internet günlüğü 2016/6

web_gunlugu

Hızla içerik tükettiğimiz internet dünyasında 08 – 14 Şubat 2016 tarihleri arasında üretilenlerden cımbızladıklarıma yer verdiğim internet günlüğü 2016/6, “Sosyal medyayı tüketiyoruz” temasıyla yayına hazırlandı. Görüş, öneri ve eleştirilerinizi yorum kısmından benimle, internet günlüğü’nü sosyal medya hesaplarınızdan takipçilerinizle paylaşmanız dileğiyle iyi yolculuklar: Continue reading →

Melih Cevdet Anday’ın söyleşilerinde beni şaşırtan ayrıntılar

melih cevdet anday

Melih Cevdet Anday‘la gerçekleştirilen söyleşilerin bir araya toplandığı Dakika Atlamadan (Everest Yayınları) kitabı benim için 428 sayfalık dolu dolu bir yolculuktu. Günlükleri, söyleşi ve röportajları sanatçıları daha yakından tanıma imkanı sunduğu için çok önemserim. Bu kitap da Anday’ı daha yakından tanımamı sağladı. Continue reading →

Yazmak Yaşamaktır*

yazmak

Melih Cevdet Anday‘ın günlüklerinin bir araya toplandığı ‘Bir Defterden’ kitabında “Yazmak, yaşamaktır” diyordu Anday. Oktay Akbal’ın kendisine yönelttiği “Sence yazmak yaşamak mıdır?” sorusuna bu cevabı vermişti. 3 Temmuz 1978 tarihli günlüğüne de bu konu hakkında şu cümleleri not düşmüştü:

“…Defterimi buldum. Gene yazmak istiyorum. Üstelik yalnız olduğum için bu deftere yazmak beni canlandıracaktır. (…) Yazmak konuşmaktan daha iyidir bence. Eskiden çok konuşurdum, çünkü az yazardım. (…) Evet, yazmak yaşamaktır. Ben de bu deftere, yaşamamı sürdürmek için yazacağım.” Continue reading →

Roman Eleştirisinin Kralı: Fethi Naci

yazının gül dikeni, fethi naci, hürriyet yaşar

Fethi Naci‘nin anılarından oluşan ‘Anılar Kitabı’nın ardından onun dünyasında gezinmeye devam ediyorum. Önümüzdeki günlerde eşi Lale Hanım’la Fethi Naci hakkında konuşmak amacıyla bir araya geleceğimiz için Naci ile ilgili yüzlerce sayfa kitabı ve onlarca makaleyi okuyup notlar alıyor; sorular çıkarıyorum. Benim için büyük bir heyecan vesilesi olan buluşmaya günler kala Hürriyet Yaşar imzasını taşıyan ‘Yazının Gül Dikeni’ adlı armağan kitabı okurken aldığım notları paylaşmak istedim. Kitapta 33 ismin Naci hakkındaki değerlendirmelerine yer veriliyor.

‘Örnek Eleştirmen’ başlıklı yazısında Tahsin Yücel, Naci için Nurullah Ataç‘tan sonraki en önemli eleştirmen ifadesini kullanıyor. Ancak Naci’nin Ataç’la aynı eleştiri anlayışını paylaşmadığına da satır arasında yer veriyor.

Yiğit Bener ise yargıları gündemi belirleyen Naci ile Ataç arasında benzerlik kuruyor ve Naci’nin kendisinden önceki dönemde edebiyat dünyasına yön veren Ataç’ınkine benzer bir ‘iktidar’ konumuna yerleşmiş etkili bir eleştirmen olduğunu söylüyor. Naci’nin bazen eleştiriden bezdiğini, eleştirinin nankör bir iş olduğunu söylediğini aktaran Bener’e göre edebiyat dünyasındaki hırçın kavgaların, küskünlüklerin ve benmerkezci sevgilerin ardında sürekli övülme ve onaylanma beklentisi vardır. Naci’nin en çok izlenen eleştirmen konumunda olduğunu yazar Bener. Ancak bu durum onun sorumluluk duygusunu fazlasıyla pekiştirince Naci, kendisini eleştiri uğraşından soğutacak sevimsiz bir tuzağa düşecektir. Naci’nin eleştirmenlik dışında kendi yapıtlarının gereken ilgiyi görmediğinden dolayı yazmayı planladığı iki kitabını yazmaktan vazgeçtiğini aktaran Bener, Naci’nin binlerce baskı yapan roman ve hikaye kitaplarının okunmadığı ülkede bunlar için yazılmış eleştiri ve incelemelerin okunmamasını doğal karşıladığını belirtir.

