FEF’liden Öğretmen, Akademisyenden Dost Olmaz

Sözle ifade edemediklerimizi yazarak, yazamadıklarımızı da objektifimizden yansıyanları çekerek anlatmaya çalışıyoruz. Az konuşan, çok yazandır blog yazarı.

En güçlü silah aslında kalem. Mermi niyetine cümlelerin etkiliyse en yenilmez savaşçı sensindir. İki yumrukla halledemediğini tek bir cümleyle yerle yeksan edersin.

Birgül‘le sohbetimizin arasında “Edebiyat öğretmenim lazca konuşurdu, hiçbir şey anlamazdım” dedi. Edebiyat anfisinin sıralarındayken geldiği yörenin ağzıyla konuşan arkadaşları duydukça sinirlenirdim. Papağan olsa onca kitabı okuduktan sonra düzgün konuşurdu! Hele ki Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olup da hala yerel ağızla konuşanları anlayamıyorum. Bir Türkçeci, bir Edebiyat öğretmeni İstanbul Türkçesiyle konuşmalı, yanılıyor muyum?

ÖSS tercihleri sona erdi. Formasyon ve Fen Edebiyatlarla ilgili yazılarıma çok fazla yorum geldi bu zaman zarfında. Amacı öğretmen olmak olan varsa yeri eğitim fakültesidir. Bunun 1 yıla sıkıştırılmış tezsiz yüksek lisans adı altında verilen uyduruk formasyonla telafisi komiktir! Üniversitelerin ticari getirilerinden biri haline dönen şu formasyonla bizler ne öğrendik? İçimizde okul stajlarına gitmeyenler, işini bir şekilde halledenler olmadı mı, oldu. Bizim gibi doğru düzgün stajını yapanlar da ne öğrendi? Bence hiçbir şey. Misafir gibi gidip geldik okullara. Doğrudur, ne yazık ki sistem öğretmen olmak isteyip de puanı eğitim fakültelerine yetmeyen pek çok genci Fen Edebiyat Fakültelerine yönlendiriyor. “4 yıl okuyayım da sonra 1 yıl daha formasyon alır öğretmen olmaya hak kazanırım” diye düşünülüyor. FEF’ten içeri adım attığınızda hocalarınız zaten “biz akademisyen yetiştirmek üzere eğitim veriyoruz” diye kafanıza kafanıza vuracaklar. ALES’ten yüksek puan alabilir misiniz, formasyon için başvurduğunuz üniversitelerin mülakatlarından geçebilir misiniz, KPSS varmış, hazırlanmalıymışsınız hiç umurlarında olmaz. Akademik insanlara bu kaygılarınızı anlatamazsınız. Çünkü siz eğer Fen Edebiyatın kapısından girdiyseniz, bilimadamı adayı olarak yol almalısınızdır.

Yukarıda değinmeyi unuttum: Edebiyat bölümlerinde hoca olup düzgün konuşamayan akademisyenler de cabası :) O insanlar bir de her yıl bir iki öğrenciyi gözüne kestirir, “sen öğretmen değil akademisyen olmalısın” der. Hatta kurbanlarını daha da gaza getirip “rektör olamasan bile rektörü tayin edebilecek konumda olacak adamsın!” derler. 20’li yaşların heyecanı 40’lı yaşların entrikalarını anlayamaz. “Geleceğimi düşünüp önce formasyon mu alsam yoksa akademik eğitimime yüksek lisans yaparak devam mı etsem” diye (haklı olarak) bocalarken, “Aman yavrum, aman efendim” diye karşılandığınız akademisyenlerin kapısında birgün “cesaretsiz!” damgası yersiniz. Akademik dünyanın nankörlüğü çoğu üniversite öğrencisi için özel bir tecrübedir. Orada baba-oğul, abi-kardeş ilişkisi birilerinin torpili karşısında bir kalemde silinir. Yanılıyor muyum?

