Ben de MisAfiR KaLeM Olmak İstiyorum!

Rahatsızlığımın sebebi belli oldu. Bir çeşit kas spazmı. Sağ bacağımdaki sinirler zedelenmiş, iltihaplanmış, kaslar sıkışmış vesaire vesaire… 5 günlük bir ilaç tedavisi uygulayacağım. Rahatsızlığım geçmezse fizik tedaviye doğru bir ziyarertin yolu görünecek bana.Ben de MisAfiR KaLeM olmaya karar verdim! Bakıyorum da her ay MisAfiR KaLeM{LeR}e bir ilgi bir alaka… Başvurumu yaptım, e-vren günlüğü’nde önümüzdeki aylarda ben de misafir yazar olacağım :)

MisAfiR KaLeM{LeR}e duyulan merak, gösterilen ilgi hakikaten heyecan verici. Rahatsızlığım sebebiyle bugün ilk önce İsmail Emre‘ye teşekkür içeren bir yazı yazacakken, “Yürümek İstiyorum!” diye kıvrandım. Sevgili İsmail Emre, gösterdiği çaba ve ciddiye aldığı bu çalışma ile son derece profesyonel bir yazı çıkardı ortaya. Teklifimi kabul edip, titiz bir şekilde MisAfiR KaLeM’liğe hazırlanan İsmail Emre’nin yüreğine ve ellerine sağlık!

e-vren günlüğü’nü 3 gün boyunca hazır İsmail Emre’ye emanet etmişken ben de boş durmadım, biraz yaramazlık yapayım dedim. İlginç olduğunu düşündüğüm yeni fotoğraflarımı paylaştım, blogun kod hatalarını düzelttim. {evrengunlugu.net bundan böyle daha eli yüzü düzgün görüntülenecek.}

Cuma akşamı Funda‘nın nişanı vardı öğretmenevi’nde. Funda, “Bekleyeni Gelmeyen Gelin” yazısında kulandığım oyuncak gelin’in sahibi :) Nişanında da fotoğraf çekmekten kalkıp oynamadım ama gecesinde bacağımdan rahatsızlandım :(

Şu orkestraların ortada oyun oynayanların tepesinden atılan paraları neden topladığını hala anlamam. Düğün sahibiyle baştan bir ücrette anlaşırlar. Üstüne bir de yere atılan paraları orkestra toplayınca ortaya epey ciddi bir kazanç çıkıyor. Damat oynar, kayınpederi gelir 20 ytl çevirir başında ve yere atar. Orkestranın elemanı da parayı yerden alır hemen. Ya da efeler oynarken atılan paraları sanki orkestra elemanları kendileri oynayıp yoruluyorlarmış gibi toplarlar. İşin komiği orkestra canlı müzik de çalmaz, cd’dendir bütün müzik. Zaten o para başta çevrilip niye yere atılır ben bunu anlamış değilim. Al ben yemedim sen ye; sürün para, sürün mü :)

Blog alemindeki yol arkadaşlarımdan Umar ve Kayhan da sözleşmiş gibi bloglarında gittikleri konserleri paylaşmışlar. İstanbul merkezli bu blogcu arkadaşlar, nispet mi yapıyorlar anlamıyorum :) Sezen Aksu, Leman Sam, MFÖ konserlerinden kareler bu arkadaşların bloglarında arz-ı endam ediyor. Bilseydim geçen aylarda Leman Sam’ın Aydın’da verdiği konseri atlamaz, bloguma taşırdım :) Oysa ordaydım, bir sürü fotoğraf çekmiştim ama iyi çıkmamıştı görüntüler :)

Ayağımın sancısı elime vurdu, yazdıkça yazdım. 5 gün istirahat dedi doktor. Peki ya blog? Blog tutarken ayağın değil elin işlemiyor mu çocuğum senin :)

Bekleyeni Gelmeyen Gelin

]fh[ fotoğrafhikayeleri {Ağustos}

Bekledin biliyorum her kız gibi. Gelinlik çağa gelmiş herkes gibi kısmetini bekledin. Kısmetini bulduğun anda da kader ilk tokatını attı suratına.

