Yaz(a)mayalı yine bir hayli zaman oldu; bahanelerim var ancak hiçbirini sıralamayacağım. En büyük bahanem “metrobüs/yol yorgunluğu” ile şimdilerde Aspirin mucizesi ile baş etmeye çalışıyorum ve bu yazıyı yazarken şunu dinliyorum. Continue reading →
Tag / tüyap
Gülgûn Feyman: Sözcükler En Büyük Silahınız Olsun!
Daha dün gibi ilk kez İstanbul TÜYAP Kitap Fuarı’na gitmiştim. Zaman hızla geçiyor ve bugün kapılarını açan 32. İstanbul TÜYAP Kitap Fuarı’ndaydım. Geçen yıl kitap fuarına gitmeye çalışırken metrobüslerin ne kadar dolu olduğunu, fuar alanında da insan katılımından çok zor dolaştığımı hatırlıyorum.
Fuara girişin ücretli olup olmaması tartışılabilir ama eskiden beri ‘kitap fuarları’nın ‘kitap’ fuarı olarak kalması gerektiğini düşünüyorum. Sınavlara hazırlık kitapları satan pazarlayan yayınevlerinin bir kitap fuarına yakışmadığı görüşündeyim. Kişisel gelişim kitaplarından sağlıklı yaşam kitaplarına, perili kitaplardan fal kitaplarına, akıllı tahtadan beyin jimnastik oyunlarını pazarlayanlara kadar ‘kitap’la ama en çok da ‘edebiyat’la alakası olmayan unsurları da TÜYAP’ta görmek mümkün.
Üstelik geçen yıl ki manzara yine değişmemişti ve ‘edebiyat’a ulaşabilmek için onlarca seyyar satıcının, ızgara dumanlarının, yolunuzu kesen bilmem ne gazetecisinin bilmem ne dergicisinin ve korsan biletçilerin arasından sıyrılarak geçmeniz gerekiyordu. Hemen dışarıda edebiyatla ilgisi olmayan bir dünya, içeride de reklam, satış, pazarlama, popüler kültür âleminin bî-edebiyat dünyası. Kitap stantlarının arasında pazar alışverişine çıkmış edasındaki kitap severler (!), onların yanında da TÜYAP’ı satın alırcasına kitap alan ama ‘bunları gerçekten okuyacak mı?’ yoksa ‘dostlar alışverişte görsün mü?’ dedirten okurlar (!)
32. TÜYAP Kitap Fuarı’nın en güzel detaylarından biriyse 4. Salonun baştan sona sahaflara ayrılmış olması. O salonda sağlı sollu sıralanan sahaf kitap stantlarında meraklıları bütün bir günü geçirebilir.
Kitap fuarının ilk günü TÜYAP’a Gülgûn Feyman’ın ‘Türkçe Konuşmak’ adlı söyleşini dinlemek için gittim. İnkılâp Yayınlarından ‘Spiker’ adlı kitap çıkartan Feyman, konuşmasında kitabından çok az bahsederken söyleşinin adına yaraşır bir şekilde en çok ‘Türkçe’den konuştu.
Kendisini 90’lı yıllarda televizyon ekranlarında görür ve çoğunlukla haberleri hep onun sunuşuyla seyrederdik. Çocukluğumun haber spikerini bugün birkaç metre yakından görmek ve 1 saat boyunca canlı canlı dinlemek heyecan vericiydi.
Gülgûn Feyman, çok güzel ve zarif; aynı zamanda da salona girdiği andan itibaren hem tavırlarıyla hem de üslubuyla son derece samimi bir hanımefendi. Ben onu karşımda görmenin heyecanını 1 saattir yaşarken o, söyleşisinin sonunda yanıma gelerek benimle tokalaşınca heyecanım kat be kat arttı. ‘Çok teşekkür ederim, beni ne kadar güzel dinlediniz, sizden çok enerji aldım.’ deyince allak bullak oldum; o birkaç saniyelik tokalaşma esnasında ne cevap verdiğimi hatırlayamıyorum, aklımda kalan sadece ‘estağfurullah’ sözüydü.
Yaklaşık 1 saat süren Feyman’ın biraz kendisi ama çokça Türkçe üzerine konuşmasından tuttuğum notları da sırası gelmişken paylaşıyorum; iyi okumalar:
Avşar da Ergen de Haber Sunamaz ama Ben Her Programı Sunabilirim!
