Bunlar Gözüme Görünmesin!

Öğrencisini döven öğretmeni kınıyorum! Fiziksel şiddet uygulamadığı halde derste argo konuşan, öğrencisinin her türlü durumuyla arkadaşlarının önünde alay eden, ders aralarında Avon katalogları arasında kaybolan, dersten hemen sonra kahvehanelere koşan öğretmenlerden de nefret ediyorum!

Hastasına zavallı bir mahlukmuş gibi davranan, yüzüne bile bakmayan, tatlı dili unutup emir cümleleriyle konuşan, Doğu’ya çıkan tayinini TUS’a hazırlanma bahanesiyle reddeden, evini ilaç firmalarının hediyeleriyle düzen doktorları kınıyorum! Tıp fakültesini kazanmak, sonrasında doktor olmak için bin takla atan, Hipokrat yemininde söylediklerini unutan, hemen sonrasında da kendini bir halt zanneden doktorlardan nefret ediyorum!

Sigortasız, cep harçlığı karşılığı, etüd öğretmeni adıyla, gencecik öğretmen adaylarını “bu sene seni bir deneyelim, seneye belki stajını başlatırız” bahanesiyle köle gibi kullanan dershaneleri kınıyorum! Öğrenci başına milyarlarca kurs ücreti aldığı halde, öğretmenine komik paralar sunan, öğretmen değil işçi çalıştıran, amacı eğitim değil ticaret olan dershanelerden nefret ediyorum!

Adım attığım her yerde bunlar var. Aslında dahası da var. Bunlar benim gözüme görünmesinler, karşıma çıkmasınlar. Başka ülkeye, başka ülkeye!

Şimdi Özlesem Seni

Kapatsam şimdi telefonu? Bugün değil yarın konuşsam? Hasretin var yüreğimde, şimdi özlesem seni?

[Kapandı telefonun, kapandı gözlerim gözyaşlarıyla. Bir daha hiç açılmadı, saçılmadı sesin kulağıma. Yanlış numaralara bir yenisi eklendi, meşgul sesleri birbirini takip etti. Sözünü verdiğin o “yarın” hiç “bugün” olmadı. Şimdi ben seni özlüyorum, hasretini dindirmeye çalışıyorum ahizenin bir ucunda. Hangi zaman çektiğimi hatırlamadığım bir fotoğrafın var karşımda.]

facebook’evreni ] facebook sayfası ] twitter’evreni RSS abonelik

Halkla İç İçe Fatura Kuyruğu

21:30 Harun‘u Ankara’ya uğurlamak {neden yolcu etmek değil de uğurlamak?} için otogardayım. Kardeşi Ümran da var. Harun’un arkasından el sallarken “özel üniversitede tezsiz yüksek lisans yapan adamın hali de başka oluyor” diye dedidoku yapıyoruz. İnsan zengin olmaya görsün, bastın mı parayı alamayacağın pedagojik formasyon yok :) Hal böyle olunca “vay efendim otobüs bileti bulamamışım, vay efendim derslere girememişim” derdi de olmuyor haliyle.

20.00 Asker arkadaşım Haluk aradı. Sağolsun her seferinde benden önce arayıp beni mahçup ediyor. “Cumartesi Vedat’ın düğününe geliyor musun?” diye sordu. Ehim ehim… Vedat! Eğer ki e-vren günlüğü’nden haberdarsan ve bu satırları okuyorsan sağ üstteki kırmızı çarpı işaretine tıklayıp kapatabilirsin bu pencereyi ya da sık kullanılanlara ekle de ileride çocuklarına okutur okutur mahçup olur; “Evren amcalarının neden düğün fotoğraflarında olmadığını” da izah edersin!

Onca saat elektrik kuyruğunda boşa beklemişim. Telefon faturasını da yatırmam gerekirken yatırmamışım. Ben de diyorum ki “neden bu kadar çok para arttı”. İnsan mecnun olmayagörsün :P Elektrik kuyrugundayken sağ taraftaki su faturası sırasını da takip ediyorum. 962 numara yandı, gidip su faturamı da yatırdım. Döndüm, aynı sıradaki yerimi aldım. Ptt veznesindeki “Elif Şafak“a benzettiğim memure hanım “hoşgeldin hocam” dedi. Offff, benden bahsediyor, bizzat benden!

