Quotes
Yakamdaki Yüzler – Can Dündar
Bizler Birer Karıncayız
Simit Kadar Lezzetli Bir Simitçi Röportajı!
{İSMEK Gazetecilik kursu sona doğru hızla yaklaşırken bir anlamda bitirme tezi sayılabilecek bir görevimiz vardı: Röportaj. Verilen görevi yerine ilk getiren arkadaşlardan Sibel’in çalıştığı hastanenin girişindeki simitçiyle yaptığı röportajı dinlerken bunu blogumda paylaşmam gerektiğine karar verdim. Sevgili Sibel, ricamı kırmadı ve her sabah önlerinden umarsızca geçtiğimiz insanların da söyleyecek sözleri olduğunu ortaya koyduğu çalışmasını e-vren günlüğü’nde paylaşmam için bana yolladı. İşte bol susamlı, mis kokulu, ‘gevrek’ tadında çıtır çıtır o röportaj; iyi okumalar! – Evren}
“Can kurtaran halkası
Susamdır markası
Kimseye karşı yoktur
Gösterisi cakası” İşte size cevabı çok kolay bir bilmece… Biraz ip ucu istiyorsunuz, tamam.
Açın-tokun, zenginin-fakirin, mutlunun-mutsuzun, keyifle yediği bir nimet, desem… Doğru, cevabı bildiniz: Simit.
Bazen saray aşı, bazen gariban aşı, bazen bir memur protestosu, bazen zam oranı göstergelerinin başaktörü simidi, sahibiyle konuştum, yol üstündeki simitçisiyle… Simitçi Alaaddin’le…
Sabahları işe yetişme telaşıyla belki yüzüne bile bakmadan simidimi alıp uzaklaştığım Alaaddin keyifle kabul etti sorularımı ve bir meslek erbabı edasıyla başladı anlatmaya.
Hikâyesini sordum simidin, ‘niye bu kadar seviliyor?’ dedim. Hikâyesinin nasıl olduğunu bilmiyor, yeminle söylüyor “Vallahi bilmiyorum ama Osmanlı’dan olduğunu biliyorum.” O dönemde sadece “Onun bildiği” yani “bisküvi, bilmem ne…” her zaman herkesin alamayacağı şeylermiş en uygun yiyecek de simitmiş. İnsanların simide yönelmesi ondan kalan bir alışkanlıkmış.
Pekmez Önemli!
Simidin şekli oluşturulurken iki tane hamur alınır “galeta” gibi yuvarlanır, uçları birbirine bağlanır, tekrar yuvarlanır kalın bir hamur olur ve her iki ucu birbirine birleştirilip halka simit şekli verilir. Sonra simit önce pekmeze batırılır “ama pekmez çok önemli” imiş “yoksa simit bembeyaz olur” muş. Sonra susama batırılır tepsiye yada fırın küreğine dizilip fırına verilir.
Babamın Yeri!
Alaaddin bir hastanenin önünde satıyor simitlerini. Ama öyle gelmiş tezgah açmış değil. Hastane kurulduğundan beri oradaymış. Babasından dolayı… ”Hani babanın yeri mi? derler ya evet babamın yeri” diyor; gülerek… Şimdi tabi belediye işgali vermiş. ‘Ben simitçi olmak istesem ne yapmam gerekir?’ diyorum. Hiç anlatmaya bile gerek görmüyor. “Yapamazsın” bitti… Kız başınalığımdan mı, babamdan bir yerimin olmadığından mı anlamadım.