‘Ben bir Türkçe uzmanı değilim’ diyerek konuşmasına başladı Gülgûn Feyman ancak 40 yıldır ekmeğini ‘konuşarak’ kazandığının ve bir Türkçe sevdalısı olduğunun da altını çizdi. TRT’nin açtığı sınava katılan yedi bin kişinin içinde finale kalan 25 kişiden biri olduğunu; sadece Türkçe değil iç – dış politika, tarih, sanat tarihi, montaj, teknik bilgi, mikrofon özellikleri gibi birçok alanda 1 yıllık bir eğitim sürecine tabi tutularak ‘komple bir spiker’ olarak yetiştirildiğini anlattı.
Niçin ‘sunucu’ değil de ‘Spiker’ sözcüğünü kullandığını ve kendisini ‘spiker’ olarak tanımladığını da ‘keşke spiker kelimesi Türkçeye daha yatkın ya da Türkçe olsaydı da bütün dünyaya onu servis etseydik’ diyerek özetlemeye; spiker – sunucu arasındaki farkı da televizyonlarda program ve yarışma sunan Hülya Avşar – Gülben Ergen örnekleri üzerinden anlatmaya çalıştı.
‘Asıl meslekleri şarkı söylemek olan Hülya Avşar, Gülben Ergen gibi isimler televizyondaki programları süresince sunuculuk yapıyor ancak onlar bir montajı yapamazlar, bir haber metnini yazamazlar, haber metnini alıp haber sunamazlar, siyasi röportaj yapamazlar yani spiker olamazlar’ diye sıraladı Feyman ve kendisinin bir evlendirme programını, bir yarışmayı hatta Yetenek Sizsiniz’i sunabileceğini söyledi. Ona göre spiker komple yayın için hazırlanmış; soran, sorgulayan kimseydi.
Spiker Olmasaydım Aşçıbaşı Olmak İsterdim!
Feyman, İnkılâp Kitabevi’nden çıkan Spiker adlı kitabının içeriğinden kısaca bahsederken özel yaşamından da kısa detaylar paylaştı.
‘Asker kızıyım’ dedi, bu yüzden Türkiye’nin dört bir yanını dolaştığını, Doğu’daki mahrumiyete bizzat şahit olduğunu, kardeşine hamile olan annesinin helikopter beklerken tarlada doğuma başladığını ve tezekten bir oda içerisinde doğumu gerçekleştirmek zorunda kaldığını anlattı. Ekranda olmanın; sarışın, boyalı, markaların giydirdiği bir kadın olmanın kendisini Türkiye’nin gerçeklerinden koparan unsurlar olmadığını ‘ben herkes gibi biriyim’ diyerek özetlemeye çalıştı. Yemek yapar mısınız? sorusuna da ellerini göstererek cevap verdiğini anlattı. Pazara çıkıp kendi alışverişini kendisinin yaptığını ve bilmediği yemeğin olmadığını söyledi. Tek beceremediği şey de parmak kalınlığında dolma sarmaktı. Mutfağı çok sevdiği için yemek kitabı bile yazmayı aklından geçirdiğini paylaştı.
Türkiye, Konuşamayan Bir Türkiye’ye Doğru Hızla İlerliyor!
Belli konularda demokratikleşiyoruz desek de aslında konuşmuyoruz, tartışamıyoruz. Kavga kültürsüzlüğünün egemen olduğu bir dünyadayız. Sözcükler en büyük silahınız olsun. Bırakın küfürleri. O kadar çok ki kötü söz, etrafımızda uçuşuyor. Önemli olan güzel güzel sözcüklerle tartışabilmek. Bağırmadan da kavga edebiliriz. Sözcükler en büyük yol gösterenimiz. Söz can yoldaşımız olmalı, en büyük silahımız olmalı. Yaratıcılığımızı düşüncelerimizi dışa vurabilmek için sözcüklere ihtiyacımız var. Kendimizi doğru ifade edebilmek için sözcüklere ihtiyacımız var.
Üçüncü Sayfa Haberleri Benim Toplumuma Hiçbir Şey Vermez!
Kelime hazinemizi, o çanağımızı çok doldurmalıyız; çok okumalıyız. Okumalıyız da ne okumalıyız? Nitelikli okumalıyız. Üçüncü sayfa haberleri benim toplumuma hiçbir şey vermez; onları da okumalıyız ama onun yanında dünya klasiklerini, kendi klasiklerimizi, hiç sevmem, düşüncelerine katılmıyorum dediklerimizi de okumalıyız. Bütün görüşler dünyada tanışmak, buluşmak, yarışmak içindir. Aksi halde tek boyutlu insanlar olarak topluma bakarız; geniş perspektiften göremeyiz.
