On yıl önce bugündü; beni uğurlayan aileme, geri geri giden otobüsün en ön koltuğunda el sallıyordum. Bugün artık olmayan Aydın’ın eski garajından İstanbul’a yola çıkarken yeni hayatımda neler yaşayacağımı, çalışmaya başlayacağım işin ne kadar süreceğini, hep korkarak baktığım o devasa şehre uyum sağlayıp sağlamayacağımı bilmiyordum. İstanbul’da on yılı devireceğimi, zaten asla hesap edemezdim. Yaklaşık 10-11 saat sonra Esenler Terminaline indiğimde iki valizim ve beni karşılamaya gelen biri yeğenim biri eski sınıf arkadaşım iki kişi vardı. Aradan geçen on yıllık süreçte yeğenim Ali Rıza da arkadaşım Ahmet de İstanbul’dan farklı şehirlere taşındılar. Esenler Terminaliyse, yıkılan Aydın Otogarının aksine son birkaç yılda âdeta küllerinden yeniden doğdu.
İstanbul’da ilk durağım Güngören Haznedar’dı. Üniversiteden sonra ilk kez biriyle ev arkadaşlığı yaptım. Neyse ki yaklaşık üç ay sürdü. 2013 yılına, tek başına yaşayacağım yeni evimde girdim. Ve o gün bu gündür de on sekiz milyonluk İstanbul’u yalnız yaşıyorum. Başlarda işe gelir giderken kullandığım Bağcılar – Kabataş tramvayına sabahları binemediğimi hatırlıyorum. Arkadaşa akşam yemeğine gitmek için Zeytinburnu’ndan ilk kez metrobüse bindiğimde yaşadığım endişe ve şaşkınlığı da unutamam. O gün gözümü korkutan metrobüs, Esenyurt’a taşınmamla beş yıl elim ayağım olmuştu.
Güngören Haznedar, Esenyurt Haramidere derken üçüncü durağım Fatih Balat oldu. Hafta sonları insanların akın akın gelip gezdiği, her köşesinde fotoğraf çektirdiği, birçok film ve diziye dekor olan Balat’ta dört yıl oturdum. Haznedar’daki sokağımız ve apartmanımızın tertip düzenini, Haramidere’nin gökdelenlerine rağmen ferahlığını, Balat’ın da gürültüsünü ve farelerini unutamıyorum. Bu yazıyı ise İstanbul’daki dördüncü durağım Kağıthane’de yazıyorum.
İstanbul’da yaşadığım on yıl boyunca dört farklı işte çalıştım. İkisi kendi isteğimle olmak üzere üç kez işsiz kaldım. İstanbul’a gelişimin ikinci yılı bitmek üzereyken ilk işsizlik deneyimimi yaşamıştım. Bu kocaman şehirde işsiz ve kısıtlı parayla kendimi yalnız, çaresiz hissedişimi dün gibi hatırlıyorum. Aydın’a geri dönmek zorunda kalmaktan çok korkmuştum. İstanbul’a ayak bastığım 28 Eylül 2012’den beri bu şehri hiç bırakıp gitmek istemedim. Asıl korkum, doğup büyüdüğüm topraklara geri dönmek zorunda kalmak değil; ruhumu, kendimi, geleceğimi bulduğum İstanbul’dan kopmak, uzaklaşmak, artık onun içinde yaşayamayacak olmaktı. Duam da hep, ömrümü bu harika şehirde tamamlamak.
İstanbul’u yürüyen merdivene benzetirim, geldiğim ilk günden beri. Adımımı atar atmaz yürüyen merdiven ya aşağı ya yukarı alır götürür. İstanbul da öyle. Adımını attığı an kendi enerjisinin, kaosunun, hengamesinin içine çeker, alır götürür insanı. Kendinizi bir anda metrodan metrobüse koşarken, yürüyen merdivenlerden hızla çıkarken, sürekli bir yerlere yetişmeye çalışırken, Sultanahmet’teyken bir anda Ortaköy’de, Kadıköy sahildeyken Üsküdar’da buluverirsiniz.
İstanbul’un çok zor ve korkutucu olduğunu söyleyenlerle sık karşılaştım bu süreçte. 2012’den önce iki kez gezmeye geldiğimde algıladığım İstanbul, benim için de bir an evvel otobüse binip Aydın’a kaçma isteği uyandıran bir şehirdi. Gezmeye geldiğiniz İstanbul’da Galata Kulesinden Ayasofya’ya sizi büyülen çok fazla ayrıntı var ama şehrin geneline baktığınızda trafiği, insan seli, her an herhangi bir yerde hırsızlığa veya saldırıya uğrayacağınız hissini yaşatması, insanı ister istemez tedirgin ediyor. Ama burada yaşamaya başlayınca, gezmeye geldiğinizkinden çok daha farklı bir İstanbul algılamaya başlıyorsunuz. Şehrin, trafiğin, hayatın konfor alanlarını, pratik çözümlerini, dingin anlarını keşfediyorsunuz. İstanbul, siz onu nasıl yaşamak isterseniz aslında onu size veriyor. Onu nasıl hissederseniz o da size onu hissettiriyor. İstanbul’a hangi gözle bakar, ondan nasıl beslenmek isterseniz şehir de sizi ona göre besliyor.
On yıldır, İstanbul’a doyamadım. Kısa süreliğine de olsa Aydın’a gitmem gerektiğinde bile, henüz İstanbul’dan ayrılmadan burayı özlemeye başlıyorum. Daha onlarca yıl, dünyanın başkenti bu şehirde doymamacasına yaşamak istiyorum. İstanbul’da yaşamanın kıymetini bilmeyi, bu şehrin hazinelerinden, kültüründen, maneviyatından nasiplenebilmeyi; İstanbul’a layık olabilmeyi diliyorum.
Amin Ayşen ablacım, çok teşekkür ederim.
Evrenciğim gönlünce yaşayacağın, arzu ettiklerine kavuşacağın nice yılların geçsin kadim ve masal kentte…
Sağlıcakla ve esen kal!