Meslek hayatımın ikinci Öğretmenler Günü‘nü daha “öğretmen sıfatıyla” kutlayabildiğim için mutluyum :) Haksız bir uygulamanın, laçkalaşmış bir sistemin içinde yer alıyor; hâlâ “ücretli” ön adıyla bu görevi yerine getiriyor olsam da ben 75+16 öğrencim, bir yılı aşkın süredir yuttuğum tebeşir tozları ve katettiğim binlerce kilometreyle bu kutsal görevin hazzını tadabildiğim için gururluyum.
Onlar çok iyi biliyorlar; e-vren öğrencileri’nin yıllar sonrasına taşacak “ileri zaman hikayeleri”ni büyük bir keyifle birlikte yazıyoruz ve bunu, onları gönülden severek yapıyorum. Akademik bilgi düzeyim, bilgiyi aktarma kabiliyetim, resmi prosedürleri bilme konularında “yeterli olduğumu” iddia edemem ama gönlümdeki öğrenci aşkından fazlasıyla eminim.
Özellikle 2010 Üniversite Sınavına girecek olan öğrencilerimizi sene başında motive edebilmek ve onlara, aylar sonra kazanmaları muhtemel üniversite ortamını önceden gösterebilmek adına dün Pamukkale Üniversitesi‘ndeydik.
2001 ÖSS’de kazandığım 2003 ÖSS ile ayrıldığım PAÜ Fen Edebiyat Fakültesi‘ydi ilk durağımız. Haftalar öncesinden Turgut Hocam‘la haberleşmiş, Continue reading →
19 Eylül cumartesi: Ramazan’ın son günü, bayram arifesi. Bütün Aydın alış verişte. Özgür‘le görüşüp 10 numaralı hattıyla turladım, hasret giderdim :) İftardan sonra bütün bir gece saçma sapan şeyler yedim. Bu, 1 ay boyunca dinlenen mideme resmen zulümdü :)
20 Eylül Pazar:
Bayramın birinci günü. Her yıl saatler öncesinden bizi bayram namazı için uyandıran annem bu yıl Continue reading →
Geçen bayramda görüşemediğim yakın arkadaşlarımdan Mutlu Yavuz geldi. Anne ve babasına gittik sonra.
Benden önce davranıp Evren abi aradı beni. Bayramın en şaşırtan telefonuydu benim için :) Üstelik mahçup da oldum :(
Turgut Hocamı aramayı unutmuşum, dördüncü gün aklıma geldi. Utana sıkıla aradım hemen. Bu sefer sofra başında değildi :)
Emine nineme gittim. Torunu kat kaloriferi döşetmiş eve. “Artık hiç üşümüyorum.” diyor. Söz verdim pazar günü gidip pazardan kese yoğurdu alacagım ve ayran yapacağım ona.
Gülgün Hocamın elektrikleri kesikti, bu bayram elini öpmeye gidemedim :)
İncirliova’ya Harun‘un ailesini ziyarete gidecektim ki evde yoktular.
Çiftlik Köyü‘ne Yüksel abimin yanına gittim. Yine annesinin odun ateşinde pişen o muhteşem yemeklerinden yedim :)
Bayramın son günü İlknurlardaydık. Unutulan dondurma muhabbeti yarım saat sürdü :) Güldük eğlendik yine. Sonra toplanıp hep beraber Deniz‘lerin evine gittik. Orada da üzerime bir ağırlık çökünce ben pek muhabbete katılamadım. Zaten çoğunluk Avrupa Yakası‘nın tekrarına kilitlenmişti :)
Hüss‘ün üç yaşındaki kız arkadaşı Özge geldi ama Hüss, Denizli’de olduğu için görüşemediler. Özgecik evin bütün odalarında Hüss’ü aradı. En sonunda telefonumdaki Hüss videosu ile onu oyaladım :)
Dün Aydın’a dolu yağdı, ben de bayram ziyaretlerim sırasında doluya tutuldum.
BEN Mİ KABİLİYETSİZİM, YOKSA KABİLİYET DENEN ŞEY BAŞKA BİR ŞEY Mİ?