Artık Türkçe Yazıldığı Gibi Bir Dil Değildir!
Gelelim Türkçenin sorunlarına. İçim yanıyor Türkçemiz için. Çünkü maalesef ülkemizde dil konusunda bir hassasiyet yaratılmamıştır. İlkokuldan itibaren Türkçenin doğru kullanılması, Türkçenin doğru yazılması hatta ben dahil hepimize öğretildiği gibi ‘Türkçe yazıldığı gibi okunan bir dildir’ ifadesinin artık geçerli olmadığı da anlatılabilmelidir. Çünkü Türkçe yazıldığı gibi okunan bir dil değildir artık. Neden? Fonetik yapısı itibariyle, ses yapısı itibariyle Türkçe yazıldığı gibi okunan bir dil değildir. Ses yapısı ilkokuldan başlayarak çocuklarımıza öğretilse, doğru telaffuz öğretilse bugün Türkçeyle ilgili bu büyük karmaşayı yaşamayacağız.
Türkçe Öğretmenleri Özel Yetenek Sınavıyla Seçilmeli!
Dilimin en güzel seslerini niye düşüreyim? Niye telaffuz etmeden konuşayım? Sürekli olarak dili farklı, yanlış konuşan kitlelerle yüz yüze kalıyoruz. Bunlardan arınabilmemiz için bir tezim var; bunu şiddetle savunuyorum: Okullarımızdaki Türkçe öğretmenlerinin özel sınavla seçilmesi gerektiğini çok ciddi biçimde savunuyorum! Asıl olan İstanbul Türkçesi denen temiz Türkçe, bölgesel söyleyişleri bünyesine almamış Türkçe. Hal böyle olunca bizim minicik bebeklerimize Türkçe öğreten öğretmenlerimizin telaffuz konusunda da temiz Türkçeye sahip olması gerekliliğini savunuyorum. Eğer Türkçe öğretiyorsa bir kimse bizim çocuklarımıza bölgesel söyleyişle gelmesin. Bölgesel söyleyişler bizim zenginliğimiz, kültürümüzün ayrılmaz bir parçası, bölgesel söyleyişlerden de elbette haberli olacağız. Türkçeyi doğru kullanmak son derece önemli. Türkçe öğretmenlerinin de Türkçenin doğru konuşulması açısından özel yetenek sınavıyla seçilmesi benim savunduğum bir tez. Zira Türkçeyi kaybediyoruz.
Türkçe Harflerde Şapkalar Kalkmadı, Kalkamaz, Kaldırılamaz!
Demokratikleşme paketinde Başbakan Erdoğan’ın ‘klavyelere özgürlük’ sloganıyla kullanımının serbestleştiğini dile getirdiği Q, W, X harflerinin Türkçede ihtiyaç duyulmayan sesler olduğunu söyledi Feyman; W’nin İngilizce telaffuz şeklinden örnekler verdi. Türkçe’de bu sesle başlayan bir kelime olmadığını anlattı ve ‘Benim Türkçeme lazım değil’ dedi. K’nin önüne şapkalı â koyunca zaten Q sesinin çıkartıldığı örneğini verdi.
Şapkalar kalktı iddiası var, kalkmadı, kalkamaz, kaldırılamaz, imkânsız! ‘Ke’ ya da ‘Ka’ artık her ikisini de telaffuz olarak doğru kabul ediyoruz. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki Türkçe dünyanın en zengin ses yapısına sahip bir dil. Siyasi kaygılarla bunu yapabilirsiniz ama Türkçeye bunu koyamazsınız. Ben bir uygulayıcıyım, dil uzmanı değilim ama artık 40 yıla yakın bir süredir diline gönül vermiş bu konuda çok eser okumuş çok kimseyle tanışmış biriyim.
Gülgûn Feyman’a göre Türkiye’de Türkolog yoktu ve bu düşüncesini her konferansında dile getirdiğinin de altını çizdi. “Halbuki burası Türkolog yetişmesi için bir laboratuvar. Gönlüm ister ki bir laboratuvar olsun, halkım sesleri öğrensin.” derken Türk Standartları Enstitüsü ismini de eleştirdi: “Türk Standartları Enstitüsü. Nerede bunun Türklüğü? Sadece Türk kelimesi Türkçe. Standart ve Enstitü Türkçe değil, zorlanıyoruz bile söylerken. Niye kendimize has isimler bulamamışız?”