“Fethi Naci denince İnsan Tükenmez’i hatırlarım” der Eray Canberk de yazısında ve Naci’nin bir yazısının başlığı olan ‘İnsan Tükenmez’in Fazıl Hüsnü Dağlarca‘nın bir şiirinden alıntıladığı bilgisini paylaşır. Canberk’e göre Naci, iktisat fakültesi mezunu olduğu için edebiyata bakışında ve yorumlarında iktisat bilimi ve tarihi konusundaki donanımının büyük katkısını görmüştür.

‘Onun kadar ağzına küfür yakışan birini tanımadım’ diyor Cemal Kavukçu. Ona göre o küfürler Naci’nin ses tonu ve mimikleriyle bayağı olmaktan çıkıyor, başka bir biçime bürünüyor.

Tevfik Çandar, Naci’nin “Türkiye’nin gerçek tarihi romanlarda gizlidir.” sözüne yer verdiği yazısında onun Ahmet Altan için ‘iğreniyorum’ dediğini de aktarır.

Naci Güçhan, hocası Fethi Naci’nin en büyük Türk romancısının Ahmet Hamdi Tanpınar olduğuna inandığını belirttiği yazısını hatırlatıyor ve Naci için ‘zaman zaman yeniden okumak istediği tek Türk romancısının Tanpınar olduğunu vurguluyor.

“Fethi Naci’den söz etmeden Türk yazınının son elli yıllını anlatabilir misiniz?” sorusuyla başladığı yazısında Oğuz Demiralp, Naci’nin serbest deneme ve anılarına bakıldığında şair tabiatlı olduğunun anlaşıldığına ancak onun roman ve öykü eleştirmenliğini yeğlediğini belirtiyor.

Adnan Binyazar da Naci’den bahsederken Ataç’ı anar. Ona göre Naci’nin eleştiri nesnelliğinden bahsederken Ataç’ın eleştiri dünyasına uğramadan olmaz. Binyazar, Naci’nin öfkesinden, dostlarına kardeş ilişkisiyle bağlı olmasından ve hatta onları kıracak şiddetteki kesin yargılarından dem vurur. Bu yönleriyle Naci, Ataç eleştiri geleneğinin bir sürdürücüsüdür. İnsan ilişkilerinde son derece öznel olan Naci,  eleştirisinde de bir o kadar nesneldir. Binyazar,  tam da bu satırların devamında Naci’nin çok da kırılgan olduğu notunu düşer. Binyazar’a göre Naci’nin öne çıkardığı öykücü Sait Faik Abasıyanık, romancı ise Yaşar Kemal‘dir.

Hüseyin Peker de yazısında Fethi Naci’nin bazı yazar ve şairlere dair oldukça keskin yargılarına yer veriyor. Naci’nin Tevfik Fikret için ‘iyi bir şair değildi’ dediğini aktaran Peker, Tanpınar’ın da fazla önemsenecek bir şair olmadığını söyler. İkinci Yeni şairleri içinde Turgut Uyar ve Melih Cevdet Anday‘ı beğenir. Naci için Hilmi Yavuz ise böbürlenmelerinden dolayı yaklaşılmaması gereken biridir. Yaşar Kemal”in İnce Memed de dahil bazı romanlarının dili kupkurudur. Yakup Kadir Karaosmanoğlu ve Halide Edip Adıvar da Naci için en kötü yazan iki romancıdır. Romancılıkta o, Reşat Nuri Güntekin‘i ön plana çıkarır. Severek andığı okul arkadaşı Özdemir Asaf‘ın fakülteyi bitirmesi için çok uğraşan Naci için Asaf, akıl almaz biridir.

Naci için ‘insanın insanla yaşadığının en kuvvetli delillerinden biri’ de Haydar Ergülen. Kaan Arslanoğlu‘na göre de o ‘roman eleştirisinin kralı’dır; aynı zamanda da kendisinin Naci’nin en sevdiği on romancıdan biri olduğunu söyler. En sevdiği on romancının kimler olduğu sorusuna karşılık Naci, “Halit Ziya Uşaklıgil, Reşat Nuri Güntekin, Ahmet Hamdi Tanpınar, Yusuf Atılgan, Yaşar Kemal, Adalet Ağaoğlu, Oğuz Atay, Ferit Edgü, Orhan Pamuk ve Kaan Arslanoğlu” isimlerini sıralayacaktır.