Şu kaderin işine bakın ki daha geçen hafta Pamukkale Üniversitesi’nden eski hocam (Yrd. Doç.) Turgut TOK’la akademik kariyer yapma üzerine konuşmuştuk.Yeni Türk Edebiyatına olan ilgimden, Prof. Dr. İsmail ÇETİŞLİ’nin yanında yüksek lisans yapmaktan, ÜDS puanından, LES sonuçlarından dem vurmuştuk. Gönül elbette İsmail ÇETİŞLİ gibi bir hocanın yanında yüksek lisans yapmayı isterdi ama Pamukkale Ü. cehennemine bir daha dönmeyeceğimi Turgut Hocam da ben kadar iyi biliyordu. Ve cevabım üzerine akademik kariyer planlarım yeniden gözden geçirildi.
Öyle ki, ben aylar öncesinden yine bu sayfalarda Yeni Türk Edebiyatından yüksek lisans yapmak istediğimi yazmıştım. [Bkz.]
Yine kaderin şu cilvesine bakın ki daha 2 gün önce ADÜ’den bir hocamla odasında benim kabiliyetsizliğim üzerine konuştuk. Bilgilerim noksandı, hiç çalışmıyordum, bilgilerimi aktaramıyordum ve kariyer yapacağım diye yırtındığım Yeni Türk Edebiyatında kabiliyet denen üstün vasıftan yoksundum :) Beş Hececiler’in ismini bile bilmiyordum.
Öyle ki, değerli hocam sınıftan bir arkadaşla kıyaslıyor beni ve diyor ki: “O bile senden yüksek aldı.” Dönüp bakıyorum: “Bu mu!” İnanılır gibi değil ama gerçek. Benim bir ayda okuduğum kitabı o arkadaş bir yılda anca okuyor. İnanmazsanız karşınıza alıp bir konuşturun bizi :)
Kaderin şu işine bakın ki tekrar (!) bu arkadaşın sınav günü duvar kenarına oturup Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatının sınıflandırılmış şemasını oldugu gibi duvara yazdığını öğreniyorum.Bense ezberleyememişim onlarca şahıs isminden oluşan şemayı. Ağacı çizmişim ama meyvelerini yerleştirememişim. Resim konusunda ilkokuldan beri “kabiliyetsiz”imdir zaten.
Sınav kağıdıyla tescillenen bu kabiliyetsizliğim sonucunda geçen hafta Pamukkale Ü. Fen Edebiyat Fakültesi’nde Turgut Hocamın odasında yeniden inşa ettiğim gelecek planlarımı ADÜ Fen Edebiyat Fakültesi’nde tekrar değiştiriyorum:
Madem öyle, haydi Evren askere ! LES’e girmiş bulundum artık ama kaç puan gelirse gelsin kullanmak yok; hele hele Mayıs’taki LES’e asla girmek yok. Ne tezli ne tezsiz, Yüksek Lisans’ın hiçbir türünü yapmak yok. Günde 150 sayfa kitap okudun da noldu ? Aynen devam et, askerde 500’e çıkarır aradaki mesafeyi kapatırsın. Asker dönüşü git bir dershanede çalış, olmadı MEB’te öğretmen ol ama sakın üniversitede kariyer yapma !
Yine yine şu kaderin cilvesine bakın ki annem Safiye Sultan benim hep üniversitede kalmamı isterdi. Öğretmen olmamam konusunda Safiye Sultan’la hemfikirken bir noktada ayrılıyoruz: İyi de ben, profesör de olmak istemiyorum :)
Kader işte: Bugün edebiyatın, sinemanın, tiyatronun dev isimleri, zamanında “kabiliyetsiz” olarak nitelendirilmişlerdir. Ama onlar bunlara kulak asmadan bildiklerini okumaya devam etmişlerdir. “Ben kendimden eminim, yine de kendime güveniyorum” dediğimde, “bunun da başlı başına bir sorun” oldugunu söyleyen hocama rağmen, ben yoluma devam ediyorum.
PEKİ BEN GERÇEKTEN KABİLİYET(SİZ) MİYİM?
Turgut Hocam, Pamukkale’den ADÜ’ye geçeceğim zaman “Ege Üniversitesine geç, büyük denizde boğulmak daha iyidir.” demişti ve eklemişti: “Sen kariyer yapacak adamsın.”