Televizyonlarda Türkçenin yanlış kullanımından herkes gibi Feyman da rahatsızdı ve televizyonda yapılan dil yanlışlarına “ekranlardan bir kovanın içinden boca edilen mikroplar gibi üzerimize düşüveriyor” sözleriyle dikkat çekti. Tv’de yapılan yanlışlara tepki verilmesi gerektiğini ancak dil konusunda bir bilinç oluşturulmadığı sürece bunun zor olduğu gerçeğinin de altını çizdi.
Benim Sadık Yârim Dilimdir!
Bu ülkenin bir tane bayrağı var, benim al bayrağım var! Bir tane İstiklal Marşım var! Bir tane vatanım var benim, Türkiyem var! Ve benim bu ülke hudutları içinde soydaşlarımla, can yoldaşlarımla konuşacağım bir tane dilim var! Niye onu hırpalasınlar, örselesinler, yüzünü gözünü parçalasınlar? ‘Sadık yârim topraktır’ dediği gibi Veysel’in, benim sadık yârim dilimdir! Ben duygularımı düşüncelerimi güzelim Türkçemle paylaşacakken Türkçeyi heba eden bir yapıyla karşı karşıya kalıyorum.
Gülgûn Feyman “Matematiği var Türkçe’nin, çok güzel bir matemetiği var.” sözünün hemen ardından sokak Türkçesi televizyon Türkçesi gibi farklı kullanımlar olamayacağından bahsetti:
Sokağın Türkçesi, televizyonun Türkçesi, CNN’in Türkçesi, bilmem nerenin Türkçesi diye bir Türkçe yok; bir tane Türkçe var. Onu da doğru kullanmaktan yükümlüyüz. Yoksa tarih önünde hepimiz suçlu kabul edileceğiz. Gelecek kuşaklara dilimizi doğru en güzel şekliyle bırakma mecburiyetimiz var.
1 saatlik süre içerisinde Feyman’ın konuşmasında örnek verdiği yanlış telaffuz edilen sözcükler de şunlar:
Gaste değil Gazete; Herkez değil Herkes; bi’şey değil Bir şey (Şu R’leri koyun bir kelebek dokunması gibi. Abartılı değil); Full dolu değil Çok dolu; Restaurant değil Lokanta; Star değil Yıldız; Start almak değil Başlamak; Musiki değil Musıkî; ‘Banyo almak, duş almak’ değil Yıkanmak; Sahne almak değil Sahneye çıkmak; Nüans farklı – ‘Nüans’ zaten ‘fark’ anlamındadır; Kapalı Spor Salonu – Salon zaten kapalı bir yerdir; ‘5 gibi gelirim’ (‘5 şekline girer gelirim’ mi demek isteniyor? Gibi, iki durum arasındaki mukayesedir.)
Feyman, özellikle gençlerin sıkça kullandığı ‘hani’ler için de “Lüzumsuz bir haniler silsilesi aldı başını gidiyor.” eleştirisinde bulundu.
facebook’evreni ] facebook sayfası ] twitter’evreni ] RSS abonelik
Kitap mı Okuyoruz Yoksa TÜYAP mı?
31. kez ve ilk defa da uluslararası düzeyde gerçekleştirilen TÜYAP İstanbul Kitap Fuarı‘ndaydım bugün. İlk İstanbul TÜYAP Kitap Fuarı ziyaretimi 6 yıllık aranın ardından bir araya geldiğimiz üniversiteden sınıf arkadaşım Selda ile gerçekleştirdim. Günün sonunda farkına vardım ki İstanbul’a geldiğimden beri edebiyat sohbeti yapabildiğim tek gündü ve cumartesi Dijital Medya Okulu, pazar kitap fuarı derken en kültürel hafta sonumu yaşadım.
Hiçbir Romanımı Yayımlandıktan Sonra Alıp Okumam
Doğan Kitap tarafından düzenlenen Zülfü Livaneli ile Doğan Kitap Yayın Yönetmeni Deniz Yüce Başarır‘ın yer aldığı “Yazardan Yayınevine” konulu söyleşiye katıldık. Livaneli’nin konuşmalarından tuttuğum notlar şu şekilde: Continue reading →
Tanrı’nın Olduğu Yerdeyim Ben!*
Ne ağacıydı bilmiyorum; öğlen çayımı alıp 1 saatten fazla oturdum altında. Güneş kayboldu, hava soğudu, rüzgarla beraber yağmur atmaya başladı. Uzun uzun ablamla, Murat’la, Nur‘la konuştum.
Vatan gazetesinin Kitap ekini okudum aynı ağacın altında. Cumartesi günü İskender Pala ve Banu Avar, İzmir Tüyap Kitap Fuarı‘ndalarmış. Ben de aylar öncesinden Continue reading →