Bankalara otomatik ödeme talimatı vermeyip, halkla aynı sıraya girip aynı havayı soluyan ben acizane bloggerınız, önümüzdeki yerel seçimlerde belediye başkanlığına adaylığımı koyuyorum efendim. Bütün bu “sizden biriyim imajı“nın altında yatan amaç buydu :)

Şehitlerimize Rahmet, Teröre Lanet!

Binlerce şehite 15 şehidi daha ekleyince bu ülkenin bir evladı, daha ne yazar ki…

Yazsan, yazacak çok şey var aslında. Kepenkleri indirmemek, ışıkları söndürmemek gerek. Aksine daha çok söz sarf etme, daha çok kalem oynatma vakti. Vakti de değil, her zaman bunun vakti.

Bizim ufacık Hüss, evin balkonlarını dev Türk bayraklarıyla donattı. “Şehidimiz var” dedi. Sonra koca mahallede birkaç balkonda boy gösterdi bir iki bayrak. Herkes acısını ve desteğini farklı şekilde gösteriyor. Kimi televizyonda kadın programlarına katılıp hüngür hüngür ağlayarak, kimi akşam sokaklara dökülüp elinde bayrak sallayarak… Kimi de anahaber bültenlerinde şehit haberlerine ağlayıp, hemen sonrasında eğlence programlarında kahkahalar atarak…

Ekim 2007’de de hemen hemen bu dönemlerde bu kadar daha şehit vermiştik. Tarih tekerrür mü ediyor… Böyle tezat bir ülkede daha ne yazılarbilir ki; “Şehitlerimize rahmet, teröre lanet”ten başka…

Benim Yüreğim Bir Karanlık Bir Aydın’lık

Söyleyecek en çok sözü olanlar, en çok “laf” edenlere inat konuşsa, yılları aylara bölen geçmiş zaman sessizlikleri son bulacaktı. Haftalardır serzenişler, isyana varan söylemler, açılmayan telefonlar, cevaplanmayan sorular hep, “bana yakışmayan hüznün” silinmesi adınaydı. Hepimizin herkes gibi yaşamın belli dönemlerinde başı önüne eğiliyor, hayat karşısında en zayıf anlarımızı yaşadığımız çok oluyordu. Bu da bizim “insan” olduğumuzun bir kanıtıydı. Unutulmaması gereken, kusurlarıyla yaratılan insanoğlunun, kusursuz programlanmış yaşama becerisiydi. Şimdi, yepyeni hayallerin peşinden koşma değil, tasarlanan hedeflerin peşini sürme vaktiydi.

Sıradan bir hayatın anlarını, sıra dışı anılara dönüştüren e-vren dünyasının e-vren’in merkezine dönüşmesi binlerle ifade edilen gözün seyriyle yepyeni bir macerayı da beraberinde getiriyor. Yeniden tasarlanan bu e-yaşam günlüğü, anlaşılması zor yazılara ileri zaman projesi fotoğrafhikayelerini de ekleyerek büyüdü; Evren’in yazıları, e-vren’in objektifinden yansıyanlar MisAfiR KaLeM{LeR}in katkısıyla bu e-yaşam yolculuğunu bir interaktif paylaşım serüveni haline getirdi. Blog dünyasının öne çıkan blog yazarlarının aksine Evren, Aydın’da doğdu, Aydın’la büyüdü, Aydın’da yaşadıklarını [de]şifre ederek Türk bloglarının içinde kendisinden “blog gibi blog” olarak bahsettirmeyi başardı. İnternet dünyasının en kişisel blogları arasında yer alan e-vren günlüğü’nün ileri zaman projelerinin en yenisi en sonuncusu da doğup büyüdüğü topraklara sesleniyor; Evren, Aydın’ı kendisiyle beraber “bir kere daha anlatacak” yeni kalemlerin arayışına giriyor.

