İlk defa İstanbul’a gelen yeğenim Hüseyin‘e çok merak ettiği İstanbul’u gezdirmek için 3 günümüz vardı. 4 Mart Cumartesi günü öğleye doğru Sultanahmet Meydanında buluşarak başladığımız İstanbul yolcuğumuz 7 Mart Salı günü öğlen Atatürk Havalimanında sona erdi. Bu kısa İstanbul seyahatimizin sonunda, Hüseyin’i hiçbir AVM’nin kapısının önünden bile geçirmeden görmek istediği yerilerin büyük çoğuna onu götürebildiğim için içim rahattı. Continue reading →
2 Nisan günü dünyaya gelen küçük prenses Zeynep Su için ilk hafta sonu Aydın’a atlayıp gittim. Hüss’ü de doğduktan bir hafta sonra kucağıma almış, hatta birkaç yıl kucağımdan indirmemiştim. Zeybep’i de 10 Nisan akşamı kucakladım; o henüz Evren amcasından habersiz olsa da mis gibi kokusunu içime çekip öpüp kokladım. Continue reading →
Kendi çocukluğumu özlediğim kadar Hüss’ün en ufak hallerini ve onunla geçirdiğim zamanları özlüyorum. Ne o ne de diğer çocuklar, büyümeseler keşke. 23 Nisan hep çocuk kalsa, hepimizin bayramı olsa.
Bir çırpıda okunacak bir yazı yazayım diye bilgisayarımın başına geçip “yazı yazma müziklerimi“ açtığımda yukarıdaki başlık aklımda değildi. Son eklediğim yazıdan bu güne neler yaptığımı size bir çırpıda yazabilirim belki ama hiçbirimizin hayatı bir çırpıda yaşanmıyor oysa değil mi?
“Yazmam“ gibi benim her işim hayatta geç oluyor; buna 81 laneti de deniliyor; “her şeyin bir vakti vardır, demek ki senin için henüz erken“ de. Bu durum neyle izah edilirse edilsin, ben hayatımdaki geç kalınmışlıkların, ağır aksaklıkların farkındayım; niçin böyle olduğununda…
12 Aralık’tan bu yana e-vren günlüğü’nün Blog Ödülleri 2011‘de ilk 10 arasında yer almasından dolayı tebrik eden arkadaşlarım var. Adı üstünde “halk oylaması“ ve tebrikleri hepimiz adına kabul ediyor, ben de bizi tebrik ediyorum ;) Kişisel bir e-günlüğü bu denli sahiplendiğiniz için 7 yıldır olduğu gibi bugün de gururluyum.
Günlerdir facebook hesaplarımı birleştirmekle meşgulüm. Ben bunu yaparken Facebook da e-vren günlüğü profilinde Zaman Tüneli özelliğini aktif edebilmeme imkan tanıdı. Şu an için karışık görünüyor ;)
Bir de onlarca fotoğraf cdsi ile cebelleşiyorum. Vakti zamanında masaüstü bilgisayarım çöker möker diye cd yapıp arşivlediğim bütün fotoğraflarımı bu kez netbooka taşıyorum ;) Sonra da büyük bir keyifle cdleri kırıp atıyorum oh ;) İlk fotoğraf makinemi -ki hâlâ saklıyorum- 2004’te aldığım için fotoğraf arşivlerim o tarihten itibaren başlıyor. Bazı kareleri yeniden gördüğümde keyifleniyorum, bazılarında da hüzünleniyorum.
Önümüzdeki hafta e-vren günlüğü’nün 2006’den önce yazılmış ve {şurada} bulunan arşivini de tek tek buraya taşıyacağım. Üstelik yorumlarıyla birlikte ;) Bir de “sosyal paylaşım sitelerindeki hesaplarımda kırık kırık yazdığım cümlelerimi“ burada ayrı bir başlık altında toplamaya hazırlanıyorum.
