Bizim Mahalleyi Mehteran Takımı Basarsa

Bu haftasonu mahalleyi uyandırma görevi hangi komşumuzdaysa işini çok ciddiye almış herhalde. Mehteran takımının sebebi bu olabilir mi? Haydin millet, aşka gelin, uyanın, coşun!

İmren ablaya sabah kahvaltısına gidecektik. Evrenler sabah geç kalkar, işimi garantiye alıp evlerinin önüne bir mehteran takımı yollayayım diye mi düşündü acaba?

Sağ bacağımda iki gündür tuhaf bir acı var, markete bile zor gidip geldim. Bu yüzden dayımların erik bahçesine gidemedim. Herkes orada. Ben bütün gün evde…

Garip Hareketi‘ni okumaya devam ediyorum. Bugün Mesnevi‘den hiç bölüm okumadım. İkinci Yeni Olayı kitabına da aylar var sanki. İlk defa iki kitap birden okuyorum, ondandır.

Şaziye‘nin Ankara’da çektiğim fotoğraflarını Flickr‘daki sayfama ekledim. İlk defa e-vren günlüğü facebook‘taki arkadaşlarla sohbet ettim. Çok güzel bir duyguydu. Sizi tanımaktan mutluluk duyuyorum.

Sıfır Dediğimde filmini seyrettik Ziya‘yla. Sonu olmayan, belirsiz biten modern Türk filmleri geleneği bozulmamış. Ama müzikler, görüntü efektleri ve özellikle Oktay Kaynarca‘nın ses tonu muh-te-şem bir hava katıyor filme.

Merak merak içinde kaldığım, seyretmek için can attığım Yumurta, büyük bir hayal kırıklığı yarattı bende. Güzel şeyler yazmak isterdim burada. Ben bir şey anlamadım.

Futbol için “modern savaş” demek pek de yanlış olmaz sanırım. Çek maçından sonra Türkler Tarih Yazdı, Çılgın Türkler, Türk Mucizesi gibi başlık atıyorsa yabancı basın… 1453 İstanbul’un fethinde bile Avrupa böyle değerlendirmemiştir başarımızı eminim. Bu arada Milli Takım maçını sadece insanlar seyrediyor sanırdım. Tek ilgi duyan biz değilmişiz. Gol atınca balkona çıkıp demirlere vurmak da ne oluyor! Sevincin de bir sınırı var değil mi?

Aydın Lisesi Cumhuriyeti

Önce büyükler: Aydın Lisesi’nin 1948 yılı yani ilk mezunları. Siyah takım elbiseli Eski Devlet Bakanı Nahit Menteşe.

Adı üstünde Mezunlar Pilavı. İki kocaman kazan pilav ve yüzlerce ayran. İşin ciddiyetini belgelemek adına (ne tuhaf bir cümle oldu) uzun pilav sırasını görüntülemekte fayda gördüm :) Okurken de sıra bekliyorduk; mezun olduk hala sıradayız :)

Ve mutlu son! Uzun bir yolculuktan sonra pilavlarımıza kavuşmuş olmanın verdiği huzurla “durun, yemeden önce şöyle artistik bir fotoğraf çekelim; sonra onu feysbuk’a koyup hava atalım” bahanesiyle yukarıda görüldüğü üzere şirin mi şirin bir kare çektik. {Sağdan sola: Mavi ayakkabılar ben, Deniz, Ziya, Fatih ve yine ben} 

Ben ve ekibim. Her yıl mezunlar pilavına katılır, kendimize malzeme çıkartırız. Bu arada bir ihbarda bulunuyorum Ey e-vren günlüğü ziyaretçileri: Deniz, Aydın Lisesi mezunu değil! {Geçen yıldan beri sabrediyordum, artık dayanamayacağım!}

Bu çocuk hiç büyümeyecek. {Bu çocuk= Kardeşim Ziya} Sosyolojiyi bitirdi olgunlaşmadı; PDR’den yüksek lisans yapıyor hepten kaydı :) Pilavı yemiş, ayranları içmiş, meşhur Aydın Lisesi marşını söyelemek için moda girmeye çalışıyoruz. 