Bugün yine bir üniversite hocası “kabiliyetsiz, bilgisiz” diyor bana. Kendime olan güvenimi ise ciddi bir problem olarak görüyor.
Victor Hugo adını hiç duymayan kaç genç vardır: Hiç! Peki TDE son sınıfa gelmiş ve Beş Hececilerin kimlerden oluştugunu bilmeyen kaç öğrenci vardır: Biir! O da ben :) Öğretmen her şeyden önce bir psikolog donanımında olmalı diye düşünüyorum 18 yıllık öğrencilik hayatımdaki tecrübelerimden yola çıkarak…
Öğretmen olmayacağım, profesör belki olurum… Ama yarın Ali KIRCA’nın masasında ben oturacağım! Ve bir gün kariyerimin zirvesindeyken ADÜ Fen Edebiyat Fakültesinin bir odasında kabiliyet(siz)liğim konusunda yapılan yorumu gülerek hatırlayacağım. “İyi ki” diyeceğim: Kabiliyetsizmişim :)
Denizli’ye gidiyorum diye bas bas bağırdım bu sayfalardan. 8 Aralık Perşembe başlayan gezim 12 Aralık Pazartesi Aydın topraklarına ayak basmamla sona erdi :) Diğer Denizli ziyaretlerime nazaran bu defa daha fazla eğlendim, insan gördüm ve zevk aldım. İşte Denizli’den kısa kısa notlar:
Ramazan, Suzi, Zeynep, Harun, Yahya, Halamlar, İbrahim ve Mustafa abim vs vs vs… Herkesi gördüm, herkesle bir kaç kelam ettim. Amma en çok dedikoduyu Suzi’yle yaptım :)
Yukarıdaki fotoğrafta da görebildiğiniz üzere Suzi (sağdaki) benim Hülya AVŞARIM’dır. Biri ayaküstü, ikisi oturarak olmak üzere 3 defa görüştük. Canım arkadaşım Zeynep’le de görüşmek kısmet oldu. Eskilerden bir muhabbet bir muhabbet. Laf lafı açtı, adı anılmamış kişi, yad edilmemiş hatıra bırakmadık. Ayrılık zor oldu Suzi ve Zeynep’ten. Eski sınıfımdan Denizli’ye geldiğimde görüşebildiğim tek onlar kalmıştı.
Ramazan her zamanki gibi benim moral sponsorumdu. Yalnız bu defa özel sebeplerden dolayı canı epeyce sıkkındı. Neyse ki bir kaç gün de olsun moralini sağlam tutabildik (gibime geldi). Evini baştan sona temizleyip, dekorasyonunu değiştirme planlarımız her seferinde başarısızlıkla sonuçlandı ama bizi güzel sürprizler bu hale getirdi. Tek bir sorun vardı: Ramazan’dan o çok güzel cüzdanını alamadım bir türlü. Nasıl gerildim, nasıl üzüldüm anlatamam :)
Yahya (fotoğraftaki) ve Mustafa abiyle de görüşmek büyük keyifti. Gönülden sevdiğim ama çok sık görüşemediğim biri abim diğeri kardeşim olan iki değerli insanla buluşmak gerçekten çok güzeldi. Gerçi Mustafa abimle biraz ayaküstü oldu ama bunu telafi etmesini de bilirim ben :)
Halamlarda akşam yemeği, İbrahim abimde akşam yemeği, gece yatısı, sabaha kadar sohbet, gırgır şamata… Hüseyin’le oyunlar vs vs. Amcaoğlumu, Düriye ablamı, bizim Hüseyin’i, Fatma Yengemi nasıl da özlemişim. Geceler az geldi, yetmedi bize. Her zamanki gibi İbrahim abimle çay üstüne çay içtik. Güldük, eğlendik, zaman zaman Türkçe üzerine derin sohbetler yaptık..
