KAĞITTAN UÇAK

Aile dostumuz İlknurlara iftara davetliydik bu akşam. İlknur’un çöp çatanlık girişimleri annemin de ilgisini çekince “sen çık bakayım odadan” durumları yaşandı. Fatih’in kısa bir “domino oyunu nasıl oynanır?” başlıklı eğitimini aldıktan sonra Ziya, Deniz, Fatih ve ben epey bir domino curcunası yaşadık. Genç beyinlerin yanında oyunun sonuncusu olmayı başardım :)

Onun öncesinde bu gün formasyon derslerinin birinde kağıttan uçak yapımını öğrendik. Sonra bütün sınıf, yaptığımız kağıt uçakları birbirimize atıp uçurduk. Öğretmen olacağım ve öğrencilerime kağıttan uçak nasıl yapılır öğreteceğim…

KAFAMI KURCALAYANLAR

Sanırım yavaş yavaş alışıyorum formasyon derslerine ve hocalara. Kesi bir şey söylemek istemiyorum yine de. Sağım solum belli olmuyor benim.

Aydın Life için yazı tesliminin son günü bugün :( İki önemli konu vardı kafamda. İkisini de yazmak istiyorum ama önceliği hangisine vereceğim konusunda kararsızım. Şimdi bunun için geçtim bilgisayarın başına. Bakalım ne çıkacak ortaya.

Zamanın su gibi akıp gittiği tartışılmaz bir gerçek. Göreceli bir kavram ama çoğumuz için deli gibi koşturuyor saatler. Sabahki derse kalkması ölüm geliyor. Kendimi öğleden sonra dersten çıkıp eve gelmiş, yatağa gömülmüş hayal ediyorum. Sonra bir bakıyorum, derse gitmişim, ders bitmiş eve gelmişim, yatıyorum! Bir pazartesi sendromu yaşıyorum, hemen ardından haftasonunun heyecanını. Bazen hiç yaşamadığımızı düşünüyorum. Öyle hızlı akıyor ki zaman, zaten yaşandı bitti gibi geliyor her şey…

KENDİ HAYATIMIN BAŞROLÜ

Geleceğimle ilgili iki önemli seçenekten birini dün tercih etmiş olmanın huzurunu taşıyorum. Birkaç gün önce yine bu sayfalardan duyurduğumun aksine dün yüksek lisans programına değil formasyona başvurumu yaptım. Böylesine radikal bir kararı almamda pek çok sebep etkili oldu, ancak her zaman söylediğim gibi: İnsanlar Tercihlerini Yaşarlar! Yavaş yavaş kendime geliyorum artık. Son bir haftadır yaşadığım kötü günlerin hepsini geride bıraktım. Dönüp bakmıyorum da ardıma. Bırakıyorum, birileri kendi denizinde boğuladursun, ben kendi sahilimde keyfimi sürüyorum :)

Tezsiz yüksek lisans başvurumu yaptıktan sonra Semih‘le başbaşa sabah kahvaltısı yaptık. Sonra benimle ve ailemle vedalaşmaya gelen eski sınıf arkadaşım Dilek‘le hep beraber öğle yemeği yedik. Dilek, formasyonu kazanamadığı için memleketi Hatay’a geri dönüyor. İnşallah seneye yeniden burada olacak. Öğleden sonra Elvan‘la birlikte Ticaret Fuarı’ndaki Aydın Life standını ziyarete gittik. e-vren günlüğü’nü yakından takip edenler Elvan ÇETİN‘i de hatırlayacaklardır: Elvan, elektronik yaşam diyarımın MisAfiR KaLeM{LeR}‘indendi. Akşam da soluğu İncirliova’da Harun‘un yanında aldım. Gece yarısına kadar Belediye Meyda’nında çimlerin üzerinde oturup sohbet ettik.

Kadere inanan biriyim ama bazen hayatıma başkalarının yön verdiğini, çok da özgür olamadığımı düşünür, çıkmazlara düşerim. Ancak, yaşadıkça, düşüp kalktıkça ve ruhumuzda yaralar açılıp yeniden iyileştikçe, acı ya da tatlı tecrübeler edindikçe öğreniyoruz ki herkes kendi hayatının başrolünü oynuyor ve kendi hayatını yaşıyor! Dün aldığım cesur karardan ve seçmiş olduğum yeni yoldan sonra gördüm ki, huzurluyum, mutluyum, birilerinin bana bir şeyler sunmasını beklemeden ben sahip olmak istediklerime sahip olabilecek donanımlara sahibim. Son bir haftadır yaşadıklarımdan ötürü yazılacak öyle çok şey var ki aslında. Ama hayatta profesyonel olabilmek için geriye bakmadan ileriye adım atmak gerekiyor. Yoksa insan takılıp kalınca birilerinin entrikalarına, bir arpa boyu bile yol alamıyor. Yaşamaya, yazmaya ve de paylaşmaya devam edeceğiz, inadına…

BAŞARDIM!