Efendim, Aydın Lisesi Mezunlar Pilavını elimden geldiğince aktarmaya çalıştım sizlere. Şaşkınlığım, dalgınlığım 1998 mezunlarını görememekten kaynaklanan duygusallıkla birleşince kat be kat arttı :) Seneye biz yine Aydın Lisesi bahçesinde Pilav partisindeyiz. Bekleriz; tabi vefa da…

Ey Benim Şanlı Lisem, Bayrağın Dalgalansın!
Aydın’ın Kalbinde Sen, Yıkılmaz Bir Anısın!

HÜSS Mezun Oldu

Hayat hızla akıp geçiyor. Daha dün gibiydi, Yahya Kemal Beyatlı İlköğretim Okulu‘nun bahçesinde koşturur dururdum. Ben 3. sınıftayken kardeşim Ziya başladı okula. Teyzem ve ondan yıllar yıllar sonra abim henüz adı Devrim İlkokulu iken aynı bahçenin hatıralarında yer aldılar. Bizden sonra aynı okula adım atan en küçüğümüz İbrahim de 10 yıl sonra Hüss‘e teslim ettiği bayrağı. Anasınıfını bitiren Hüss, geleneği devam ettirip aynı okula devam eder mi bilinmez. Aynı mahalle aynı okul, farklı mahalle farklı okul karmaşası; bağış parası adı altında astronomik kayıt ücretleri hengamesi… O şimdilik eğitim sektörünün çarpıklığının farkında değil; birebir etkisinde kalıyor olmasına rağmen.

 

2006’da benim üniversite mezuniyetimle başlayıp 2007’de Ziya ve İbrahim’in kep törenleriyle devam eden sırayı 2008’de Hüss de bozmadı ve geçen hafta yapılan mezuniyet gecesinde ilk kepini havaya attı. Bugün de anasınıfı öğretmeninin eli öpüldü, AFERİN’li karne alındı, babaannenin karne hediyesi hükmünde dondurma parası önce cebe sonra mideye indirildi. Bize de e-vren günlüğü’nün maskotu Hüss’ü aylar sonra ilk defa e-yaşam diyarına taşımak düştü :) e-vren günlüğü Evren’siz, Evren de Hüss’süz olamaz.

ASKER GÜNLÜĞÜ

Elazığ‘da geçen 156 gün… Koca bir kış… Bir Aydınlı olarak 27 yıl güneşin bağrında yaşayagelmişken, kar’ın, fırtınanın -15’lerin altında saatlerce kalmak… Kimine göre “vatanı beklemek”, kimine göre “vatan borcu ödemek…” Kimilerine göre de “sizinki de askerlik mi?” Dostluklar, paylaşımlar, gurbet, hüzün ve küçük şeylerden dahi mutlu olabilmeyi öğrenmek… Bütün “poşet”lere inat, Mehmetçik olabilmek; sabretmek…

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bize uygun gördüğü 156 günlük bu kutsal görevi iyisiyle kötüsüyle tamamladık ve yolumuza baktık, kaldığımız yerden devam ettik hayatlarımıza. Ömür biter askerlik anısı bitmez misali Umar, anlatacak çok şeyim olduğunu düşünüp söyleşi sorularını hazırlamış, peş peşe sıralamıştı. Israrına rağmen ne bir komutandan ne bir arkadaştan ne de yaşanan olaylardan bahsetme gereği duydum “Sil Baştan” sohbetinde. Ama ilk haftalar kendimce almış olduğum notlar vardı ki, bunları bu yazıyla paylaşmak istedim:

11 Aralık 2007: İzmir Adnan Menderes Havalimanı. İlk defa uçağa bindim. Akşam saatlerinde Malatya’dayım. 

12 Aralık 2007: Sabah Elazığ’dayım. Öğlen Semih‘le buluştum. {Semih, oradan Hakkari Yüksekova’ya gidiyor.} Saat 16:00’da kışlaya giriş yaptım.

13 Aralık 2007: Asker kıyafetlerini dağıttılar.

20 Aralık 2007: Evden ayrı ilk Kurban Bayramı. 06:40, 9 gün sonra ilk defa bayram namazı için otobüsle dışarı çıktık. Trafik ışıklarını özlemişim.