Süreyya Berfe, Naci’nin ezberinde çok fazla şiir olduğuna dikkat çeker ve ‘Yazsaydı, bazı şairlerden daha iyi şair olurdu’ der.

Kitabın sonlarına doğru Kaan Arslanoğlu’nun Turhan Günay‘la Fethi Naci üzerine gerçekleştirdiği fotoğraflı bir söyleşi yer alıyor. Günay, o söyleşi de Naci’nin kızı Deniz’i kaybettikten sonra kendini ölesiye içkiye verdiğini ve en korktuğu şey olan büyük bir yalnızlığa düştüğünü anlatıyor. Günay, Naci’nin intihar girişimini ise şu cümlelerle aktarıyor:

“Uzun süre içip içip ölmeyince, bir gün, Bodrum’da iki şişe rakıyı kafaya dikmiş. Sonra ölmek amacıyla kendini denize atmış. Denizde fark etmiş ki kıyıya doğru yüzmeye çalışıyor. O zaman ‘Sen ölmeyeceksin’ demiş kendi kendine. ‘Git, çalış.’ Çalışarak tekrar hayata tutunmuş. O çalışmayla 100 Soruda Türkiye’de Roman ve Toplumsal Değişme’yi yazmıştı.”

Günay, ’36 edebiyatçıyla küs öldü’ dediği Naci’nin insanlara hiç küsmediğini, eleştirilerinden dolayı edebiyatçıların ona küstüğünü ve ilişkilerinin hep bu yüzden koptuğunu söylüyor. Öyle ki Naci, bu duruma çok üzülür. Sert eleştirdiği yazarları gördüğünde onlara çok içten davranan bir insandır. Üstelik Günay, o edebiyatçılardan bazılarının bugün “Türkiye’de eleştiri bitti, Feth Naci’den sonra eleştirmen yok” dediklerini de hatırlatır.

Okuyun: Gelinciklerle Karşılanan Baba: Fethi Naci

Evren’i + Sosyal Ağlarda Takip Et

Oktay Rifat: Elleri Var Özgürlüğün!

Yanına her gelişimde yaptığım gibi en çok sevdiğin çikolatayı aldım yine; ağır adımlarla yaklaşırken sana doğru, yüreğimde heyecan elimde senin için aldığım o Tadelle vardı. İçimde, söyleyecek ne çok şey biriktirmiştim; oysa sana selam dahi veremeyip yanından usulca geçip gittim. Sonra sokağın köşesinde rast geldiğim  bir çocuğa verdim senin çikolatayı. Canımın sıkkın olduğunu anlamış olacak ki çocuk, bana ayak üstü bir edebiyat dersi verdi:

Ahmet Tulgar, Çocuklar ve Canavarları (2012) isimli romanında polis tarafından ifadesi alınan Sarp Kaya’ya şunları söyletir: “Onu acilen affetmeliydim. Acilen bir hikâye, bir roman yazmalıydım. Çünkü ben düşmanlarımı hep edebiyatta affettim.”

Yine erken kalkmayı becerememiş saat 8’de çalmaya başlayan alarma inat saat 11’de yataktan çıkabilmiştim. Her cumartesi sabahı yaptığım gibi yine 4 yumurta aldım; ikisi bugünkü kahvaltı, ikisi Pazar kahvaltısı içindi. Kahvaltı yaparken açık olan televizyonda hangi program vardı hatırlamıyorum; tek düşündüğüm İstanbul’un farklı yerlerinde yapacak olduğum işleri zaten yarısı bitmiş bugüne nasıl sığdıracağımdı.

Her kahvaltıdan sonra mutlaka yaptığım Türk kahvesi keyfini bugün es geçmek zorunda kalıp yola koyuldum. Metrobüse ulaştığımda sıcak havadan dolayı kan ter içindeydim; oysa oturduğum muhitin bitmek bilmez rüzgarı bile terlememin önüne geçememişti.