Sadece Aydın’da yaşayan,

Aydınlı olmasa da kendisini Aydınlı kabul eden 

ve Aydın’ı e-vren günlüğü’nde yaşatmak isteyenler

“e-vren’in objektifinin karşısına geçmek” şartıyla

“3. Sezon projesi” MisAfiR KaLeM{LeR} 09‘a davetli.

Ayrıntılar ve iletişim: misafirkalemler[@]gmail.com

Vardar Pastanesi Forum Aydın’a Şube Açmasın

Sabaha yağmurla uyandı Aydın. Böyle yağmurlu havalarda Safiye Sultan’la çay içmek en büyük keyfimizdir. Hava yağmurlu, hafif karanlık, elimde simitler kapıdan içeri giriyorum, çay demlenmiş, kahvaltı hazırlanmış. Bilgisayarda CMYLMZ stund-up. Harika başlayan ve öyle devam edeceği başlayışından belli olan birgündü bu Cuma.

Cuma namazından sonra Harun geldi. Ruhunu doyurmuş ama midesi hala aç. Bizim mahalledeki pidecinin birine oturduk. {pidecinin biri ifadesi de sanki pek bir imalı gibi oldu} Ben sözde rejimdeyim, tek bir lokma dahi almadım. Harun karnını doyururken ben, hangi tatlıcıda hangi tatlıdan yesek acaba diye düşünüyorum. Dondurma mı yesek, yok salep içelim. Kış iyice bastırmadan boza mı içseydik acaba. Yok yok, Bolulu Hasan Usta çilekli muhallebi çıkarmış, oraya gidelim derken, soluğu Vardar Pastanesi’nde alıyoruz :)

Since 1957 yazıyor Aydın’ın en meşhur -inadına meşhur- pastanesinin duvarında. Aydın’da bir dükkanın yıllar boyu iyi işlemesi için ille de merkezi bir yerde, özellikle de Adnan Menderes Bulvarı üzerinde olması inancı hakimdir :) Vardar Pastanesi yıllardır en sapa yerdedir ve ününe ün katmaya devam etmiştir. Çok ilginç bir durum. Şimdilerde bulunduğu yer Forum Aydın’ın sayesinde daha işlek bir güzergah olacak gibi. İşini iyi yapmak onca mesafeye rağmen müşteriyi ayağına kadar getirmenin en birincil şartı sanırım. Ben salepi de bozayı da buradan başka yerde içmedim desem yeridir. A boza dedim evet, onca tatlı alternatifime rağmen bozada karar kıldık :) Bu ekşimsi içeceği hiç bilmeyen, bilip de tatmayan varsa çok şey kaybediyor. Malum enerji deposu eski Türk içkisidir boza.

Mahalle baskısı işte. “Forum Aydın açıldı, herkes orada bir sen yoksun. Şöyle blogunda yaz da müşteriler akın etsin” dediler. Biz de atladık gittik Harun’la, bi’ blogluk fotoğraf aldık :) Elin oğlu şehrin kenarında mini bir şehir inşa etmiş. Alakalı alakasız herkes orada. Hava satın alıyoruz resmen. Bir süreliğine kendimizi küçük bir avrupa mahallesinde sanıp, sonra tekrar gerçekle yüzleşiyoruz şehir merkezine dönerek :)

Forum Aydın’ın Denizli yoluna bakan kısmına iki tane kocaman efe heykeli dikmişler. Aydın ya burası; “logodaki zeytin tanesiyle temsil etmek olmaz; iki de efe heykeli konduralım” demişler zannediyorum. Yalnız birinin suratı epey çirkinceydi. Sağdan çektim, soldan çektim heykeli bir türlü yakışıklı gösteremedim. Harun da müdahale etti sonra zaten: “Yahu bırak sizin evde bunların canlısı var” dedi. Tabi ya, biz evde İbrahim ve Ziya isminde iki tane dünya yakışıklısı efe yetirştiriyoruz.

