Aşağıdaki fotoğraf 12 Şubat akşamı İzmir Metrosunda çekildi. Hemen ardından bir proje doğdu. Fotoğraflar birbirini tanımayan üç bloggera gönderildi ve fotoğraflar hakkında tamamen serbest bir yazı yazmaları istendi. İster öykü, ister şiir… Tamamen özgür bırakıldılar. Fotoğraf hakkında kendilerine bilgi verilmedi. Sadece gördüklerini ve hissettiklerini yazmaları istendi. İşte fotoğraf, işte yorumlar:

BİR FOTOĞRAF, ÜÇ YORUM…

Sinan Cem Güney: Fotograftaki tema hoşuma gitti. Özellikle zıtlık hoşuma gitti. Öndeki çocukların yakınlığı ve arkadakilerin uzaklığı. Arkada oturanlar uzaklıklarını belli etmek için elleri kucaklarında bağdaş kurarken, öndeki çoçukların yakınlıklıklarını göstermek için el ele tutmaları aynı mekandaki zıtlıkları gösteriyor. Belki teknoloji insanların hayatlarını kolaylaştırıyor ama insanları uzaklaştırıyor birbirilerinden.
Metrolar sayesinde yüzlerce insan birlikte yolculuk yapabiliyor ama hangisinde münübüslerdeki sohbeti yapabiliyoruz. Hele hele kalabalık trafikteki sohbeti… Hangi mail elle yazılmış mektup kadar değerlidir.
İşte buna direnen iki el.

Feriştah Bayri:
O AKŞAM
Hatırlıyor musun metroya ilk binişimizi?… Hava karanlık ve soğuktu…. Yine lapa lapa kar yağıyordu… Babam öğretmişti metroya nereden, nasıl bineceğimizi… Zaten zor da değildi öğrenmek… Kalabalığı takip etmek yeterliydi… Sen korkuyordun… Sana belli etmiyordum ama ben de korkuyordum kardeşim ben de…. Kalabalığın içinde ürkek kedilerden farkımız yoktu bizim… Ellerimi sıkı sıkı tutuyordun ”Eve gidebilecek miyiz abla?” diye… Sana nasıl söyleyeceğimi bilmiyordum… Ben sana nasıl söylerdim, o gün annemin öldüğünü?…
HEY KÜÇÜK KIZ!
Hey küçük kız / Ne bu surat
Kaldır başını bakayım / Haydi gül biraz gül
Nedir bu mahzunluğun bu hüznün / Nedir bu ürkekliğin bu ağlamaklığın
Ben sana demedim mi / Her gün evden çıkarken “Gül” ünü alacaksın diye
Bir daha böyle görmeyeyim seni / Gül haydi gül…

Halil Gökçe:
BİR FOTOĞRAFLA YAPILAN SÖYLEŞİ
SAVAŞA HAYIR
“nereye koşuyor bu yollar
nereye mavi bu gökyüzü
nereye deniz bu gemiler
nereye ben bu sen
nereye ayrılık bu sevda”
gökçeşair…
“bir otobüse biniyorum bazen
amaçsız,sebepsiz
öyle güzel görünüyor ki dünya
bir otobüs penceresinden”
yangında ilk kurtarılacak bir elin kalmış ellerimde
bir kış gecesi, bir tren karanlığında
yorgun argın bir çocukluktan dönüyoruz…
herkes kendi hikayesinin
bir sonraki durağında inmeyi düşlüyor
bir ceviz kabuğu dolusu mutlulukla…
ne olur
ellerimi daha sıkı tut küçüğüm
tek başıma gücüm yetmiyor
yirminci yüzyılda bilmem kaçıncı dünya savaşına…
düşün, ben de vazgeçersem birgün sevmekten
demir kokulu bir ayrılığı kucaklamaz mıyız?…
ellerin elimde dalıp gittin uzaklara
kaç istasyonundan geçti yüreğimizin, bu tren…
kemikli dizlerine emanet
bir ninnisini duydum ilk önce annemin
sonra aynı ipten örülmüş iki hırkayı giyindik
büyümüşüm, olmadı
bir önceki durakta indi çocukluğum
savurdum bir vagondan anılarımızı…
yaşanmamış acılar gibi…
sıcacık uyuyordun avuçlarımda
başka bir durakta
çatılmış kaşlarını gördüm savaşın
ağlayan çocuklarını
korktum işte, ellerinin daha bi sıktım…
neyse ki atom bombası bırakan olmadı
bindokuzyüzkırkbeşlerde
hiroşimalı düşlerime…
masum bir yolcususun şimdi ömrümün
biliyorum, aynı yürekte bitecek yolculuğumuz…
ve nerde, nasıl
kaç yaşında olursan ol
avuçlarımda birikecek her terde
yeniden başlayacak susuzluğumuz…
makinist amca
savaşsız bir durakta inecek var…
-bilet paralarını amerika ödeyecek-
“nereye koşuyor bu yollar
nereye mavi bu gökyüzü
nereye deniz bu gemiler
nereye ben bu sen
nereye ayrılık bu sevda”
gökçeşair…