Safiye Sultan’a günün ilk raporunu verdiğimde Avcılar’ı çoktan geçmiştim; kitap okuyabilmek için Şirinevler’de inmek yerine Yenibosna’da inip metroya geçtim. Fatih – Emniyet durağına geldiğimde kitabı heyecanla kapatıp çantama koydum ve derin bir nefes alıp bir zamanlar her gün işe gelip gittiğim Vatan Caddesinin geniş, ferah kaldırımlarında yürümeye başladım.

İşe başladığımda ofisimiz Akdeniz Caddesi üzerinde bir iş merkezindeydi. Yeni ofise taşınırken üst kattaki dershanede çalışan birkaç arkadaşımla vedalaşamamıştım. Aylar sonra Samet ve Sefer’le bir araya geldik; çay içip koyu bir sohbete daldık. Boşalttığımız ofis hâlâ boştu; bakmaya gelenlerin tutmayıp geri döndüklerini anlattılar. ‘Ben gözümü burada açtım’ dedim; Samet, Kıraç’ta çalıştığı bir iaç firmasının ilk tecrübesi olduğundan bahsetti; Sefer ‘burası benim gözümü açtığım üçüncü yer’ dedi. Atilla’yı ve Murat’ı göremedim; onlara bol bol selam gönderdim.

Abdullah’ın yanına uğradım; babasının saçları hâlâ çok beyazdı; aslında saçlarının bembeyaz olduğu bugün dikkatimi çekmişti. Öğle yemeklerini yemek için gittiğimiz farklı yerler içerisinde bize samimi davranan tek esnaf onlardı. Her zamanki gibi çay, tatlı, yemek ısrarı yapsa da yetişmem gereken yere geç kalmamak için Abdullah’la vedalaşıp yola koyuldum.

“Çay içer misiniz?” diye öylesine masum ve kibar bir dille sordu ki ‘ne kadar ufak bir yüzü var’ diye içimden düşünürken Suriyeli çocuk aynı soruyu birkaç kez tekrarlamıştı. Sonra küçük Yusuf’a soruları ben peş peşe yöneltmeye başladım; hepsine yeni öğrenildiği belli Türkçesiyle cevap verdi. Beş ay önce Suriye’den Türkiye’ye gelmişti, üstelik geldiğinde hiç Türkçe bilmiyordu. “Yedinci sınıf şimdi bitti” dedi; “Artık sekizinci sınıfa geçtim!” Sait’in berber koltuğunda otururken iki berber çırağı benim yanımda bekleyip ustasına yardım etmek için gizli bir çatışma içerisindeydiler. Diğer çırağı önceki gelişimden zaten tanıyordum; o zaman da beşinci sınıftı. “Okula gitmiyor ki” dedi ustası; “sınıfta kalma olmadığı için geçiriyorlar” dedi.

Fatih Camii’nin görkemli manzarasına karşı çayımı yudumlarken bir kez daha Fethi Naci arkadaşlık etti bana; bu kitabı bir an evvel bitirmeliydim. Lale Hanım’ı daha fazla bekletmek olmazdı; hem o değil miydi ‘sen bana Fethi’yi anımsatıyorsun çocuk’ diyen. Zaten Anılar Kitabı’nı da hep o gözle okuyorum.

oktay rifat

Beni Fatih Camii’nden Taksim’e götürecek 87 numaranın bir türlü sevemediğim mavinin o çirkin tonundaki Özel Halk Otobüsü olarak gelmesi biraz canımı sıksa da özlediğim yollardan tekrar geçiyor olduğum için keyifliydim. Bir durak önce inip daha önce geçmediğim Beyoğlu’nun ara sokaklarından İstiklal caddesine ulaştım. Türk edebiyatının dev isimlerinden Oktay Rifat’ın 100. doğum yılı vesilesiyle Yapı Kredi Kültür Merkezinde açılan “Elleri Var Özgürlüğün” sergisinde kendimi hem yazar, hem şair hem de ressam bir adamın dünyasına bıraktım.

Oktay Rifat'ın babası ve annesi

Oktay Rifat’ın babası ve annesi

Oktay Rifat, Samih Rifat Bey ile Münevver Hanım’ın oğulları olarak 10 Haziran 1914 tarihinde Trabzon’da dünyaya gelir. Samih Rifat, o tarihte Trabzon valisidir. Çok değil doğumundan sadece 5 ay sonra Oktay Rifat, artık İstanbul havası solumaya başlayacaktır ancak çocukluğu da ilk gençlik yılları da Ankara’da geçecektir.