1 Ocak 2008: Dün geceyi uyuyarak geçirdim. Bir yılbaşı gecesi askerde olacağımı tahmin etmezdim.

Türkiye haritasını elime alıp Aydın-Elazığ arasındaki mesafeyi gördüğümde moralim bozuluyor. En iyisi şafak 81 olana kadar haritaya bakmamak.

4 Ocak 2008: İlk defa kar yağdı. Garaj denilen yerde öğleden sonra karın altında yemin töreni için yürüyüş yaptık.

5 Ocak 2008: Kartopu savaşı yaptık. Elazığ’ın kar’ı toz gibi, çok farklı.

11 Ocak 2008: Yemin töreni başladı ama abimle İbrahim’i göremedim bir türlü. İbrahim’i fotoğraf çekmek için sahaya indiğinde görünce rahatladım. 30 gün sonra dışarıda ilk gecem.

12 Ocak 2008: Harput Kalesindeyiz. İbrahim, internet kafeden yorumların çıktısını getirdi.

13 Ocak 2008: Son sabah. Misafirhanenin odasında ağlıyorum. Abim ve İbrahim saatler sonra gidecek. Saat 11:00, 30 gün sonra ilk defa internete girdim.

19 Ocak Cumartesi: İnternetten kamerayla eve bağlandım. Annemi haftalar sonra ilk defa gördüm.

10 Şubat Pazar: Ziya’nın kargosu geldi. İçinden 14 kişinin mektubu çıktı.

11 Şubat Pazartesi: Gazeteciliğe başladım.

KASIM 2007 ALES ÜZERİNE

Dün ALES vardı. ÖSS maratonunu başarıyla geride bıraktığı halde bitmek bilmeyen sınavlardan birine daha giren Türk gençliği için zorlu bir sınavdı. Sınava girenlerin çoğu 90 dakikanın sözel sorularının hepsini çözmeye yetmediğinden şikayetçiydi. Eski adıyla LES, yeni adıyla ALES’te neden sözel sorularını ilk 90 dakikada vermediklerini anlayamıyorum. Sanırım bu da bir nevi eleme yöntemi. Çünkü sabahın erken saatinde beyin henüz yorgun değilken uzun paragraflardan oluşan sözel sorularını anlayabilmek çok daha kolay olur. Buna rağmen ilk 90 dakikada sayısal soruları veriliyor ve bunları çözerken doğal olarak zihin yoruluyor; böylece sözel sorularının yorumlanması epey vakit alıyor. Dün sınava girenler Mayıs’taki ALES’ten çok daha zor sorularla karşılaştıklarını söylediler. Sözelin abartılmış paragraf ve metinlerden oluştuğunu düşünüyorum ben de.

Kardeşim Ziya‘yı geçen hafta Konya’ya uğurladık. Artık o Selçuk Üniversiteli. Ağustos 2008’e kadar PDR’den yüksek lisans yapacak. e-vren günlüğü’ne gidişiyle ilgili bir kaç not düşmek istedim ama duygularımı normal bir yazıyla ifade etmem mümkün olmayacaktı. Kardeşimi de ilk gurbet tecrübesinde üzmek istemedim :)

Gece Avusturya’dan amcam ve yengem geldi. Amcam, 40 küsur yıldır çalıştığı gurbet diyardan kesin dönüş yaptı. Artık babasının köyünde, iki katlı evinde yepyeni bir hayata başlayacak.

Üç gündür Mercan Dede‘nin son albümü 800’ü dinliyorum. Mevlana‘nın 800. doğum yıldönümü vesilesiyle 800 ismi verilen albümde Yıldız Tilbe‘nin de sesiyle can verdiği Tutsak isimli öyle bir parça var ki… Dinle dinle doyamıyorum :)

Testere Saw 4 Bilmecesi

Bahsini daha önce ettiğim yeni ingilizce kursuna dün sabah başladım. Saat 13’te kurstan çıkıp, saat 15’teki “Teröre Hayır” yürüyüşüne katıldım. İlknur, Ziya, Hüss oradaydık. Akşam da sinemaya bilet aldık. Aylardır büyük bir merakla beklediğim Testere serisinin 4. bölümünü seyretmek için sadece dakikalar kalmıştı :)

