar kimi gelinler… Beklediği gelmedi gelinin. Büyük aşkı, birkaç dostun yalanlarına yenik düştü. Beyaz atlı prensi özgürlüğüne kavuştuğu gün o, hayatı boyunca bir tutsaklığa imzasını attı. O artık hiç sevmediği bir kalbin eşiydi. Üzerindeki gelinlik, sadece oynadığı bir oyunun kostümüydü.]

Fotoğrafın Hikayesi: Fotoğraf, 23 Temmuz 2008 tarihinde çekildi. Oyuncak Gelin, akrabadan öte aile dostlarımızın kızı sevgili Funda’nın çocukluğundan kalma bir oyuncağı. Fransa’da yaşayan ve Ağustos’un üçüncü haftası evlenme hazırlığında olan Funda’ya oyuncağının fotoğraflarını epostalamıştım sürpriz yapmak için. Çok şaşırmış ve duygulanmıştı. Ağustos’un fotoğrafhikayesi’ni de bu fotoğraf üzerine yazmak istedim. Biraz benden, biraz geçmişten biraz da sizden izler taşıyan bir fotoğraf hikayesi çıktı ortaya.