Zevk İçin Yazı Yazılır

Aldığım maaş 300 YTL abi” diyor araba kiralama şirketinde çalışan yeni tandığım bir arkadaş. Ve Atatürk Havalimanından Aydın’a dönüş yolunda sahibine oldukça iyi gelir getiren bu işte 1 yıldır sigortasız çalıştığını, 4 ay önce sigortasının yatırılmaya başladığını, sabah 9’da geldiği işten akşam kaçta ayrılacağının belli olmadığını, müşteriden arabayı aldıktan sonra aracın temizlenmesinden bakımına kadar pek çok ayrıntıyla da kendisinin ilgilendiğini anlatıyor. Birkaç gün önce işe yeni bir eleman alınana kadar sektördeki en iyi rent a car şirketlerinden birinin sorumluluğunu neredeyse tek başına üstlenmiş. Yani patronunu zengin ederken 3 kuruşa “eyvallah” diyen yüzbinlerce Türk gencinden bir tanesi kendisi. En acı gerçeği de yolculuğumuzun son dakikalarında ekliyor: Aslında kendi fiyatımızı kendimiz düşürüyoruz.İzmir’de henüz yeni açılan ve geçtiğimiz ay ikinci sayısını çıkarma hazırlıklarında olan bir derginin editörü benden “zevk için yazı yazmamı” istiyor. Telif hakkı, buna bağlı olarak telif ücreti konularını hiç açmıyor. Önemli olan dergiye yeni bir yüz, yeni bir renk eklemek. Böylece derginin reklam gelirine, satış rakamlarına dolaylı da olsa katkı sağlamak. Bu yolda bedava yazı yazdırmak ve telif hakkını sahibine iade etmemek gibi pek çok usulsüzlük mübah sayılıyor.

Dergiyi elime alıp incelediğimde, derginin aynı zamanda editörlüğüne de soyunan bayanın sesleniş yazısına göz atıyorum. İçler acısı… Bir sürü yazım hatası, noktalama yanlışı. Köşe yazarlarına bakıyorum: Ev hanımı, butikçi, gözlükçü, internet kafeci… Hal böyle olunca yazı yazma işini profesyonel ellere teslim etmek gibi bir kaygı taşımıyor dergi sahibi. Çünkü telif hakkı istemeden, keyif için yazı yazmaya hazır pek çok insanımız var ortalıkta. Zaten kendisi de “etrafında köşe yazarı olmaya meraklı pek çok insanın olmasından” şikayet ediyor. Öyle ya, eline kalemi alıp iki düzgün cümleyi ard arda getirebilen herkes “yazabiliyorum” diyor. Bu işin eğitimini alan, bir sayfalık yazı için saatlerini harcayan kalemlere ücret vermeye gerek olmuyor bu durumda. Maksat birkaç süslü fotoğraf göze çarpsın, milyarlık reklamlar alınsın. Keyif için yazı yazmayı kabul edip, sırf yeni bir dergide daha ismim görünsün deseydim, araba kiralama şirketinde ucuza çalışan arkadaşın son söylediği sözü tescillemiş olurdum: Kendimi bedavaya pazarlamış (!) olurdum.

Dershanelerde hala daha 250-350 YTL’ye sigortasız çalışan arkadaşlar var. Oysa bugün bir dershanenin ÖSS hazırlık kursuna kayıt yaptıran bir öğrenciden aldığı ücret 2000-3000 YTL arasında. Bir de bunun gecelik faizini düşünün. Bir öğrenciden 2000 YTL alan dershane, niçin öğretmenine 250 YTL’yi uygun görüyor? Ve yasal olmadığı halde öğretmenini sigortasız çalıştırıyor? Ağustos 2006’da büyük bir dershanenin kurucusuyla görüştüğümde bana “1 yıl ücret almadan ve sigortasız” çalışacağımı, ikinci yılsa “stajımı başlatma garantisi vermediğini” söylemişti. Ve “sen kabul etmezsen yerine gelmek isteyen pek çok arkadaşın kapıda bekliyor” demişti. Çok mecbur kalmış olsaydım belki de o “ahlaksız teklifi” kabul edip bedavaya çalışmayı kabul edecektim. Zaten dershanelerin büyük bir yüzsüzlükle çok az bir ücret karşılığı öğretmen çalıştırmasına “yine bu teklifi kabul eden bizler” sebep olmuyor muyuz? Kendi fiyatımızı kendimiz düşürmüş olmuyor muyuz?

