Yazmanın Mutfak Sırları

Farkındayım, yazma konusunda hepimiz zor bir süreçten geçiyoruz. Üstelik, yapay zekânın “sayesi”nde yazmak daha da kolaylaşmış görünse bile. Bunca bildirimin, dijital gürültünün, tüketilecek içeriğin arasında hâlâ yazma isteği duyuyor, yazmaya vakit ayırıyor, yazabiliyorsak şanslı azınlığa dâhiliz. Yazmanın mutfak sırlarına odaklandığım bu haftaki Medium yazımı buradan okuyabilirsiniz.

Nâzım Hikmet’ten Orhan Veli’ye: Evladım Olsa Reddederim!

Yalçın Armağan tarafından hazırlanan, Everest Yayınları etiketiyle yayımlanan Dakika Atlamadan’ı okuyorum. Melih Cevdet Anday’la yapılan söyleşilerin bir araya getirildiği kitapta, Hürriyet Gösteri için Konur Ertop’un kendisiyle yaptığı söyleşi de yer alıyor. Anday, o söyleşide Nâzım Hikmet’in Orhan Veli için “Evladım olsa reddederdim.” dediğini; bunu da kendisine bizzat Sabahattin Eyüboğlu’nun aktardığını söylüyor. Önü ardı paylaşılmayan bu bilgiyi okuduğumda oldukça şaşırdım. Bu sözün izini sürdüğüm araştırmada elde ettiğim diğer şaşırtıcı ayrıntıları Medium’daki yazımda okuyabilirsiniz.

Blog Yazmanın Ne Anlamı Var ki?

Dünya açlıkla, savaşlarla, susuzlukla sınanırken, Instagram sanki başka bir dünyadan peri masalı anlatırken, video dışındaki içerikler o kadar da ilgi görmezken üç — beş kişi belki okur diyerek ısrarla yazmaya niçin devam ediyoruz? Öyle ki internetin, vakit öldürmek için yazılan blog yazısına da ihtiyacı yok. En azından biz, bunun farkındayız. Yazının devamını Medium’daki sayfamdan okuyabilirsiniz.

20. Yılda Yeniden Blog Sohbetleri

2005 yılında başladığım blog yazma yolculuğumda benim bile tahmin etmeyeceğim bir istikrarla yirmi yılı geride bıraktım. Bir blog yazarı olarak bu süreçte sadece yazmadım; zaman zaman YouTube’a da içerikler ürettim, üç farklı formatta podcast programı yaptım. Blog yazarlığının önemini her fırsatta vurgulamaya çalışırken blog yazarlarının görünür olması için de kendi payıma düşen çabayı göstermeye gayret ettim. Temmuz 2025’te, yirminci yılı doldurduğumdan beri aklımda eskiden beri söyleşi yaptığım herkesle tekrar sohbet etme fikri vardı. Bunu tekrar YouTube’da yapmaya karar vermiştim ama kamera, ışık gibi bazı teknik ihtiyaçları halletmem gerektiğinden hem de hayat telaşı, koşuşturmalar derken nihayet ilk adımı attım.

Continue reading →

Her Okur, Okuduğu Kitabın Yazarı Olmalı

Kitaplığımdan ne zaman bir kitap seçsem -birkaç yıl önce okuduğum, sayfalarına notlar düştüğüm, cümlelerin altını çizdiğim herhangi bir kitap- aynı şeyi yaşarım. Sayfaları karıştırırken işaretlediğim yerlere bakıp, bir an duraksar; “Bu satırların altını ben mi çizmişim? Bu notu gerçekten ben mi düşmüşüm?” derim. Yazının devamını Medium’daki sayfamdan okuyabilirsiniz.

Yazmaya Dair Sorgulamalar

Boş sayfaya bakarken -eğer daha öncesinde hangi konu üzerinde, ne hakkında yazacağımı belirlemediysem- başıma hep aynı şey gelir: Cümleler kafamda dolaşır, karmakarışıktır. Hiçbiri yeterince net ya da açık değildir. Cümlenin ya başını ya sonunu getiremem. Böyle zamanlarda elim, kitaplığımdaki herhangi bir kitaba, çoğunlukla da başucu kitaplarıma uzanır. Yazıya nasıl başlayacağımı bilemediğim zamanlarda neler yaptığımın ayrıntıları Medium’daki sayfamda yazdım.

Çocuklara Niçin Türkçe Ad Vermeliyiz?

Bugün Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Turan Kültür Merkezinin İstanbul Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsündeki “Süleymaniye Kürsüsü Konuşmaları” etkinliğinin ilkine dinleyici olarak katıldım. “Çocuklarımıza Neden Türkçe İsimler Koymalıyız?” başlıklı etkinliğin konuşmacıları, aynı zamanda Tarihi Türk İsimleri kitabını yayına hazırlayan Dr. Öğr. Üyesi Neşe Işık Kadıoğlu ve Dr. Öğr. Üyesi Muhsin Kadıoğlu’ydu.

Continue reading →