Edebiyatın en önemli isimlerinden biri olmak yine usta kalemlerle arkadaşlık etmekten geçer, öyle ki Rifat’ın en yakın arkadaşları Orhan Veli Kanık, Melih Cevdet Anday ve Cahit Sıtkı Tarancı’dır. Ama belki de daha önemlisi o, Trabzon ve Erzurum valilikleri ile Biga ve Çanakkale milletvekillikleri yapmanın yanında Türk Dil Kurumu Başkanlığı yapmış; Tevfik Fikret’in etkisiyle şiire başlamış; Milli Edebiyat akımını benimsemiş ve hece ölçüsüyle şiirler yazmış bir babanın oğludur.

oktay rifat

Ankara Lisesi’nde Orhan Veli ve Melih Cevdet Anday’la yollarının kesişmesini “Garip sacayağı böylece kurulmuş oldu” sözüyle vurgular, üstelik Edebiyat öğretmenleri de Ahmet Hamdi Tanpınar’dır. Rifat, lise yıllarının sonlarına şairlik serüveninde geldiği noktayı “Lise sonlarına doğru, bayağı eli yüzü düzgün şiirler yazmaya başladım” sözüyle özetler.

Ankara Hukuk Fakültesi’nden mezun olduktan sonra geçimini avukatlık yaparak sağlıyor olsa da her zaman “Ozanlık dışında her iş bana ikinci derecede bir uğraş göründü.” diyecektir; Allah’ım ne tanıdık bir hissiyat!

“Yalandan, yalancıdan, hele çıkar için yalan söyleyenden iğrenirim” der; 73 yaşında vefat etse de onun ki uzun bir yoldur, zaten “Ozan, başka ozanlardan kendine, kendinden başka ozanlara gide gele pişer ve olgunlaşır. Ozanın kendine varışı kolay olmaz. Uzun bir yoldur bu.” demiştir.

Sergiyi gezerken Oktay Rifat’ın ressamlık yönüyle de karşılaştım tablolarından bazı örnekler sayesinde. Yapı Kredi Yayınları, tıpkı Orhan Veli sergisinde olduğu gibi Oktay Rifat için de en özel fotoğraflarına, kıyafetlerinden sürücü ehliyetine kadar birçok özel eşyasına sergide yer vermiş. Bir zamanlar taktığı şapkası ve resimlerini yaparken kullandığı boyaları, fırçaları beni en çok etkileyen detaylar oldu.

oktay rifat

Evren’i + Sosyal Ağlarda Takip Et

Sen Akıp Giderken İstanbul; Orhan Veli 100 Yaşına Girdi!

Orhan Veli Sergisinin girişindeki yazı

Orhan Veli Sergisinin girişindeki yazı

Yazdım okuyun; Bir Orhan Veli Şiiri bulup Şiire Dokunun!

YKY’den e-posta adresime gelen mesajda ‘Sakın Şaşırma, Orhan Veli 100 Yaşında’ yazıyordu. Serginin tarihini takvimime kaydettim ve birkaç hafta önce bir cumartesi soluğu İstiklal’deki YKY kitap satış mağazasının önünde aldım.

Orhan Veli’nin dünyasına dalmadan önce bir zamanlar arşınladığı yollardan bugün geçen binlerce insanı seyrettim, onu bir dönem besleyen İstanbul’un sesine kulak verdim. 1940’lı yılların Türkiyesi’nde şiiri sokağa dökmüş Orhan Veli’nin en özel hatıralarının yanı başında İstiklal’den, Beyoğlu’ndan hatta İstanbul’dan habersiz akıp giden insanlar ‘Uyuşamaz yollarımız ayrı’ mısrasını aklıma getirdi.

Anlatamıyorum; Orhan Veli

Anlatamıyorum; Orhan Veli

Hiç bilmeseniz de ‘Anlatamıyorum’ şiirini mutlaka duymuşsunuzdur; Orhan Veli’ye ait olduğunu bilmiyorsunuzdur belki ama ‘Ağlasam sesimi duyar mısınız, mısralarımda / Dokunabilir misiniz gözyaşlarıma ellerinizle?’ soruları kulağınıza bir kez de olsa ilişmiştir.