Hangi sektörde olursa olsun, aldığımız eğitime saygı göstertmek, fiyatımızı yüksek tutmak yine bizim elimizde. Yeter ki, yıllarca aldığımız eğitim için ailemizin harcadığı paraları, bizim de emeklerimizi göz ardı etmeyelim. Sözüm kimseye muhtaç olmamak için çalışmak ve 3-5 kuruş kazanmak zorunda olanlara değil; işsiz kalma korkusuyla bulduğu dala hesapsız kitapsız tutunmaya çalışanlara: Kimse sana değer biçmesin, kendi fiyatını kendin belirle. Sen yorulurken ve emeğinin karşılığını alamazken hizmet ettiklerin ceplerini dolduruyorsa işte orada yanlış olan bir şeyler var.

Fen Edebiyat – Formasyon – KPSS Üçgeni

Bundan yaklaşık iki yıl önce Aralık 2005’te Formasyon Kaldırılıyor! diye başlık atmışım ve Eğitim Fakültesi Dekanının bu konudaki sorularımıza verdiği cevapları konu edindiğim bir yazı yazmışım.

Ağustos 2007’deyiz. Adnan Menderes Üniversitesi, 2007-2008 eğitim öğretim döneminde Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği tezsiz yüksek lisans kontejyanını 40’tan 20’ye düşürecek dedikoduları asılsız çıktı. Bu iyi haber ama bir de kötü olanı var: ADÜ, 3 dönemi güz, bahar ve yaz olmak üzere 1 yıla sıkıştırarak tamamladığı formasyon eğitimini, 3. dönemini bir sonraki eğitim öğretim dönemine sarkıtarak 1,5 yıla çıkarma kararı aldı. Yazın formasyon dersi vermekten vazgeçen olan ADÜ, ilk defa 20 kişilik bir Tarih öğretmenliği formasyonu vermeye hazırlanıyor.

Çoğu üniversite “nasıl olsa Fen Edebiyat mezunları öğretmen olmak için ek eğitimi almak zorunda” deyip, işin ekonomik getirisi yönünde adımlar atmaya başladı. Pek çok üniversite formasyon kontejyanını artırıyor ancak başvuru ücretini 1000 YTL’den başlatıyor. Üstelik yine 3 dönemde vermesine rağmen…

Geçen yıl KPSS ile 30 küsur Edebiyat öğretmeni alındı, bu yıl sayı 400 küsura çıkartıldı. Önümüzdeki diğer atamalarda bu sayının 1000’i bulacağı yönünde söylentiler var. Ancak her halukarda Fen Edebiyat çıkışlı olup bir baltaya sap olmak uzun ve meşakkatli bir yolu gerektiriyor. Ancak şunu da kesinlikle unutmamak da fayda var: Türk Dili ve Edebiyatı bölümü mezunu birisinden sadece edebiyat öğretmeni olmaz. Hedeflerinizi geniş tutun, tek bir mesleğe odaklanmayın.

Şaka Gibi: Formasyon Bitti :)

Hiç aklıma gelmezdi birgün eğitim fakültesinin giriş merdivenlerinde fotoğraf çekileceğim. Hani biz Fen Edebiyat geleneğinden geliriz ya, hani biz kaç yıl formasyon alırsak alalım mutasyona uğramaz, fen edebiyatlı olarak hayatımıza devam ederiz ya :) Tezsiz yüksek lisansın son günü de kendimizi eğitim fakültesiyle çok kaynaşmış gördüm. Herkes birbiriyle fotoğraf çekilme, eğitim fakültesi binası önünde poz verme yarışında :)

Kitap İncelemesi dersinin final ödevi, sıfırdan bir kitap hazırlamaktı. Semih, Hacer, Mahmut ve Hey sen! Esengül ile Kitap-lık grubu olarak muhteşem bir kompozisyon kitabı hazırladık. Artık yeni eğitim öğretim döneminde Milli Eğitim Bakanlığı, lise edebiyat kitapları için bize komisyonda yer alma teklifinde bulunur mu bilemeyiz ama biz bu işi pek bir sevdik :) Kitabın kapak tasarımının bana ait olduğunu gerine gerine yazmadan edemeyeceğim.