– Kısmetimi beklemedim ben. Kısmetimi kendim buldum. Doğduğum diyarlardan uzaklarda, hiç beklemediğim bir anda kapımın önünde gördüm ben seni. O andan itibaren gözüm senden başka bir şey görmez oldu. Kısmetimi beklemedim ben. “Kısmetin benim” demedin mi sen…

Herkes konuştu, bir sen konuşmadın. En büyük hayalin o beyaz gelinliği giymekti. Tek başına yetmezdi gelinlik, kolunda beyaz atlı prensin de olmalıydı. Yanında olmadıkça ne önemi vardı ki beyazlara bürünmenin.

– Beyazlara büründüm, kolumda kanadımda sen yokken. Benim gücüm yetmezdi sen dört nala koşarken ey beyaz atlı prens! Ben beyazlara büründüm, oysa yüreğim karalar bağlar. Gelinlik bir kızın içindeki yangını kimler anlar!

Başkalarının “akılları” sevdamızın önüne geçti. Sen içinde gizlediğin sevgiye rağmen onulmaz gururuna yenik düştün. Kapında bir değil onlarca defa toz yutan ben, dostlarının laflarına “hiç” oldum. “Ben aşık olmadan biriyle birlikte olamam” dedin, kestirip attın. Oysa, sen aşıktın… Halbuki gururuna inat aşkından ölüyordun.

– Hayatımdaki en önemli varlıktın sen. Şimdiye kadar bu kadar sevemedim kimseyi. Böylesine yüreğimi açamadım kimseye. Sana baktığım gibi bakamadım, sana dokunduğum gibi dokunamadım kimseye. Aşıktım doğru ama sana “sen beni, içimdeki aşkı söndürmek zorunda bıraktın” dedim.

Özgürlüğüm elimden alınmışken duydum gelinliği giyeceğini. Son bir çare “konuşayım” dedim. Konuşmadın. Kabul etmedin son çırpınışımı. “Nasıl olur” dedim, nasıl sever, nasıl aşık olur adı “ben” olmayan başka birine… İnsan evlenecekse cesur bir karar almış demektir. “Tercihini yapmış demek ki” dedim. Sen beni suçlarken, ardında bir daha aşık olamayacak birini bıraktın oysa.

[Kapıda kalmaz hiçbir gelin, beyazlara büründü mü. Elbet bir nasibi çıkar gelir. Kimi gerçekten aşk’la evlenir, kimi gururla. Gizli saklı sevdalarla girer koynuna alyansın diğer sahibinin. Çoğu zaman kimsenin ruhu duymaz, yüreğinde iki sevgiyi birden taşıdığını bir gelinin. Hatta ölene kadar tek bir sevdayla yaşar kimi gelinler… Beklediği gelmedi gelinin. Büyük aşkı, birkaç dostun yalanlarına yenik düştü. Beyaz atlı prensi özgürlüğüne kavuştuğu gün o, hayatı boyunca bir tutsaklığa imzasını attı. O artık hiç sevmediği bir kalbin eşiydi. Üzerindeki gelinlik, sadece oynadığı bir oyunun kostümüydü.]

Fotoğrafın Hikayesi: Fotoğraf, 23 Temmuz 2008 tarihinde çekildi. Oyuncak Gelin, akrabadan öte aile dostlarımızın kızı sevgili Funda’nın çocukluğundan kalma bir oyuncağı. Fransa’da yaşayan ve Ağustos’un üçüncü haftası evlenme hazırlığında olan Funda’ya oyuncağının fotoğraflarını epostalamıştım sürpriz yapmak için. Çok şaşırmış ve duygulanmıştı. Ağustos’un fotoğrafhikayesi’ni de bu fotoğraf üzerine yazmak istedim. Biraz benden, biraz geçmişten biraz da sizden izler taşıyan bir fotoğraf hikayesi çıktı ortaya.