Cuma sabahı başlayan Turgut Hocamla görüşmem fakülte kampüsünden Denizli’nin çeşitli mekanlarına taşındı. Sordum cevapladı, sordu cevapladım. Bir kere daha Turgut Hocanın dünyasında kaybolup gittim. Kariyer planlarım gözden geçirildi ve yeni bir yol haritası çizildi. Üzerine de kabak tatlısı yenildi. Turgut Hocamdan bir çanta dolusu hoş anıyla ayrıldım yine. Bir de yüreğimde kocaman heyecanlarla…
Ve Paşa, Harun’un evinde… Yağsın dedi de yağmur, dinmesin dedi sonra. Görüşemediğimiz günlerin acısını çıkardık. En çok yapmayı istediğim şeyi yaptım: Harun’la sabaha kadar çay içip sohbet ettik. Gezdik dolaştık. Yedik içtik. Babam ve Oğlum filmine gittik. Ağladım, yürüdük, ağladım, oturduk, ağladım, konuştum, dinledi… Harun, benim dünyama girdiğinden beri Evren’in yeni gizlerini keşfetmeye devam etti. Yine en güzel şekilde ağırladı beni evinde, bu kentte, yüreğinde…
Yarın sabah erkenden Denizli’ye gidiyorum. Hem EFE’nin resmi bir işini halledeceğim hem de bir dönemime damgasını vuran Denizli’de tatil yapacağım (!)
Bu zaman zarfında Harun’da kalacağım. Bol bol dedikodu yapacağız, sabaha kadar çay içip sohbet edeceğiz :)
Cuma sabahı Turgut (TOK) hocamla Edebiyat Fakültesinde buluşacağım ve kendisiyle Osmanlıca dersine gireceğim. Denizli’ye her gidişimde 2 yılımı heba eden Fen-Edebiyat Fakültesine mutlaka uğrarım. Turgut Hocamı da görmeden asla dönmem.
Blog sayfamın Ocak ay’ı misafir kalemi Ramazan (TEKKOYUN)’la da buluşacağız elbet. Bloguma yazacağı yazıyla birlikte kullanmak için kendisiyle fotoğraf çekimi yapacağız :)
Cuma akşamı canım SUZİ’ nin pastasını, böreğini yemeğe evine gideceğim. Eski sınıf arkadaşlarım (kim kaldıysa artık) SUZİ’nin evinde toplanır muhtemelen. Lay lay lom yapar, eski günleri yad ederiz hep beraber :)
Cumartesi EGS Parka bowling oynamaya gideceğim mutlaka. İlk defa EGS Parkta sınıf arkadaşlarımla gitmiştik oynamaya. Son da oldu, bir daha oynamak kısmet olmadı bowlingi. Amma eğlenmiş, gülmüştük. Bu defa kafaya koydum, gideceğim.
Pamukkale’de okuduğum dönemde tek başına kaldığım evim Kalp Merkezinin oradaydı. Canım sıkıldığında kitabımı alır Kalp Merkezinin bahçesinde oturur, kendimi dinlerdim saatlerce. Moralim bozuk olduğunda, kendimi yalnız hissettiğimde gidip oturduğum ve Tavas yolundan geçen arabaların ışıklarını seyre daldığım bu -özel- yere bu sefer mutlaka gideceğim. Yine tek başıma gideceğim, yine saatlerce arabaların ışıklarına dalıp, yoldan hızla geçerken çıkardıkları sesleri dinleyeceğim. Dalıp gideceğim…
Akraba ziyaretleri vs vs vs diye Denizli programım uzayıp gidiyor. Ama Turgut Hocamla gireceğim ders, Suzi’yle büyük buluşma, Harun’la yapacağım sohbet beni en çok heyecanlandıranlar.
Bunca yazıdan sonra heveslenme DENİZLİ! Seni sevmiyorum, benim gönlüm AYDIN’da!
—
Not 1: Fotoğraf AYTEPE / Ağustos ’05 Not 2:Prens Tenes‘in iddiasına göre “deşifre ettiğim” isimler örgütlenip bana karşı birleşmişler. Kendisi de örgütün başıymış. Ayrıca iş yerindeki arkadaşları Y. Evren S. hayranı olmuşlar (kendisine rağmen) Bu yazımı da bloke etmek için çok uğraştı. Öyle ki iddiaya bile girdik. Ama eminim ben kazandım ! Çok da kötü bir şey çıkmadı değil mi ortaya ? Görüşmek üzere… :)