Yetkililere diyecek tek kelime var…
Sabah saat 06.00’da başlıyor mesai akşam 19.00 -19.30 gibi bitiyor. Hep aynı fırından almıyor. “Canım hangi fırından isterse anlaşıp anlaşamadığım takdirde değiştirebilirim o sorun değil” diyor. Ayda ortalama 1000 lira ila 1500 lira arası “yani bir işçi” kadar kazanıyor. Bazı günler hiç kazanmadan gittiği de oluyormuş. Kalan simidin iadesi olmaz diyor. Eve götürüyormuş, komşulara falan dağıtıyormuş. Bu tezgahlar kaldırılırsa ne olur? Diyorum. “Şimdi biz sembolüz” diyor. Gururlu ama çaresiz bir ses tonuyla “Başka hiçbir ülkede simit yok. Bizle özdeşleşiyor… bilmiyorum artık kaldırılırsa kimse bir şey yapamaz herhalde… Buradan yetkililere diyecek tek kelime var oda tek kelime yani…”
Susama zam geldi açmaya, çatala ne oldu?
Biraz da malum gündem, susamı konuşalım dedim. Susam neymiş ne olmuş bilmiyor. Alaaddin’e göre susam bir bahaneymiş. Tamam susama zam geldi de açmaya çatala ne oldu diyor. Sanki konu bam teline bastı başladı anlatmaya:
“En son simide zam geldiğinde 75 kuruştan 1 liraya çıkmıştı. Üç sene geçti.Şimdi fırıncının olsun bir simit satıcısının olsun kazandığı para üç senedir aynı. Onu böyle düşün ama benim o kazancımın üstüne bir sürü bir sürü, işte doğal gazına zam gelmiş elektriğine zam gelmiş, yağına zam gelmiş, benim yani kazancım ne yapıyor otomatikman aşağı düşüyor. Şimdi tabi otomatikman zam insanlara yansıyor. İnsanlar da tepki gösteriyor. Ama tepki gösterirken oradaki insanların kazancını düşünerek göstermiyor sadece devlet tepkisidir…”
Alaaddin simidin 1.40 olmasından rahatsız. Simidin fiyatını 1.40 yapmakla insanlara hoş görünmeye çalışmışlar. 10 kuruş indirimle sempatik olmak istemişler. Ama 1.40 lira satıcılara kazandırmıyormuş. “Niye kazandır mıyor, dersen” diyor ve ekliyor.Şimdi bugün bir insan gelse ,ben öyleyim yani 1.20 lira param var dese veriyorsun. 4 tane simit alıyor 5.60 yapıyor ya 5.00 lira ver ya diyorsun gidiyor.Bu kimden gidiyor.Benden gidiyor ama bugün normalinde 1.50 yapmaları lazımdı. Bugün şimdi 1.40 veriyorsan 1.50’de verirsin değil mi? Hem 10 kuruş hesabı yapmazdım hem de kendi karımdan aşağıya inmezdim. Gerçekten kar yaptığımı hissederdim. Fırıncı için o şekilde sorun değil 100 tane veriyorsa 100 tanesinin parasını alır gider…
Simitçi oradan bir simit ver!
Bir ara konfeksiyon üzerine kendi dükkanı olmuş. Alaaddin’in ama sonra kürkçü misali tezgahının başına dönmüş.Seviyorsun bu işi yani diyorum.” Bu şimdi nasıl biliyor musun? İnsanların bizi küçümsediğini algılıyorum.”Ya simitçi diyor birisi.Başka biri bayan bile olsa “simitçi ordan bir simit ver…”diyor.Bu iş tabi çok zevkle yaptığım anlamına da gelmez…çok gocunmuyorum ama 12 saat boyunca soğuklarda, karda kışta ,ayaktasın.Ama şartlar koşullar…Bugün bir işçilik yapsan adam en kötü asgari ücretten sana maaş verir. Bir de emir altında olmak çok daha farklı. En azından burada muhatap olduğun insanlar belli.
Sanırım o bu işi seviyor biz de ne olursa olsun ister 1.40 ister 1.50 simidi seviyoruz ve öyleyse ne diyoruz:
Basit yaşayacaksın basit
Sanki bir gün yaşamın sona erecekmiş gibi basit
Çay , simit ve peynirle
Nazın Hikmet Ran
Kütüphaneler Hâlâ Var!

