Selçuk Mülayim’e Mimar Sinan’ın Mezarının Açılma Sebebini Sordum

Uzun süredir söyleşi yapmıyordum ve özlemiştim. Geçen aylarda denk geldiğim bir makalesi sayesinde de Prof. Dr. Selçuk Mülayim’le makalesinde bahsettiği konular üzerine bir söyleşi gerçekleştirmek istedim. Mülayim, makalesinde Mimar Sinan’ın Türk olup olmadığına dair 1930’lu yıllarda koparılan fırtınanın ayrıntılarından bahsediyor. Devamında da Sinan’ın ırk tespitinin yapılabilmesi için mezarının açıldığını, farklı zaman dilimlerinde iki defa daha açıldığını anlatıyor. Makalede okuduklarım karşısında duyduğum şaşkınlık beni, kendisine ulaşıp yazdıkları üzerinden söyleşi yapmaya itti. Selçuk Hoca da ricamı kırmayıp telefon üzerinden sorularımı yanıtladı.

Continue reading →

Sinan’a Kulak Ver, Geçmişine Yol…

Fil Çota ve Elif Şafak

Fil Çota ve Elif Şafak

Cihan’ın “Öğrenme aşkıyla geçti ömrümüz, aşkı öğrenemesek de…” sözüyle bitiyor Ustam ve Ben. Hemen ardından Elif Şafak‘ın son cümlesi de “Dilerim ki bu roman da okurlarının gönlünde su gibi akmış olsun.” temennisi oluyor.

Bazen hâkim anlatıcının bazen de Cihan’ın ağzından okuyoruz 472 sayfalık romanı. Beyaz fili Çota ve ustası Mimar Sinan, Cihan’ın bize en çok bahsettiği iki kahraman. Mihrimah Sultan da romanda belli bir yer ediniyor kendisine, Cihan’ın imkansız aşkı olarak.

Aşk romanında Mevlâna ile Tebrizî‘nin satır satır çizilecek cümlelerini Ustam ve Ben’de bulmak mümkün değil. Mimar Sinan, konuştuğu anlarda ‘keşke daha da anlatsa’ dedirten cümleler kuruyor ancak ne yazık ki bir elin parmaklarını geçmiyor bu sayı:

İnsan hangi vakit yaptığı işte tam olarak ustalaşır bilinmez; zaten hiçbir zaman da ‘ustalaştım’ dememek gerekir; öyle ki her şey yenilenmekte değişmekteyken insan da öğrenmeye, gelişmeye devam etmelidir. Sinan da bunu söylüyor; ustalaştıkça düşülmesi muhtemel hata hakkında önceden uyarıyor:

“…zanaatında ustalaşmak isteyen yaptıklarını geride bırakmayı da bilmeli. Eserinden ziyadesiyle memnun olursan öğrenmeyi kesersin. ‘ben artık oldum’ dersin. Oracıkta kalır, yerinde sayarsın. En iyisi her seferinde yeniden hevesle işe koyulmak, sil baştan.” (s.115)

Ben ki geçmişine çokça takılan biriyim; belki yazarken beslendiğim en iyi kaynak orasıdır; bilmiyorum ama Sinan,

“…Geçmişini sırtında taşıyan adam tez tükenir, yol gidemez.” (s. 146) diyor; durup düşünmekte fayda var. Ben, adımlarımın bu yüzden yavaşladığını zaman zaman hissediyorum ve yeni, cesur adımlar atma konusunda sanki bazı şeyleri öteliyorum. İşte tam da burada Sinan devam ediyor ikazına, sert bir tonda:

“Kızma artık geçmişe. Kabiliyetin kuş gibi tutsak kalmış. Maziyle uğraşmaktan, ona buna kızmaktan fırsat olmamış ki çıksın. Eğer cehalet kafesinden kurtulursa kuş özgür kalır, gönlünce uçar, yükselir. İyi bir talebe olursan hayatın kapıları önünde açılır. Ama evvela karar vermen gerek.” (s.146)

Amerika’yı ikinci bir defa keşfetmek belki zaman kaybıdır, kimine göre de buna ne gerek vardır ama Sinan’ın da

“Bir dil öğrendiğinde koskoca bir kalenin anahtarını teslim alırsın. Kale kapısından başka kimler girmiş, seni ne ilgilendirir? Sen kendi keşfine bak.” (s. 177) dediği gibi senden öncekinin göremediğini belki sen kendi keşfinde farkedeceksindir.