 

Ve bizim Richard Gere’miz {yazılışı için Ankara’dan Ayşe’ye teşekkürler}, profösörümüz Müfit Kömleksiz hocamızın odasındayız ödev teslimi için. Formasyonun en fotoğraf delisi ekibi olarak, Müfit Hocayla fotoğraf çekilmemek ayıp olurdu. Yabancı filmlerde harika profesörler olur bilirsiniz, çok karizmatik ve öğrencileriyle son derece barışıktırlar. İşte Müfit Hocamız da öyle bir profesördü ki ne PAÜ’de ne ADÜ’de daha görmedim kendisi gibi birini. “Yani” ve “Pardon”unu sevdiğim Hocam, özleyeceğim sizi :)

Çok alışıldık olacak ama daha dün gibi sanki. Geçen yıl Haziran’da mezun olduğumda yüksek lisansa başvurup akademik kariyer planları yapan biriydim. Sürekliiçim rahat değil dedim, kendimi sürekli yol ayrımında hissettim. Ve ruhumdaki bütün bu inişleri çıkışları, geleceğimle ilgili belirsizlikleri yaşarken bir taraftan da e-vren günlüğü’ne ince ince işledim. Birgün ansızın başardım! deyip toparladım kendimi. Zafer sarhoşluğu kısa sürdü, yağmur durdu ve ben yaşanan büyük hayal kırıklığının ardından kendi hayatımın başrolünü oynamaya karar verdim. Bugün, formasyonun bu son gününde birisi ya da birilerinin yüzünden -kimbilir belki de sayesinde- bir edebiyat öğretmeni adayıyım. İlk defa bu kadar çok susan, sabreden bir edebiyat öğretmeni adayı….

Zorunlu Küresel Tatil

Formasyon derslerinin son haftasındayız. Haftanın 3 günü Aydın’ın tepesindeki kampuste sabah 9’dan öğleden sonra 14, 15’e kadar ders yapıyoruz. Bugün sabahki ders, elektrikler kesik olduğu için hoca tarafından iptal edildi. Sınıfta klimasız ders işlemek, hele ki nefes almak mümkün değil. Elektrik de olmayınca, çaresiz dersi düşürdü hoca. Bu arada Ege bölgesindeki pek çok ilde aşırı sıcaklardan dolayı 1-2 günlük resmi tatiller veriliyor ama Türkiye’nin en sıcak ili Aydın’da resmi daireler nedense küresel ısınma tatilinden nasibini alamayıp, harıl harıl çalışıyor.

En genç MisAfiR KaLeM‘im Enis Tekgül hakkında bir iki cümle yazmak istiyorum. Sevgili Enis’le, bu yılın ikinci döneminde öğretmenlik uygulamasını yaptığım Sosyal Bilimler Lisesi‘nde tanıştık. Gözlem için girdiğim ilk sınıf onundu. Sonra Osmanlıca derslerine girip, onlarla 1 saatlik bir çalışma yapmıştık. Enis’in sınıfında çok güzel bir enerji vardı. Oradaki pek çok arkadaşla iyi ilişkiler kurduğumu düşünüyorum. Hepsi zehir gibiydi de Enis, şiirle ilgilenmesi ve Özal’la ilgili bir kompozisyon yarışmasına hazırlanması sebebiyle daha çok dikkatimi çekmişti. Şiirlerini benimle paylaşmak istediğini söylediğinde çok heyecanlanmış, hepsini tek tek değerlendirmeye çalışmıştım. Sonrası malum: Enis Tekgül, en genç MisAfiR KaLeM olarak bize özel şiir çalışmasıyla e-vren günlüğü’nün Temmuz 2007 sayfalarındaki {yerini} aldı!