Üniversite hayatı boyunca kurulan hayaller… Girilen ve aşılan zorlu sınavlar… Stres dolu mülakat dakikaları… Bir yeşerip bir tükenen umutlar… Ama bir an olsun vazgeçilmeyen hedefler… Edilen dualar, bu yolda atılan adımlar, verilen çabalar, harcanan emekler… Ve nihayet bunca sıkıntının, gayretin, emeğin karşılığı: Hem yüksek lisansı hem de formasyonu kazandım.

Yüksek Lisans ve formasyon mülakatlarının sonuçları bugün ADÜ’nün resmi web sitesinde resmen açıklandı. Hedefim başından beri yüksek lisanstı. Bu sebeple yarın yüksek lisans programına kaydımı yaptıracağım. Böylece yeni bir yola gireceğim.

Mutlu muyum: Evet ama buruk. Huzurlu muyum: Kısmen…

Bunca stresli sınavlar sonucu sağlığımda sorunlar yaşayınca pek de sevinemedim kazandığıma. Neyse ki öğleden sonra doktorun telaş edilecek bir durumum olmadığını söylemesiyle rahat bir nefes aldım.

Akşamüzerine doğru kendime gelmeye, yeni hayaller kurmaya, mutlu olmaya başlayabildim :) Bir adım daha ileri gittiğim, annemim en büyük isteklerinden birini yerine getirdiğim, rahmetli babamın hayallerinden birini gerçekleştirdiğim için mutluyum. Ama en önemlisi “istiyorum” dediğim şeyi başardığım için mutluyum.

e-vren günlüğü’ne bir lisans öğrencisi olarak başlamıştım. Bu yeni hayatın düşlerini yine buradan paylaşacağız hep beraber ve yolun nereye çıkacağını yine hep birlikte göreceğiz.

YENİ BİR…

Bana ait olmayan bir rol biçildi, üzerimde emanet durdu. Gönlümden geçenlerle gönlünden geçenler öyle bir çatıştı ki yirmidört saatlik bir kabus yaşandı. Şimdi buraya yazmadıklarım ömrüm boyunca saklayacağım bir sır olarak kaldı. İki yürek arasında konuşulanlar, koca bir dünyayı yerle bir etti de herkesin duası her şeye rağmen gerçek oldu. Gün gelir, devran döner burada duaların yansıması yazılır elbet…

Üç ay boyunca hazırlanılan yüksek lisans mülakatları fırtına gibi gelip geçti. Yüzlerce üniversite mezunu, gönüllerindeki hayaller, umutlar; dillerindeki dualarla birer birer jüri önünde ter döktü. Moraller bozuldu,umutsuzluğa düşüldü, başlar öne eğildi… Şimdi herkes sustu da, pazartesi açıklanacak sonuçları beklemeye koyuldu.

Dünyadan ilişiğimin kesildiği gecenin sabahında ailemin de ısrarıyla gözümü Kuşadası‘nda açtım. Kardeşim Efe’m karşıladı beni. Bütün gün çağrılara cevap vermedim, mesajları yanıtlamadım, en sonunda telefonumu kapattım. Belma Hanım‘la Öykü Gününe katıldım, İlçe Kütüphanesi’nde şairlerle tanıştım, denizi seyrettim, bol bol yürüdüm ve Ekim ayında e-vren günlüğü’nü MisAfiR KaLeM olarak şereflendirecek dostum, kardeşim Murat‘la sabaha kadar sohbet ettim. Ayrıca Murat’ın birkaç poz fotoğrafını da çektik ki, Ekim’deki muhteşem yazısını o karizmatik tebessümüyle süsleyelim istedik.

Efem’le başbaşa yediğimiz yemekler, sohbetler, yürüyüşler… Belma Hanım’ın beni Öykü Günleri davetlileriyle tanıştırması, şen şakrak sohbetleri… Murat’la klinik nöbetinde başbaşa içtiğimiz çaylar, sabaha kadar ettiğimiz doyumsuz sohbetler, ancak iki dostun yapabildiği paylaşımlar… Bunca gerginliğin üzerine sünger çekti her biri, geçti gitti bütün huzursuzluklar…

Bugün öğleye doğru Aydın’a döndüm kardeşimle. Mülakatların stresinden parmağımda çıkan yaranın kanamasını durduramayınca soluğu acil serviste aldık. Yapılan müdahaleye rağmen durmayan kanama sonucu ikinci bir defa daha acil servisin yolunu tuttuk. İnsanın neresi acıyorsa canı oradadır derler ya, acil servisin insanı ürperten atmosferinde ölüp ölüp dirildim.

Ve anladım ki her şeyden önemlisi insanın kendi sağlığı… Sınav streslerinin, zorla verilmeye çalışılan rollerin, saatlerce süren psikolojik baskının birer faturası bugün ve bugüne kadar yaşadığım rahatsızlıklar. Kalkıp kimse bunun hesabını vermeyecek, insan üzüldüğüyle, yıprandığıyla kalacak. Demek ki güçlüye karşı güçlü olmak durumunda insanoğlu. Ne olursa olsun başı dik olmalı, kilitlenip kalmamalı bir başka bedenin karşısında.