Esenyurt Belediyesi Kütüphanesi
Yolu hiç kütüphaneye düşmemiş, ömründe bir kütüphanenin büyülü kapısından içeri girmemiş kişiler var mıdır (ki mutlaka vardır) ama ben ilkokuldan beri kendim bildim bileli kütüphanelerle içli dışlı oldum; kitap dolu o hâneleri çok sevdim. İlkokul öğretmenimin payı büyüktür kütüphane alışkanlığımda. Bizim için (bizim için derken Aydınlılar için) sadece ödünç kitap alınacak yer değildir kütüphane, bunu da şundan dolayı söylüyorum; Aydın İl Halk Kütüphanesine yılın 12 ayı gidin harıl harıl ders çalışan, kitap araştıran veya süreli yayınları karıştıran onlarca insan görürsünüz.
Pamukkale Üniversitesi’nde okuduğum yıllarda İstiklal caddesindeki İl Halk Kütüphanesi’ne gittiğimde sırf bu yüzden çok şaşırmıştım; bomboştu. 2 yıl boyunca da kütüphanesi olmayan bir fakültede okumak zorunda kalmıştım; Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde okuduğum halde. Adnan Menderes Üniversitesi’ne geçiş yaptığımda kampüsteki merkez kütüphaneyi görünce çok heyecanlanmış ve mutlu olmuştum.
Aydın İl Halk Kütüphanesi az kahrımızı çekmemiştir. (Aslında buna kahrımızı çekti gözüyle bakmamak lazım; kütüphaneler biz okurlarla mutlu) Üniversiteyi de o kütüphanede çalışarak kazandım, KPSS’ye de orada hazırlandım; hatta çok güzel dostluklar bile kurulur kütüphanede; öyle ki bugün kardeş gibi olduğumuz Mutlu’yla 14 yıl önce kütüphanede üniversiteye hazırlanırken tanışmıştık.
Uzun süredir kütüphane havası solumadım; her şeyin merkezi İstanbul olmasına rağmen buraya yerleştiğimden beri neredeyse çoğu şeyden uzak kaldım. Onlardan biri de kütüphane! Bugün Esenyurt Belediyesi Kütüphanesi’ne gidip kütüphaneye üye oldum. Üye kaydımı yaptırdıktan sonra kütüphaneyi biraz dolaşmak için izin istedim; rafların arasında gezindim; kitapları inceledim. İçeride oturacak yer yoktu; gençler ders çalışıyordu. Kitapların raflarda neye göre sıralandığını çok anlamadım; yalnız bir düzensizlik hemen göze çarpıyordu. Kütüphanenin internet sitesinde 10 bin kaynaktan bahsediliyordu ama nitelikli kitap sayısının az olduğunu düşünüyorum. Ayrıca yine internet sitesinde yazıldığı gibi bedava çay kahve olayı sadece görüntüde var. (Belki çok kalabalık oluyor diye o hizmeti hafta sonları durdurmuş olabilirler diye de düşündüm.) Sistemdeki arızadan dolayı ödnüç kitap almaya gelen gençlerin geri çevrilmesi ve benim gibi yeni üye olanların fotoğraflı üye kayıtlarının 1-1,5 ay kadar gecikebileceği ihtimali de ciddi bir sorundu. Çıkarken görevli hanımla biraz sohbet ettim; 15 gün süreyle sadece 1 kitabın ödünç verildiğini, kitap azlığının da belediyenin yeni açtığı kütüphanelere destek amaçlı kitap gönderilmesinden kaynaklandığını anlattı. Kitap raflarındaki düzensizlik konusunda da hemfikirdik.