YA SABIR!

Son günlerde {sağda fotoğrafı bulunan} Emine Nine‘min sabır tesbiğine ihtiyacım olduğunu hissediyorum. İçimde bir sıkıntı, üzerimde bir ağırlık, gönlümde bir isteksizlik aldı başını gidiyor. Yarın formasyon dersleri başlıyor. İlkokula yeni başlıyormuşum gibi hissediyorum kendimi. Pazartesi sendromunun ileri boyutunu yaşıyorum psikolojik açıdan. Dün Kuşadası’na giderken yolda neden kısa yazılar yazamıyorumdiye düşünmüştüm. Bir iki cümle bir şey yazayım diye geçiyorum bilgisayarın başına ama yine döşüyorum ne varsa :) Bak yine öyle bir yazı çıkacak ortaya! {Ben malımı bilmez miyim}

Dolaplarımın altını üstüne getirdim bugün. Kitapların, dosyaların, özel eşyalarımın, fotoğraflarımın yerleri değişti. Dipten bir temizlik. Artık kitaplarımı koyacak yer bulamıyorum. Küçük kutular yaptım kendime. Ivır zıvır ne varsa doldurdum içine ve hiç açılmamak üzere kaldırdım en olmadık yere. Anneme göre onlar benim çeyizimmiş :) Bütün beyaz eşyaları da kız tarafı yapar, tamam oldu bu iş!

Ben 500. yorumu yapan ziyaretçiyle messenger’da görüntülü-sesli bir sohbet gerçekleştirmeyi planlıyordum. Bunu da blogta duyurayım bir ara diyordum ki bir baktım yorumlar 600’e yaklaşmış. Beş yüzüncü yorumu sevgili Umar yapmış ama önceden bu düşüncemi blogta belirtmediğim için Umar, hadi aç bakayım webcamınıdiyemedim tabi :) Önümüzdeki haftalarda Evren’le bir adet görüntülü-sesli sohbet kazandınız! diye bir e-posta ya da messenger ekleme daveti alırsanız şaşırmayın :) Damdan düşer gibi sanal iletişim kapınızı çalmak istemem.

Türkiye’de FEF Mezunu Olmak!

TÜRKİYE’DE

Fen Edebiyat Fakültesi Mezunu

OLMAK!

{Evren’in Aydın Life Dergisi Ekim sayısı yazısıdır}

Sanırım bundan iki yıl önceydi. Emekli bir sağlık personeli, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğrencisi olduğumu söylediğimde “işiniz zor” demişti. Formasyon verilip verilmemesinin belirsizliğinden dolayı mı işimizin zor olduğunu sorduğumda “Hayır, mesleki anlamda çok fazla alternatifiniz var.” diye cevap vermişti. O zaman için “aksine bunun bizim işimizi kolaylaştırdığını” söylemiştim. Aradan 2 yıl geçti. İddia edilen o çok alternatifli mesleki dünyaya elimdeki diplomamla giriş yaptım. Sanılanın aksine yüzleşilen gerçekler hiç de hayal edilen tozpembe bir dünya değildi. 

Fen Edebiyat Fakültelerinin bilim insanı yetiştirme amacıyla verdikleri dört yıllık zorlu bir eğitimin sonunda diplomayı aldığımızda şişirilmiş hayallerimizin nasıl da sabun köpüğünden ibaret olduğunu fark ettik ilk önce. Üniversite denen bu dev kapıdan girerken de çıkarken de sanki bütün iş’ler bizimdir sandık. İşverenlerin, bizi işe almak için mezun olmamızı dört gözle beklediği gibi boş bir hayale kapıldık. Zannettik ki, almış olduğumuz eğitime birileri saygı duyacaktı! 