İstanbul’un gökdelenler şehrine dönüşmesinden herkes şikayetçiyken onlarca kat yüksekliğindeki binaların içinde ufacık insanlar haline dönmeye devam ediyoruz. Sinan da

“Yapılan her gayrimeşru bina İstanbul’un kalbine çakılmış bir çividir. Her yangın ciğerlerine is doldurur. Bir şehre, tıpkı bir masuma merhamet ettiğiniz gibi acıyabilmeniz lazım. Yoksa dengeli kararlar alamayız. Herkes her yere inşaat kondurmak isteyebilir ama İstanbul’u üzer, incitir, bitirir. Buna hakkımız var mı?” (s.321) diye soruyor ancak biz bu şehri incitmeye ‘hızla’ devam ediyoruz.

Cihan, ustası Sinan’ın

“Ama ustam der ki yaptığımız iş bize geri döner: Kâtipsen kâğıdın, çiftçiysen toprağın, mimarsan taşın dilini konuşursun. İyi işler yapalım ki, şu âleme bir hayrımız olsun.” (s.252)

sözünü aktarıyor; sonra durup düşünüyorum kâğıdı da kalemi de çok seviyorum. Yapılan işin kendimize değil insanlığa faydasının olması gerektiğini ise zaten hep dillendiriyordum.

Dua etmenin ne kadar özel olduğuna değiniyor Leyli, “Dua etmek, ilanı aşk etmek demekti. Yaradan’a olan sevdanı açık etmek.” (s.89) sözüyle; Simeon da kitapların önemini hatırlatıyor “Üstatlar mühimdir ama kitaplar daha âlâdır, unutma. İnsanın bir kütüphanesi varsa bin öğretmeni var demektir. Aslolan öğrenmek.” (s.175) cümlesiyle.

Bütün o kahramanların ağzından dile getirdiği bu sözlerin yanında Elif Şafak, beş ayrı sayfada kulağımıza harika cümleler fısıldamayı ihmal etmiyor hâkim anlatıcının ardına saklanarak:

“Savaştan sonraki değil, önceki gecedir insanın ruhunda iz bırakan.” (s.115)

“Sadece tepemizdeki sema değil, aslında tek tek her insan koca bir muammaydı.” (s.225)

“Oysa hayattaki en vahim aldanışlar, kendimizden memnun olduğumuz anlarda çıkar. Şeytan kulağımıza fısıldar: “Neden daha fazlasını istemiyorsun?” (s.232)

“Esasında bu dünya seyirlik bir yerdi; yoksulu zenginiyle herkes, şu veya bu şekilde, bir resmi geçitteydi. Her biri hayatta kendi numaralarını icra ediyor; sahnede kimi daha kısa, kimi daha uzun kalıyor ama nihayetinde her insan, benzer bir tatminsizlik ve tamamlanmamışlık duygusuyla arka kapıdan usulca çıkıp gidiyordu. (s.334)

“Bazı şehirlere kendi istediği için gider insan; bazılarına da şehir istediği için.” (s. 463)

Evren’i Sosyal Ağlarda Takip E+

Eskisini Hiç Göremeden İlk Kez Yeni Sulukule’deydim!

Bu akşam Mihrimah Sultan Camii’nin gölgesinde Sulukule’nin kentsel dönüşümden sonraki yeni çehresini dolaştım. Osmanlı mahallelerine uygun şekilde yapılan ve en az 3 en fazla 4 katlı evlerden oluşan yeni Sulukule tam da surların dibinde bambaşka bir dünya gibi. Ve bu akşam Bizans’ın haç şeklinde yedi tepe üstüne kurduğu şehri Fatih’in aynı yedi tepe üstüne hilal şeklinde kondurduğunu dinledim. Şehrin toprak altında kalan yedi kapısının altısının metro çalışmaları sayesinde bulunduğunu sonuncu kapınınsa hâlâ arandığını öğrendim. Mimar Sinan mı? O, Mihrimah Sultan’ın aşkına inşa ettiği iki camiyi yalnızlığın ve tek başına yaşanan aşkın sembolü olarak tek minareli yaptı. Sulukule’deki Mihrimah Sultan Camii oldukça karanlıkken diğeri mahya asılamıyor diye sonradan eklenen ikinci minareyle ışıl ışıl.