Kütüphanelerin başka bir kütüphaneye kitap paylaşımında bulunmasının mantığını anlayabilmiş değilim. Çok çok büyük ve zengin bir içeriğe sahip bir kütüphane için başka bir kütüphaneye kitap desteği sağlanabilir belki ama hâlâ kendi içeriğini tam anlamıyla zenginleştirememiş üstelik merkez bir kütüphanenin başka yere kitap göndermesi ne kadar sağlıklı? Belediyeler şehir süslü püslü olsun diye olduk olmadık her yere 1 haftada solan çiçekler dikeceğine onlara harcayacağı parayla kütüphanelerini zenginleştirebilir.
İkinci adresim Sefaköy İlçe Halk Kütüphanesiydi. Önünden geçerken oranın kütüphane olduğunu anlamayabilirdiniz ama kapısından içeri girdiğinizde gerçekten küçük bir kasabanın emektar kütüphanesine girmiş gibi hissediyorsunuz. Sefaköy’de kütüphanede bende böyle duygular uyandırdı; bir köy yerinde şirin bir kütüphanedeydim sanki ve içimi tuhaf bir huzur kapladı. Küçük olmasına rağmen kitap yönünden zengindi. Kulağı biraz ağır işiten ve daha önce 30 yıl boyunca Bayezıt Kütüphanesi’nde görev yapan beyefendiyle samimi bir sohbet de gerçekleştirdim. Üye kaydımı hemen yaptı ve 15 gün süreyle iki kitap alabileceğimi söyledi; hızlı okuyanlara 3 kitap verebildiklerini de ekledi. İçeride sadece üç kişi vardı; ders çalışıyorlardı; koskoca Sefaköy’de bu kütüphanenin varlığından sadece o 3 genç arkadaş haberdar diye düşündüm. Ne şanslılardı!
– Üye olmak veya ödünç kitap almak zorunda değilsiniz; bir kez de olsa bir kütüphaneye gidip raflardan bir kitap alın oturun. Birkaç saat okuyun ve o dinginliği, huzuru yaşayın. İnsan olarak buna gerçekten ihtiyacımız var; kitaplardan örülü bir dünyada dış dünyadan saklanmaya çok ihtiyacımız var; birkaç dakika da olsa…
– Çocuğunuzu önce McDonald’s’a değil kütüphaneye götürün. Onun karnını doyurmak kadar ruhunu doyurmak da önemli; hatta daha önemli. Hüss’ü kütüphaneye ilk götürdüğümde heyecanını ve hevesini bugün gibi hatırlıyorum.
– Kütüphaneler sadece sınava hazırlanılan veya ödünç kitap alınan mekanlar olmaktan sıyrılabilmeli. Çok yakın dostlarınızla Starbucks’ta değil de bir kez de kütüphanede buluşmak için sözleşin. O kitap kokan ortamda hiç konuşmadan bir arada bulunmak bile yetecektir.
– Bu yazı vesilesiyle Aydın İl Halk Kütüphanesi’ne selam olsun! 2004 – 2005 yılında Benim Kütüphanem projesi gönüllüsü arkadaşlarıma da selam olsun! Yüzlerce insanı kütüphanenin üst katındaki büyük salonda toplayıp kütüphaneyi yenileme projesini anlatmamızın üzerinden yıllar geçti; bugün yepyeni haline kavuşan Aydın il Halk Kütüphanesi’nin geldiği son noktada bizim de o projemizin izlerini görmek mümkün. Aydın’a gittiğim ilk fırsatta restore edildikten sonra yeniden okurları ağırlamaya başlayan kütüphanemizi ziyaret edeceğim.
