Niçin e-vren günlüğü?

İkinci Vblog e-vren günlüğü’nün Kasım 2006 MisAfiR KaLeMi Emin Buğra SARAL‘dan geldi.

e-vren günlüğü ile ne zaman tanıştığını izah edip; Niçin e-vren günlüğü? sorusuna biraz sinirli, biraz mizahi bir üslupla yanıt veriyor :)


Temmuz 2009’da 5. yılına girecek olan e-vren günlüğü için uzun süredir planladığım Niçin e-vren günlüğü? konulu Vblog projesi bugün sevgili Umar ile başlamış oldu. e-vren günlüğü için ikinci kez  kamera karşısına geçen Umar TÜRKOĞLU, kaç yıldır e-vren günlüğü’nü takip ettiğini ve niçin okuduğunu açıklıyor:

e-vren günlüğü 3. Sezon

4 yıllık e-günlük yolculuğum 22-23 Eylül’den itibaren wordpress tabanlı 3. mekanında devam etmeye başlamış bulunuyor. Bu zaman zarfında epey aksaklık oldu. Bütün bir içeriğin yeni hosta taşınması mümkün olmadığı için ilk etapta Eylül ayında yayımlanan yazıları ve sonrasında sırayla MisAfiR KaLeM{LeR} ile fotoğrafhikayelerini taşımayı uygun buldum. Can sıkıcı diğer ayrıntı ise ne yazık ki Continue reading →

İftar Çıkışı e-vren Kameralarımıza Yakalandı!

Türk blog yazarlarından e-vren, dün akşam pek çok blog yazarı arkadaşına evrengunlugu.net adresinde bir iftar yemeği verdi. Aralarında Umar, Kayhan, Kaan, İbrahim, Servet, Dilara, Buğra ve Başak gibi ünlü bloggerların davetli olduğu iftar yemeği çıkışı görüntülenen e-vren, kameralarımıza saldırdı. Kendini bilmez blog yazarı olayla ilgili henüz bir açıklama yapmazken, olay anında orada bulunan adı geçen diğer blog yazarları da görevini yapan basın mensubu arkadaşlarımıza sahip çıkmayıp olay yerinden hızla ayrıldılar. [AHA]

{Burada, işte tam burada neyin gerçek neyin kurgu olduğunun ayırdına varamıyoruz. Bunu neden yazıyorum: Canım, yakaladığım bir kareyi hem kullanmak, hem eğlenmek hem de gelen tepkileri sorgulamak istiyor. Bir taraftan eğlence bir taraftan iş de diyebilirim buna. Kimine göre sosyal bir ağ, sanal bir dostluk, interkatif bir cemaat bu blog alemi. Hepimiz birbirimizden besleniyor, bir şeyler öğreniyor, hatta birbirimize yeni şeyler öğretiyoruz. Yazılan bir yazı, çekilen bir fotoğraf “sahibi” ne derse desin okuyucu tarafından kendi dünyasında kendi bakış açısıyla harmanlanıp anlamlandırılıyor. Tam da bu noktada ne e-vren günlüğü ne de bir başka blog adresinin, ürettiğini sorgusuz sualsiz paylaşmak ve bunun peşine düşmemekten başka bir durumu olmuyor. Gerçek yaşantılardan olduğu gibi, gerçekleşmesi ümit edilen hayallerden de ibaret bütün bu e-vren dünyası. Tıpkı çekilen o fotoğraf, yenildiği söylenen iftar yemeği ve üzerine yapılan espride olduğu gibi… Bir kere daha altını çizmeye gerek var mı: bu bir e-lektronik yaşam projesi’dir}

Ben de MisAfiR KaLeM Olmak İstiyorum!

Rahatsızlığımın sebebi belli oldu. Bir çeşit kas spazmı. Sağ bacağımdaki sinirler zedelenmiş, iltihaplanmış, kaslar sıkışmış vesaire vesaire… 5 günlük bir ilaç tedavisi uygulayacağım. Rahatsızlığım geçmezse fizik tedaviye doğru bir ziyarertin yolu görünecek bana.Ben de MisAfiR KaLeM olmaya karar verdim! Bakıyorum da her ay MisAfiR KaLeM{LeR}e bir ilgi bir alaka… Başvurumu yaptım, e-vren günlüğü’nde önümüzdeki aylarda ben de misafir yazar olacağım :)

MisAfiR KaLeM{LeR}e duyulan merak, gösterilen ilgi hakikaten heyecan verici. Rahatsızlığım sebebiyle bugün ilk önce İsmail Emre‘ye teşekkür içeren bir yazı yazacakken, “Yürümek İstiyorum!” diye kıvrandım. Sevgili İsmail Emre, gösterdiği çaba ve ciddiye aldığı bu çalışma ile son derece profesyonel bir yazı çıkardı ortaya. Teklifimi kabul edip, titiz bir şekilde MisAfiR KaLeM’liğe hazırlanan İsmail Emre’nin yüreğine ve ellerine sağlık!

e-vren günlüğü’nü 3 gün boyunca hazır İsmail Emre’ye emanet etmişken ben de boş durmadım, biraz yaramazlık yapayım dedim. İlginç olduğunu düşündüğüm yeni fotoğraflarımı paylaştım, blogun kod hatalarını düzelttim. {evrengunlugu.net bundan böyle daha eli yüzü düzgün görüntülenecek.}

Cuma akşamı Funda‘nın nişanı vardı öğretmenevi’nde. Funda, “Bekleyeni Gelmeyen Gelin” yazısında kulandığım oyuncak gelin’in sahibi :) Nişanında da fotoğraf çekmekten kalkıp oynamadım ama gecesinde bacağımdan rahatsızlandım :(

