Hevesi çok kolay kırılabilen biriyim. Hevesimi kıran eylem ve söylemlere karşı direncim de zayıf; yaşıma, başıma rağmen… Belki bu karakterle, yetiştirilme tarzıyla veya bilinçaltımın karanlık noktalarındaki arızalarla ilgilidir. Zaten hevesimi kıranların, bunu bilinçli yaptığına pek inanmıyorum. Farkında olarak yapan varsa da günahı boynuna ;) Konuşan ne niyetle konuşuyorsa konuşuyor; bunlardan ciddi anlamda etkilenip kararlarını veya yolunu hemen değiştiren bende asıl mesele :)
Heves kırıcılık, Asıl Bunu Konuşalım‘ın ikinci bölümünde Arda Yılmaz’ın podcast gündemine taşıdığı konu. Asıl neyi konuşalım, soruma “heves kırıclığı konuşalım” cevabını verdiği an, bu konuda ne çok yaramın olduğunu fark ettim. Yayın sırasında değil de sonradan hatırladığım ağır bir travmam var bu konuda.
“Travma” diyerek abartmış olabilirim çünkü olayı yaşadığım an soluğu metrobüste almış; o zamanlar oturduğum Haramidere’deki evime giderken yol boyu, yaşadığım olayı arkadaşıma gülerek anlatmıştım. Başkent İletişim Bilimleri Akademisindeki spikerlik – sunuculuk eğitimlerini yeni tamamlamış, sertifikamı da demo çekimimi de almıştım. Çok eski bir arkadaşım, İstanbul’a geldiğimdem beri, yine benim gibi eski bir arkadaşıyla ısrarla tanışmamı istiyordu. Söz konusu arkadaşı ulusal bir televizyon kanalının ana haber bültenini sunuyordu. Bizim “mutlaka tanışmamız gerektiği” mevzusu yine gündeme gelince ortak arkadaşımız aramızdaki iletişimi sağladı, ben de bir akşam iş çıkışı televizyon kanalının haber merkezinde spiker arkadaşı ziyaret ettim.
Haber stüdyosunu yukarıdan gören kocaman bir odası vardı. Bir taraftan ortak arkadaşımız üzerinden sohbet edip yavaş yavaş tanışırken diğer yandan da gözüm stüdyoda haberleri sunan kadında ve bir ileri bir geri giden jimmy jib kameradaydı. Gördüğüm ilk ve son haber stüdyosuydu.
Spiker arkadaşla aynı kursta eğitim almışız. Derslerimize giren hocalardan, eğitimlerden konuşurken bana da demo verip vermediklerini sordu. Eğitimi başarıyla tamamladığım için ücretsiz demo çekimi hakkımı kullanmış ve YouTube’a yüklemiştim. Telefonundan girip seyretti. O ana kadar -belki de ortak arkadaşımızın hatırına- son derece kibar ve samimi davranan adam gitti, bir anda topla tüfekle tankla saldırıya geçen bir anchorman’e dönüştü ;) Abartmıyorum, geçmişe dönüp baktığımda, “o gün orada ben ne yaşadım cidden” diye hâlâ şaşırıyor ve arkadaşın niçin o tepkileri verdiğini anlayamıyorum.
Özet geçeyim, ciddi anlamda artikülasyon sorunlarım olduğunu, bunun cerrahi müdahaleyle bile düzeltilemeyeceğini (en çok da bu kısmı anlamadım), telaffuz yanlışlarımın olduğunu söyleyip haber spikerliği yapmamam hatta kamera önüne bile geçmemem gerektiğini salık verdi. Aslında buna benzer peş peşe şeyleri takır takır sıraladı da aradan yıllar geçince çoğunu unuttum :) Çok ciddiydi, sertti ve çok inanarak söylüyordu.
Kursa, spiker veya sunucu olmak için yazılmamıştım; Türkçe telaffuzumu düzeltmek, diksiyon terbiyesi almak istiyordum. Söz konusu spiker arkadaşın yanına da çalıştığı kanalda sunuculuk, muhabirlik gibi bir iş kapar mıyım düşüncesiyle gitmemiştim. Ortak arkadaşımız yıllardır ısrar ediyordu ve spikerlik demomu sosyal medyada paylaşmamın vesilesiyle ısrarını yinelemesi üzerine ziyarette bulunmuştum.
Her neyse yol boyu, spiker arkadaşın bana yönelttiği eleştirilere odaklandım. Instagram hesabımı kapatsam mı YouTube’daki demo videomu kaldırsam mı daha önce paylaştığım videolarımı da gizlemesem mi bunları sorguladım. O kadar mı kötüydüm gerçekten? Söz konusu arkadaş bu işin ustası ve haber merkezinin müdürü olmasından dolayı belki de “acı ama gerçekleri söylemem gerek” sorumluluğuyla bu görüşlerini paylaştı. Kurstaki hocalar, oraya belli bir miktar para ödediğim için nezaketen bazı eksikliklerimizi söylemiyor olabilirlerdi ama bu arkadaşın mesleki deneyimiyle bana dürüst davranmaması için de bir sebep yoktu. O kişinin bunu niçin yaptığı, iyi mi kötü mü ettiğiyle ilgili hâlâ kafam karışıktır.
İlk zamanlar hevesim kırıldı mı, kesinlikle. Ama dersimi tam almamışım demek ki bir süre sonra “internet günlüğü” podcastini yapmaya başladım. Üstüne de “edebî podcasti” yapıp berbat artikülasyonum, telaffuz hatalarımla utanmadan kırk beş bölüm podcast hazırladım.
Bunları, söz konusu olay beni hırslandırdı anlamında yazmıyorum. Yaşadığım olay, bilinçaltımda özgüvenimi -podcast için olmasa bile kamera karşısındaki herhangi bir deneyim açısından- hasara uğrattı. O olayın etkisi henüz soğumamışken bir kanalın sunuculuk ilanına denk gelsem büyük ihtimal başvurmayacak; spikerlik için herhangi bir girişimde bulunmaya çekinecektim.
Yaşadığım bu olayı, o spikerin yaptığını hep şu şekilde değerlendirmeye çalıştım: Ben olsam birine “senden olmaz” der miydim? Kesinlikle hayır! Her şeyden önce öğretmenlik eğitimi almış ve bir dönem öğretmenlik yapmış biriyim. Hiç kimseye “sen yapamazsın, sen şu olamazsın, sen bunu başaramazsın” demem, demedim de. Aksi bir durumun heves kırmaktan öte, inanılmaz derece kalp kıracağına inanıyorum. Biri bir şeyi yanlış ya da eksik yapıyor olabilir. İşin uzmanı olarak bunun nasıl daha iyi yapılabileceğini, eksikliklerin nasıl giderilebileceğini söylemek hatta imkân varsa daha iyisi için destekte bulunmak, benim tercih edeceğim yöntem. Bir başkasının yöntemiyse karşıdakinin hevesi, kalbi kırılır mı demeden topla tüfekle tankla dürüstçe dan dan dan yerle bir etmek ;)
Her neyse, kör topal diksiyonumla podcast yapmaya yeniden başladım. Şükredelim ki Asıl Bunu Konuşalım’ı YouTube’a yönelik kurgulamadım ;) Haddimi aştığımın farkındayım; günahı, hevesimi vakti zamanında tam anlamıyla kıramayanların boynuna. Siz benim artikülasyonla savaşımı bir kenara bırakın da sevgili Arda’yı dinleyin, kulaklarınızın pası silinsin ;)