Beni Bunlarla Bulmamalıydınız 2013
e-vren günlüğü’ne 2013 yılında Google’da hangi sözcükler aranarak gelindiğine baktım ve geçen yıllarda olduğu gibi yine arada birbirinden ilginç / gülünesi / garip arama sonuçları olduğunu gördüm. {İlkini 2010 yılında yayımladığım Beni Bunlarla Bulmamalıydınız serisinin devamını son olarak 2011 yılında yazmıştım.}
2013 yılı boyunca Google’da arama yaparken yolu e-vren günlüğü’ne düşenlerden en ‘akıllara zarar’ olanları aşağıda sıraladım. Akıllara zarar diyorum çünkü o arama’larla blogumun içeriğinin alakasını çoğunda kuramadım. Ayrıca bir insanın Google’a ‘anneannemin sevdiği şarkıyı aç bakayım’ gibi pek çok arama’nın mantığını izah edemedim ;) Aşağıdaki listeyi tek tek yorumlamak isterdim ama büyüyü bozmak istemedim. Sanırım bu şekilde yorumsuz listelenmeleri bile insanımızın interneti ve arama motorunu hangi amaçla kullandığına küçük bir örnek teşkil edecektir.
– Oyuna gelme Türkiyem!
– Elazığlılar nasıl insanlardır?
– bi insan kendinden nasıl bahseder
– Kendinden bahseder misin?
– milasta deniz varmı
– Yalnızlık iyi midir?
– Asker kınası nasıl yakılır?
– Kader kimin elinde?
– benimle evlenirmisin tülin soyadı
– benimle evlenirmisin tülin ne yapıyor
– erenlerin bağından ara sıra ahiretten
– seni bu kadar seviyorum
– Aydın’a bu sene kar yağar mı?
– Aydın’da kar yağma olasılığı var mı?
– Dershaneden nefret ediyorum!
– Ezana kaç dakika var?
– onun cebisinde ne var acaba
– spor yapmayi beceremiyordum
– 2 dk salak ayagına yatarım omur boyu kpegim yaparım sozler
– 3430’a gönderilen kısa mesaj
– 50 mm 1.8 lensle gelin damat çekimi yapılır mı
– 7 Eylül’de Aydın’a Sıla mı gelecek?
– 7 satırlık bir vicudumuzla ilgili şiir
– Amasyalılar Karadenizli mi oluyor?
– Anneannemin söylediği şarkıyı aç bakım :)
– arkamdan konuşanlar ben neyın ne oldugunu bılıyorum
– aydın koçarlı dağlarındaki canavar
– bayramda biz ne fotoraflar çekilmişiz
– beren saat’in en çok yapmak isteyipte yapamadığı şeyler
– bi tarhana çorbasını bile beceremiyorum
– bulgarıttan göçmen çalışmış kalmış hakları
– dogum gunumde beni unutmadiginiz icin cok tesekur ederim
– Eşim Prozac kullanıyor cinsel açıdan mutsuzum
– fakülteler 6 yıla çıkarılıp yüksek lisans mezunu olacak mı
– kürk mantolu madonnanın adını değiştirmek istersen ne olurdu
– münevver’e motor dediler
– öğrencime aldığım hediye paketine nasıl bir söz yazabilirim
– önemli bir şey yapmak istiyorum ama beceremiyorum
– ramazan ayında ulu orta dışarıda yemek yiyenlere söylenecek söz
– recep ivedik ile yüz yüze mesajlaşma
– tebdili mekanda ferahlık vardır derler ama hiç ferahlığını görmedim
– teveccüh buyurmuşsun dendiğinde ne demek gerekir
– üniversiteden mezun oluyorsunuz mezun töreninize öğretmeninizi davet edin
– ünsüz türk erkek resmi
– ünsüz yakışıklı erkekler
Bu arada Facebook profilimi kapatmamla birlikte o kadar çok geri dönüş aldığım arkadaşım oldu ki bu beni çok mutlu etti. Onlar da aynı dertten şikayetçiydi ama benim asıl önemsediğim ayrıntı etkileşimdeki artıştı. Herkesi burada görmekten daha mutluyum ;)
Siz, Siz Olun; Biri Ölürse Beğenmeyin!
Yıllar önce “öldüğünde tabutunu ‘beğen’ecekler” deseler mutlaka şaşırır kalırdım. Bugün, teknolojinin bizi getirdiği nokta ‘ölenin ardından bir Fatiha okumak yerine ‘beğen’ tuşuna tıklamak oldu. Oysa diğer tarafta Facebook yok; bilmiyor muyuz?