Bir Fen Edebiyat Fakültesi [FEF] Türk Dili ve Edebiyatı [TDE] Bölümü mezunu olarak birinci ağızdan yazıyorum: FEF’liyiz diye birileri bizi fena halde KEK’lemeye çalışıyor! Daha net bir şekilde ifade edeyim: Birileri formasyonumuz yok diye bizi sömürmeye kalkıyor! Nasıl mı? 

Dört yıl boyunca “bilgi alarak/ bilgiyle yüklenerek” yetişen FEF öğrencisi, “bilgiyi aktarma” becerisi edinmeden eğitimini tamamlar. Ama alanıyla ilgili bilgiyi de ondan daha iyi bilecek kimse yoktur. Sonuçta bilim insanı mantığıyla yetiştirilmektedir. Pedagojik formasyonu olmadığı için mezun olduktan sonra ek olarak bir ya da bir buçuk yıl daha Tezsiz Yüksek Lisans (formasyon) eğitimi almak zorundadır. Böylece KPSS’ye girip öğretmen olarak atanma ya da bir dershanede öğretmenlik yapma hakkına sahip olacaktır. Ancak Milli Eğitim Bakanlığı FEF mezunlarına, özel dershanelerde formasyonsuz öğretmenlik yapabilme hakkını da vermiştir. Üstelik ihtiyaç duyulan okullarda ders ücretli veya vekil öğretmen olarak derslere girme imkanını da sunmuştur. Demek ki FEF mezunundan istenildiğinde iyi bir öğretmen olabilmektedir. 

Gelelim şu sömürülme olayına. Örneğin Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu olarak formasyonunuz olmadan ülkenin pek çok yerinde şubesi bulunan zincir bir özel dershaneye başvurduğunuzda size sunulan ilk şart, en az bir yıl deneme sürecidir. Aydın’daki bir zincir dershane bu sürece dâhil olabilmeniz için sizi zorlu bir sınava tabi tutmaktadır: Öncelikle eğitim danışmanıyla yüz yüze görüşme, eğer görüşme olumluysa sonrasında alanınızla ilgili bir sınava girme, sınavda başarılı olursanız size verilen bir konuyu kurulun önünde anlatma. Sanki onlarca vize ve finali başarıyla geçip mezun olan siz değilmişsiniz gibi bir de dershanenin kendi içindeki sınavına girersiniz. Bütün bu aşamaları geçtiğinizde sanmayın ki size dolgun bir maaş bağlanacaktır. Aksine, 1 yıl boyunca sigortanız yatırılmaz, stajınız başlatılmaz, üstelik seneye stajınızın başlatılacağı konusunda ise asla bir garanti verilmez. Sahip olacağınız tek şey mesleki tecrübe ve çok az bir miktarda cep harçlığıdır. 

Bir başka zincir dershane de olaya “hem bizim dershanemizde çalışmanın ayrıcalığını yaşayacaksın hem de bizden para mı alacaksın?” mantığıyla yaklaşır. Onlara göre nasıl ki yabancı dil öğrenmek ya da diksiyonunuzu geliştirmek için bir kursa gider ve edindiğiniz beceriye karşılık para öderseniz, dershanelerinde 1 yıl boyunca edineceğiniz tecrübe de bundan farklı bir şey değildir. Bu dershane de sizi ilk yıl denemeye alacağından, 1 yılın sonunda göstermiş olduğunuz performansa göre zümre başkanının hakkınızda olumlu rapor vermesi durumunda ikinci yıl stajınızın başlatılabileceğinden bahseder. Üstelik siz hiçbir ücret ödemeden bu dershanede “tecrübe” edineceksinizdir. Oysa aynı dershanenin Muğla-Fethiye’deki şubesi size iyi bir ücret, sigorta ve staj kaldırmayı teklif edebilmektedir. Çünkü yeni açılmıştır, öğretmeni yoktur ve acilen bir TDE Bölümü mezununa ihtiyacı vardır. Formasyonunuzun olup olmamasının işte bu noktada o şube için hiçbir önemi yoktur. Bir dershanenin iki ayrı şubesinde sunulan bu farklı imkânların sebebini yine kendi ağızlarından duyarız: Aydın’da bir üniversite potansiyeli vardır. Senin stajını başlatıp, sigortanı ödeyip, sana iyi bir ücret ödeyene kadar bu imkânların hiçbirini sunmayacağı başka bir mezun mutlaka bulunacaktır! Mantık gayet düz ve basittir! 