YOL AYRIMI

Rahmetli babam, Türkçe öğretmeni olmak istediğimi söylediğimde çok sinirlenmiş, epey de azarlamıştı beni. Oğlunun tercih ettiği meslek öğretmenlik olmamalıydı. Kendince haklı sebepleri vardı belki de. O zaman henüz ortaokul 2. sınıftaydım. Ceketinin içinde kaybolan; gri pantolonu, lacivert kravatıyla küçük bir delikanlıydım. Babamın bu olumsuz tepkisine rağmen Türkçe öğretmenim Gülgün SARGIN‘a söz vermiştim kara tahtanın önünde, sınıfın huzurunda: Ben Türkçe öğretmeni olacağım!

Henüz Lise 1. sınıfın ikinci dönemindeydim ki babamı kaybettim. Bunu berbat lise yılları takip etti. Yaşanılan sıkıntılar her yıl ÖSS’ye yansıdı. Zar zor girebildiğim PAÜ Edebiyat’tan, ADÜ Edebiyat’a geçtim. Aradan 13 yıl geçti… 13 yıl önce öğretmenime verdiğim sözü yerine getirip getirmeyeceğim şu birkaç gün sonra belli oluyor. Babam mutlu olacaktır eminim: Son birkaç yıldır öğretmen olma fikrimden vazgeçtim. Üniversitede kalıp yükselmeyi hedefliyorum çünkü. Formasyon almayı, atanıp bir öğretmen olmayı öylesine çıkarmıştım ki kafamdan, tezsiz yüksek lisansa bile başvurmayacaktım neredeyse.

Aylardır süren sıkıntılı bekleyiş yarın sona eriyor. İki gün arka arkaya yüksek lisans mülakatlarına giriyorum.

Şartlar insanı birden çok alternatife yönlendiriyor. 13 Eylül’de formasyon, 14 Eylül’de tezli yüksek lisans mülakatlarına giriyorum. Sonuçlar açıklanacak ve yeni bir yol seçilecek. Ya bir programı ya iki programı kazanacağım ya da hiçbirini kazanamayacağım. Tercihler değişecek, yeni adımlar atılacak.

Ya rahmetli babamın 13 yıl önce karşı çıkmış olduğu ya da benim son birkaç yıldır vazgeçtiğim öğretmen olma şansına veda edeceğim. Belki de öğretmen olabilmek adına bir yola gireceğim, yüksek lisans hayallerime veda edeceğim.

İlk defa verdiğim bir sözü bu kadar çok “tutma{ma}k istiyorum!”

Formasyon kaldırılıyor

yunusevren_evrenuni

Her zaman söylenegelen dedikodular dün öylesine destekli bir şekilde kulağımıza geldi ki, “nedir bu işkence, kaldırılacaksa kaldırılsın artık” deyip Eğitim Fakültesi Dekanının odasına gittik. Ve dedikoduların aslı var mı yok mu sorduk. Ve duyduklarımızdan çok da farklı olmayan bir cevapla karşılaştık:

Fen Edebiyat mezunlarına verilen tezsiz yüksek lisans uygulamasının kaldırılması gündemimizde.

Türkiye’deki bütün eğitim fakültesi dekanları toplanmışlar ve rahatsız oluyoruz demişler. Biz öğretmen atamalarında eğitim fakültesi mezunu olanların önünü tıkıyormuşuz, falan filan…

Bugünse, hem Türk Dili Edebiyatı bölüm başkanı hem de Sosyal Bilimler Enstitü başkanının açıklamalarıyla çalkalandı sınıf: YÖK, seneye bütün pedagojik formasyonların (tezsiz yüksek lisans) kaldırılması konusunda yazı yollamış.

Eğitim fakültelerinin önünü tıkamamız mümkün değil çünkü alanlarımız farklı. Olsa olsa Türkçe Öğretmenlerinin önünü kesiyoruzdur ama aramızda büyük bir fark var: Onlar ortaokullarda derse giriyorlar; biz ise liselerde. Türkiye’de 9 üniversitede Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği var. Buradan mezun olanlarla bu ülkenin edebiyat öğretmeni açığı kapatılabiliyorsa, buyursun formasyonu kaldırıp Fen Edebiyat mezunlarının öğretmen olmasını engellesinler.

Ama öğretmen olsun diye çocuklarını bu bölümlere yollayan anne babalara “fen edebiyat mezunları araştırmacı olmalı” mantığını nasıl anlatırlar, harcanan maddi manevi emekleri nasıl karşılarlar, bunları da düşünsünler… Düşünsünler ki, bir anda damdan düşmüşe dönen son sınıf öğrencilerine bir çıkar yol göstersinler!

Bu yazı, ilk blogcu.com’da yayımlandıktan sonra buraya taşındı.