Geçen yıllarda Dijital Taziyeciler başlıklı bir yazı yazmıştım; yeğenim Ramazan’a anneannesini kaybettiği söylenmemişti ama çocuğun telefonuna peş peşe baş sağlığı (!) sms’leri yağmıştı. Başkaları, uygun zamanı ve ortamı bekleyen Ramazan’ın ailesinden çok daha hızlı davranıp üzerine düşen (!) görevi yapmıştı.

Talat Efe’nin 2010 yılında çekilen fotoğrafı ilk kez bu yazıda kullanıldı.
Yeni yılın ilk kötü haberi (ki her ölüm Allah’a kavuşmaysa buna kötü haber demek ne kadar doğru, onu da bilmiyorum) Talat amcamızın vefatıydı. 2010 yılının Aralık ayında Ziya’yla beraber kapısını çalmış ve saatler süren zengin sohbetine dahil olmuştuk. {Merak edenler kendisiyle yaptığım röportajı buradan okuyabilir} O, adeta yaşayan bir çınardı ve Aydın Efesi denilince akla gelen ilk isim Talat Efe, koca bir ömrü sırtlayıp 86 yaşında hayata gözlerini yumdu.
Bir Ölüm Kaç Beğeni Alır?
Bugün cenazesi defnedildi; İbrahim’in, Evren’in en muhteşem Efe’si olmasında onun da payı yadsınamaz. Zaten İbrahim de “Ne yokluğun dolar, ne hakkın ödenir.. Aldığım tüm övgüler senin, lakabım senin, Efelik senin… Şimdi attığım her adım da senin eserin.. Canım Dedem, Efem, Şairim mekanın cennet olsun… Ben nasıl yüklenirim yarın seni“ diye yazıyordu. 33 kişi tarafından beğenilen yazıya 18 baş sağlığı yorumu yapılıyordu.
Bugün, toprakla buluşma vaktiydi ve Talat Efe, tıpkı Cahit Sıtkı Tarancı’nın yazdığı “Bir namazlık saltanatın olacak, Taht misâli o musalla taşında.” mısralarında olduğu gibi tabutuyla baş köşedeki yerini almıştı. İbrahim’in cenazeden paylaştığı fotoğraf 12 kişi tarafından beğenildi (!) altına ise sadece 3 baş sağlığı yorumu yazıldı. Oysa yine biliyorduk ki Talat amcanın ve daha öncekilerin gittiği yerde sosyal medya yoktu. Bir tabutu beğenenlerin kaçı zahmet edip telefon açtı da baş sağlığı diledi ya da daha az zahmete girip bir Fatiha okudu? Öyle ya Facebook’ta ölenle ölünmüyordu!
Aramızdan Çoğu ‘Mobil Körlük’ Yaşıyor!
Instagram’da Talat Efe’nin 2010 yılında çektiğim fotoğrafıyla birlikte vefatını yazdığımda da peş peşe gelen beğeniler ‘mobil körlüğü’ bir kez daha ortaya koyuyordu. Beğenenlerin büyük çoğunluğu muhtemelen yaşlı bir efenin fotoğrafını beğenerek tık’lamıştı. Yazıyı okuduklarını sanmıyorum; okuyup da yorum yazmasa bile Fatiha okuyan kaç kişi vardı acaba?
Ölümü bile tüketir olduk internette. Tıpkı ömürleri tükettiğimiz gibi. Doğar doğmaz bebeğimizin cıbıl cıbıl fotoğraflarınızı sanal alemde eşe dosta sergileyen bizler ne vahim videoaları, fotoğrafları ‘beğenip’ geçmedik mi? Artık bir ölüm haberi, bir tabut beğenilmiş çok mu…
Hâlâ okumasını bilen ama vakti de olan varsa Fatiha… Talat amca ve es geçtiğimiz diğer kaybettiklerimizin ruhuna…