Orhan Veli

YKY Kültür Merkezi’nin sergi salonuna çıkarken Orhan Veli daha girişte karşıladı beni, oturduğu bankın üzerinde bacak bacak üstüne atmış şekilde. Az yaşamış ama şiiri dizelerinde, edebiyatı cümlelerinde hâlâ yaşatan o büyük şairin dokunduğu kâğıt ve kaleme kadar çok özel detaylarla dolu sergi, Türk şiirinin hep genç kalacak şairine yaraşır bir şekilde hazırlanmış.

Sadece 36 yıl yaşadı ama kalemini her oynatışında adını yaşadığı döneme, bugüne ve yarına yazdırdı. Daha ortaokuldayken Oktay Rifat Horozcu ile arkadaş oldu; lise öğrencisiyken yolu Melih Cevdet Anday’la kesişti; edebiyat derslerine Ahmet Hamdi Tanpınar girdi. Tanpınar’ın yakından ilgilendiği Orhan Veli, hocasının Türkçeye çevirdiği Cürüm ve Ceza’yı evde temize çekiyordu.  

Orhan Veli

Askerdeyken gönderdiği mektupların listesi

Orhan Veli, kısacık ömründe öylesine düzenli yaşadı ki askerlik görevini yaptığı sırada yazdığı tüm mektupların listesini bile tuttu. 

'Dünyalarının Dışından' roman notları

‘Dünyalarının Dışından’ roman notları

1944 yılında ‘Dünyalarının Dışında’ adlı bir roman tasarlamıştı. Sergide, kendi el yazısından o romanın bazı sayfaları da yer alıyor.

Orhan Veli öldüğünden cebinden çıkan şiir karalamaları

Orhan Veli öldüğünden cebinden çıkan şiir karalamaları

Orhan Veli vefat ettiğinde cebinden at yarışı programı, 28 kuruş ve bir dış fırçası çıktı. Diş fırçasına sarılı olduğu söylenen iki yüzü eski harfli şiir karalamalarıyla dolu yıpranmış kâğıt da serginin en özel ayrıntılarından biri.

Kendi el yazısından 'Macera' Şiiri

Kendi el yazısından ‘Macera’ Şiiri

Serginin en özel hatıralarından biri Orhan Veli’nin sürekli cebinde taşıdığı ve şiirlerini not aldığı kalemleri ile kendi el yazısından Macera şiirinin ilk halinin yer aldığı kâğıttı.

Hikâyeler, denemeler, makaleler yazan, çeviriler yapan ve dillerden düşmeyen mısraları dizen o adam, Ankara’da belediyenin kazdığı bir çukura düşüp başından yaralandı ve iki gün sonra İstanbul’a dönünce beyin kanaması geçirerek 14 Kasım 1950’de yaşamını yitirdi.

orhan veli

Orhan Veli Sergisinden Bir Görünüm

30 Nisan’a kadar açık olacak serginin koordinatörlüğünü Veysel Uğurlu, editörlüğünü de Murat Yalçın üstleniyor. O çok beğendiğim serginin tasarımında da Sadık Karamustafa’nın imzası bulunuyor.

Sergiden bazı fotoğraflar:

[Ssyal ağlarda TAKİP ET]

Noktalı Virgül, Sen Bizim Her Şeyimizsin!

Dün akşam Ege Tv‘de “Sora Sora” Programında Aydın Belediye Başkanı İlhami Ortekin dedi ki: “Söyleyince tüylerim ayağa kalkıyor: Her şey Aydın için!” {Benim tüylerim diken diken olur, bazı insan türlerinin tüyleri ayağa kalkan cinsten demek ki :) Ayrıca “her şey Aydın için” sözü çok şatafatlı bir slogan mı da belediye başkanının tüylerini “diken diken” ediyor?}

Bu sabah da Radyo Ege‘deki programcı “duyunca şaşkınlığa ulaştım” demez mi? Bu ifadeleri nereden bulur, hangi Türkçe bilgisiyle kurarlar anlayamadım ki!

Seni Seviyoruz Noktalı ; Virgül

Bu işareti yerli yerinde kullanamayan insanın Türkçe bilgisinden şüphe edin.” diyor Melih Cevdet Anday. Çoğumuzun nerede kullanılacağını bir türlü öğrenemeyip üvey noktalama işareti muamelesi yaptığımız noktalı virgülün, aslında bir insanın Türkçeyi iyi bilip bilmediğinin ölçütü olduğunu anlamak zor değil. Açıp bakın gazetelere. Kaç tane (;) göreceksiniz?