Yine başka bir zincir dershane de aynı gözle bakar size. Formasyonunuz yoktur ve sizin yerinizi doldurmak için sırada bekleyen pek çok FEF mezunu Edebiyatçı vardır. En az 1 yıl dershane etütlerinde öğrencilerin sorularını çözecek, öğretmenlerin istediklerini getirip götürecek, gerekirse okullara dershane ilanlarını asacak, oradan oraya koşturacaksınız. 1 yıllık bunca emeğin ardından dershane – belki – stajınızı başlatabilecektir ama kesin değildir. 

Sabah 9’da geleceğiniz dershaneden çıkış saatiniz belli değildir. Zümre başkanıyla derslere katılacak, derslerden çıkıp etütlere girecek, bol bol soru çözecek, soru tarayacak, sınavlarda gözetmenlik yapacak, haftanın 6 günü çalışacaksınız. Kadrolu bir öğretmen kadar yorulacaksınız ve elde ettiğiniz tek şey “tecrübe” olacak. Oysa Milli Eğitim Bakanlığı’na göre FEF mezunları usta öğretici sayılmaktadır. FEF mezunları üniversiteyi bitirdiği için muhtemelen sağlık güvencesinden yoksun olurken diğer taraftan da aileye maddi anlamda daha fazla yük olmanın sıkıntısından da bir an evvel kurtulmayı arzulamaktadır. Bu sebeplerle formasyonu alırken bir dershanede ya da bir etüt merkezinde çalışmak istemektedir. Buna rağmen ticari mantıkla olaya yaklaşan özel dershanelerin sunduğu şartları kabul etmekten başka yapabilecek çok fazla bir şeyi yoktur. Çünkü dershanelerin yukarıda sıraladığım şartlarını kabul etmediği takdirde bu şartları kabul edecek çok fazla mezun, dershane kapısında hazır beklemektedir. 

Oysa ne acıdır ki ÖSS’ye hazırlanan bir öğrenciyi dershaneye kaydettirmeye gittiğinizde 100-200 YTL indirimi bile zor yaptırabilmekte ya da bu indirim çoğu zaman mümkün bile olmamaktadır. Hatta “çocuğumuzu size 1 yıl süreyle gönderelim, dershanenizi bir deneyelim, bakalım ÖSS’yi kazanacak olursa dershane ücretini verelim” demek gibi bir hakkınız asla yoktur. Gülerler size! Oysa emek harcayıp, iyi bir bilgi donanımıyla dört yıllık bir eğitimin sonrasında mezun olan bir FEF’liyi dershanelerin 1-2 yıl süreyle denemesi hiç de komik değildir. 

Fen Edebiyat Fakültesi TDE Bölümünden henüz mezun olmuş biri olarak olayların içinde/ortasında/merkezinde bulunsam da ezbere yazmak istemedim. Şaşkın ördek yavrusu misali sahaya inilerek, bizi nelerin beklediği bizzat tecrübe edilerek bu yazı hazırlandı. Şu bir gerçek ki yukarıda bahsettiklerim sektördeki bütün dershaneleri kapsamamaktadır. İçlerinde “aldığımız eğitime” “saygı duyanlar” da yok değil. Tamamen “tecrübeyle sabit” bu yazdıklarımı “saygı görmek”, “sömürülmemek”, “saygın bir meslek edinmek” ve “sahip olduğu bilgiye değer verilmesini” isteyen Fen Edebiyat Fakültesi mezunlarına ithaf ediyorum.