Ümran‘ın resmi izni ve Harun‘un ulaşım sponsorluğunda bol sohbetli, geleceğe yönelik bol planlı güzel bir cumayı “siz köyde biz ziyaretlerde” hesabı bir türlü gidemediğimiz teyzemlere abimlerle bayramlaşmaya giderek sonlandırdım. Bugün anladım ki “kış”, tarafımdan özlenmiş; yağmurlar da…

2008 Ramazan Bayramı

Tuhaf başlayıp tuhaf biten bir Ramzan Bayramıydı. Enteresanlıklarla doluydu 3 gün. Biraz benden kaynaklanan sebeplerden dolayı en az insanı gördüğüm, en az göründüğüm bayram oldu diyebilirim.

Bayram arefesi akşamı Hüss, babasını kendisini bayram namazına götürmeye ikna edemeyince annesinin boynuna sarılıp “anne, sen sabah bayram namazına gidecek misin?” diye miyavladı. Bana gelip sorma gereği duymadı çünkü 29 gün boyunca teravih namazına gitme isteğini geri çevirmiştim :) Gece yatağına gidip sabah onu bayram namazına götüreceğimi söyleyince “iyice sallayarak uyandır beni tamam mı?” diye de tembihte bulunmayı ihmal etmedi. Ve hemen ertesi gün Hüss‘ün hayatındaki ilk bayram namazıydı.

Sabah kahvaltı… Tavas baklavası, açılış 3 dilim. Ziyaretler, baklava. Eve geldim, tavas baklavası 2 dilim. Misafir geldi, ikram edilen çikolatalardan kendime de 1 tane. Misafir gitti, can sıkıntısı 2 çikolata daha. Öğle yemeği, tavas baklavası. Akşam misafirlerle çay. Eksik kalmayayım, ben de iki dilim baklava alayım. Misafirlikte, her çeşit şekerden birer tane. A o çikolata mıydı, ondan da alayım. 2 dilim kalburbastı. “Evrencim, tabaktaki son kadayıfı da bitiriver, o senin hakkın.”  Hay hay! Türk kahvesi orta şekerli olsun. Eve geldim, ille de çay. Hala tavas baklavası kaldı mı? Sedece 1 dilim :) Ramazan’a girmeden hemen önce 80 kiloydum. Bayramın 3. günü akşamı 76 kiloydum. Abimin her bayram ısrarla yaptırdığı Tavas baklavası ve benim tatlıya düşkünlüğümle gittiğim her yerde ikramlara gösterdiğin hürmet sayesinde o 80, bonuslarla geri dönecek gibi.

Bu bayramın en minik misafiri Tuğba bebekti. Dakikalarca onunla oynadım, fotoğraflarını çektim. İnsanın sevdikçe sevesinin geldiği çok tatlı bir bebekti. Hüss’ün sınıf arkadaşının kardeşi olunca daha bir ayrı tatlıydı :)

Bayramlarda herkes bir yana Emine ninem bir yanadır. Yine yalnızdı, bir sürü sorunları vardı. Ömrünün son demlerinde hayattan hala daha şikayetçiydi. Haklıydı da… Her zaman olduğu gibi bebekliğimin ilk aylarını yeni baştan dinledik. Ama en çok da kaybettiği evlatlarının acısı ve şu zamanda kendisine yaşatılan sıkıntıları…

Harun bu bayram sıkı sitemlerde bulundu. Bu sefer geç kalmamış, bayramın ilk günü hem de öğleden önce elimi öpmeye gelmişti :)

Dedemin hangi toruna ne kadar bayram harçlığı verdiği, bu bayramın magazin muhabbetlerinin alt sıralarındaydı. Ya herkes aldığı harçlıktan memnundu ya da artık bu konu fazla prim yapmıyordu.

Bu bayram en çok hoşuma gidense insanların -özellikle de komşuların- geçen yıllara nazaran bayram ziyaretlerine ağırlık vermiş olmaları. Herkes bu sefer elinden geldiğince pek çok eşi dostu ziyaret etmeye çalıştı.

Bizimkilerin plan programından dolayı ben bu bayram biraz da Safiye Sultan’la evi bekleyen konumundaydım. Bana böyle kutsal bir görev verilmişti. Bu zaman zarfında da fırsat buldukça eski yıllara ait yazıları buraya taşımakla meşgul oldum.

Ramazan Bayramı 2008’in en güzel karesi ise e-vren’in objektifi‘nden {işte böyle} yansıdı.