Şu orkestraların ortada oyun oynayanların tepesinden atılan paraları neden topladığını hala anlamam. Düğün sahibiyle baştan bir ücrette anlaşırlar. Üstüne bir de yere atılan paraları orkestra toplayınca ortaya epey ciddi bir kazanç çıkıyor. Damat oynar, kayınpederi gelir 20 ytl çevirir başında ve yere atar. Orkestranın elemanı da parayı yerden alır hemen. Ya da efeler oynarken atılan paraları sanki orkestra elemanları kendileri oynayıp yoruluyorlarmış gibi toplarlar. İşin komiği orkestra canlı müzik de çalmaz, cd’dendir bütün müzik. Zaten o para başta çevrilip niye yere atılır ben bunu anlamış değilim. Al ben yemedim sen ye; sürün para, sürün mü :)

Blog alemindeki yol arkadaşlarımdan Umar ve Kayhan da sözleşmiş gibi bloglarında gittikleri konserleri paylaşmışlar. İstanbul merkezli bu blogcu arkadaşlar, nispet mi yapıyorlar anlamıyorum :) Sezen Aksu, Leman Sam, MFÖ konserlerinden kareler bu arkadaşların bloglarında arz-ı endam ediyor. Bilseydim geçen aylarda Leman Sam’ın Aydın’da verdiği konseri atlamaz, bloguma taşırdım :) Oysa ordaydım, bir sürü fotoğraf çekmiştim ama iyi çıkmamıştı görüntüler :)

Ayağımın sancısı elime vurdu, yazdıkça yazdım. 5 gün istirahat dedi doktor. Peki ya blog? Blog tutarken ayağın değil elin işlemiyor mu çocuğum senin :)

Aynı Şehrin Çocukları Olduk

İstanbul ziyaretimde beni en çok heyecanlandıran buluşmalardan birini gerçekleştiriyorum. Beşiktaş vapuruyla karşıya geçip, Teşvikiye’de soluğu alıyorum. Ve büyük buluşma Teşvikiye Kafe‘de gerçekleşiyor. Umar Türkoğlu yol kenarındaki masasından bana el sallıyor :)

Ben gelmeden 5 dk önce Ahmet Hakan ayrılmış oradan, kimin umurunda. Blog dünyasının karayağız delikanlısı Umar’la 1 yıla yakın süredir devam eden tanışıklığımız yüzyüze görüşmeyle pekişiyor. Türk kahvesi eşliğinde blog dedikodularına giriyoruz :)

Umar, fotoğrafındakilerden çok daha yakışıklı ve sempatik. Benden biraz daha uzun ve iri yarı hayal ediyordum ki, standart bir Türk erkeğiyle karşılaştım Teşvikiye Kafede. Sonra Nişantaşı’nı dolaştık, inek heykelleri eşliğinde. Taksim’i tramvayla turlayıp karnımızı doyurup soluğu Cezayir Sokağı‘nda alıyoruz. Konuşacak öyle çok şey var ki, blog dünyasının altını üstüne getirip, lafını etmediğimiz blogger bırakmıyoruz :) Türkiye’nin en deşifre iki bloggerının buluşmasından şüphesiz onlarca fotoğraf karesi çıkıyor ortaya. Umar, fotoğraf konusunda olayı aşmış durumda. Ağzım bir karış açık geziyorum Nişantaşı’nı, Taksim’i…

Yarın sabah Aydın’a doğru yola çıkıyorum. 

İlk İstanbul Buluşması

Kartal’dan Kadıköy’e… Kadıköy’den vapurla Eminönü’ne… Sonra Zeytinburnu… Saliha karşılıyor beni. Evren seni bembeyaz gönderdik, kapkara olup dönmüşsün diyor. The Island‘ın bendeki ilk izi şimdilik bu olsa gerek :) Uzun ve güzel bir yürüşten sonra Zeytinburnu Belediyesi‘ndeyiz. Gençlik Merkezi’nin toplantısına katılıyoruz. Mesut‘un geleceğimden haberi yok. Toplantının ortasında beni görünce kısa bir şaşkınlık yaşıyor :) Gençlerin Ramazan Ayı ve 2008 yılı için planladıkları projeleri dinliyorum. Bazı yerlerde dilimi tutamayıp burnumu sokuyorum :) Bu gençler sosyal sorumluluk projeleri yapabilmek için Cumartesilerinin birkaç saatini harcarken, Türkiye’nin pek çok yerinde birçok genç dünyayı umursamayıp kendinden geçiyor diye geçiriyorum içimden.

Mesut ve Saliha ile koşa koşa tramvaya, oradan da Sultanahmet’e Esra ile buluşmaya gidiyoruz. Batuhan dışında Bursa’daki Çok Çeşitliyiz atölyesi katılımcı ekibi tam oluyor. The Island – ADA’yla ilgili merak edilenlerden konuşuyor, eskileri deşiyoruz. Beraber yurtdışında Eylem 1.1 yapma kararı veriyoruz :) Esra’yla 45 dakika sonra kalkacak vapuru beklerken, sallanıp duran ama ilk başta neden sallandığını anlamadığım bekleme salonunda simit yiyip ayran içiyoruz. Gece 23’e yaklaşıyor.

Projelerin en güzel tarafı işte bu oluyor: İstanbul ya da Ankara’da… yolunun düştüğü çoğu yerde ömrün boyunca unutamayacağın güzel dostların oluyor. Bugün inanılmaz keyifliydim onlarla görüşmekten dolayı. Yarın büyük bir buluşmanın ayrı bir heyecanı var içimde. Nihayet beklenen görüşme gerçekleşecek ve Nişantaşı’nda blogerların blogerı sevgili Umar‘la bir araya geleceğiz :)