Sanal alemde işler bu şekilde iyi güzel de içimde garip bir hüzün var. Gurbet sabahlarına uyananlarınız ve tam da öylesi sabahlar da insanın içini yakıp kavuran o duyguyu yaşayanlarınız varsa, uzun uzun tarif etmeyeyim, işte tam da öyle bir hissin kucağındayım. Bu bloga yazılacak yazılar, okunacak kitaplar, seyredilecek filmler, çekilecek fotoğraflar, girilecek sınavlar, ölüm – düğün ziyaretleri hiç bitmez; ta ki insan bitene kadar. Benim “yavaş ilerliyorum bu hayatta“ diye hayıflandığıma bakmayın, çok hızlı akıyor zaman; sürekli bir koşuşturma ve bir türlü varılamayan o otobüs durağını bulma derdindeyim. Sanki bir şey olacak da işleri sınavlar, bilmem ne telaşları bitecek de “ohhh!“ deyip şöyle bir rahatça oturacağım ve otobüse gelecek binip gideceğim. Ama nereye? Daha da kötüsü tüm duraklarda bir sonraki durağa varmak için daha farklı bir telaş başlıyor; o durak hiçbir zaman gelmiyor!
Yıllar önce en küçük kardeşim İbrahim daha ilkokul 1. sınıftayken öğrendiği “tohumlar fidana“ şarkısını söylerdi yarım yamalak; “hiç büyümesin hep böyle masum şarkı söylesin benim kardeşim“ der, çok duygulanırdım. 20 yıl mı ne geçti. Daha dün Hüss, ben ona elma rendelerken mutfağa yanıma gelip derste öğrendiği ilahiyi okudu. Taze portakal suyu mesele değil de… Hüss hiç büyümesin. Hiçbir çocuk hiç büyümesin. e-vren günlüğü de büyümesin, 10. yaşına girsin 3-4 yıl sonra tamam ama o da biz de hepimiz küçücük kalalım!
Benim “Gocaman” bir sınıf arkadaşım var, adı Cihan. Adı adımla eş anlamlı sayılır diye, bir de yerel ağzıyla konuşur diye çok severim onu ;) Bir sigara yakmış, beni arayası gelmiş; üstelik vırak vırak kurbağa sesleri geliyor. “Sen hâlâ sigara mı içiyorsun?“ dedim; “yav ALO 171 var ya Sigarayı Bırakma hattı, onu aradım; Sizi şuraya yönlendiriyoruz, sizi buraya bağlıyoruz, sizi biraz bekletiyoruz falan filan derken sıkıntıdan bir sigara yaktım; ne sigara bıraktırma hattıymış la“ dedi ;) Türkiye’de hangi resmi danışma hattı düzgün çalışıyor ki bu çalışsın diye de çok beylik bir laf ederdim ki vazgeçtim demedim. Bugün beni en çok Cihan güldürdü; onun öncesinde de birlikte teravih namazına gittiğimiz Hüss ;)
Bu arada çok acayip can sıkıcı bir şeyler sezinliyorum etrafımda. Hayırdır inşallah, herkeste bir haller?
14 Ağustos Ramazanı’nın önemli dipnotları: İftar, teravih, Sevil, filtre kahve, tiramisu, ince belli bardakta çay, tezek kokusu, sohbet sohbet sohbet, Hüss, ekmek fırını, sahur davulcusu, sahur.
Sevil‘le filtre kahvenin de sohbetin de dibine vurduk.
Hüss‘le sahurda ekmek fırınına gittik, sıcak ekmek aldık. Hüss ilk kez sahurladı, ilk kez ekmek fırınına gitti, ilk kez sahur davulcusuyla canlı canlı karşılaştı, ilk kez doğduğum evi gördü.
Bu yazının dipnotu: Sevil’le en son Londra’dan geldiğinde bu kadar sohbet etmiştik, bir de İstanbul öncesi dün gece. Filtre kahve konusundaki girişimlerimin neticesi de belli oldu: Press! Ve sahurda ekmek fırınından alınan sıcak ekmeğe yağ sürüp yemek sonradan mideyi berbat ediyormuş :/ Dumanı üstünde sıcak ekmeğe yağ sürmek kesinlikle çocukluğumda bırakmam gereken bir keyifmiş ;)