Testere öldü. Ama buna rağmen ardında yepyeni bir oyun bıraktı. Zaten filmin en ilgi çekici yanı da yine iç gıcıklayıcı bir sloganla girdi vizyona: Asıl Oyun Şimdi Başlıyor! İşkence görüntülerinin sinema teknolojisi ve insan zekasıyla bütünleştiği muhteşem bir seri Testere. Diğer bölümlerinde korkudan gözümü açamamıştım ama bu son bölümü gözümü kırpmadan seyretmeye karar vermiştim. Her bir bölüm, kendisinden önceki bölümden daha üst seviyede korkunç olunca SAW 4 için de beklentim oldukça fazlaydı. Daha çok oyun, daha çok işkence, daha çok bilmece ve zeka… Belki de fazla bir beklenti içinde olmaktan kaynaklanan bir “az beğenmişlik” içinde çıktım salondan. Diğerlerini korkudan seyredememişken, Testere 4’ü hiçbir karesini kaçırmadan seyretmiş olmak sanırım beni biraz rahatsız etti. Olaylar zinciri bir bir çözülüp, geçmiş bölümdeki soru işaretleri 4. seride açıklığa kavuşturulunca, “artık bundan daha fazlası olamaz” dedim. Oysa SAW’ın yönetmeninin dünya seyircisine yeni bir armağanı vardı: Asıl şimdi başlayan oyunuyla Saw 5! Benim için Testere, seyrettiğim en muhteşem gerilim filmi. Merak uyandırıcı, insanı kitleyen, zekasına hayran bırakan ve aslında iyi ile kötünün sorgulamasını yapıp burada verilmeyip öbür tarafa kalan ilahi cezalarımızın azabını düşündürten akıl almaz sinema şöleni.

LeMaN mı Uykusuz mu?

Hayır PENGUEN! Mizah ve karikatür apayrı bir kültür. Zekanın çizgilerle ve esprilerle profesyonel bir şekilde bütünleşmesi gibi bir şey. {üfff ne cümle kurdum} Kıyaslama saçma olabilir. Leman‘ı iki haftada bir almayı tercih ediyorum. Komik bulup kesip ayırdığım 4-5 karikatür dışında koca dergiyi atıyorum. Uykusuz‘a bakayım bir de dedim, sıkıntıdan patladım :) Çok çalışmaları gerek daha, çok! PENGUEN, beni çok eğlendiriyor. Biraz hükümeti ve din konularını malzeme yapmaktan vazgeçse daha hoş olacak. Haddini aştığı durumlar olmuyor değil. Buna rağmen seviyorum seni PENGUEN.

PTT‘nin {PTT mi kaldı; ağız alışkanlığı işte} Denizli yolu üzerindeki şubesinde görevli memuresi pek komikti (!) {Aldığı maaşın karşılığını vermekle yükümlü asık suratlı bir memure ne kadar komik olabilirse…} Çarşı şubesi ana baba günüyken, merkez binadaki bayan tek başına olmasına rağmen, bir suratsız bir suratsız. Sanırsınız ki gelen gidenden başını kaldıramıyor. Çok şanslısınız dedim; benden önceki delikanlıya ters ters cevap verdikten sonra. Ne bakımdan?dedi, zahmet edip kafasını çevirdikten sonra. Demek dikkatini çekmek için gıcık gıcık konuşmak gerekiyormuş; iyi günler dilediğimde yüzüme bakmamıştı oysa. Çarşı nasıl kalabalık anlatamam, burası ne güzel bomboş(sunuz)dedim. Şu devlet memuru zihnityetini {memur zaten devletindir e-vren!} Bomboş şubedesin, insan azıcık güler yüzlü olur, iyi günler dileklerini alır. Alır mı alır!

Evren’in en muhteşem EFE’si İbrahim, dün Davutlar’da kampa girdi. Neden girdi: 26 Ekim’de İstanbul’da halkoyunları yarışması Türkiye finaline hazırlanıyorlar. Ziya da bugün Selçuk Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık‘tan yüksek lisansa yerleşti, 24 Ekim’de Konya yolcusu inşallah. Fatih‘i Edirne‘ye uğurlamıştık dönemin başında. Bu cumartesi de Sevil İngiltere’ye gidiyor. Haydi hayırlısı bakalım, dağılan dağılana.