Asker Arkadaşı Buluşması

En son Aralık 2007’de gitmiştim İzmir’e. Bugün asker arkadaşım Kasım, ailesiyle İzmir’e geliyordu ve “burnumun dibine kadar gelmişken” kendisini görmesem olmazdı. Kasım’ın kardeşi Dokuz Eylül Üniversitesi’nden mezun oluyordu ve bugün kep töreni vardı. Karşıyaka Mavişehir’deki Kent Spor Salonunda buluştuk Kasım’la.

Askerden sonra buluşup görüştüğüm ilk arkadaşım oldu kendisi :) İzmir’in -özellikle de Mavşehir’in- güzelliğine Kasım’la birlikte bir kere daha hayran olduk. Ah bir de şu karenin çekilme aşaması var ki Aydın’a yarım yamalak dönmeme sebep oldu. Ah Kasım, ne büyük bir olaya vesile oluyordun ta İstanbullar’dan İzmir’e gelerek :)

HÜSS, 6 Yılı Geride Bıraktı

Daha çok küçüksün çocuk. Henüz bir çocuksun. Fotoğraflarına baktığımda hala aynısın. Gün gelecek, tıpkı Ziya ve İbrahim amcalarının çocukluk fotoğraflarına bakamadığım gibi, senin de bu binlerce fotoğrafına bakamayacağım.

İbrahim Amcan -hani hala bizim küçük EFE’miz- ilkokuldayken “Tohumlar Fidana” şarkısını söylerdi. Gizli gizli ağlardım. Onun o çocuksu sesi -çok iyi biliyordum ki- bir daha duyamayacağım bir sesti. EFE büyüdü, söylediği şarkının sözlerindeki gibi tohumlar fidana, fidanlar ağaca döndü. Şimdi ne İbrahim amcan o şarkıyı söylüyor ne de ben o günleri geri getirebiliyorum.

Sen de büyüyorsun. Masumiyetimizden, çocukluğumuzdan bir şeyler yitirerek sözde “kocaman” oluyoruz. Bütün bu fotoğraflar, yazılar sana en güzel hatıra çocuk. Şimdiki gibi yanında olamayacağız yarınlarda. Amcalarının yüreğinde nasıl bir yerdeymişsin gör diye, Doğum Günün Kutlu Olsun babamın adı Hüseyin, bizim minik Hüss!

Benim Günlüğüm ve Sizin e-vren günlüğünüz

İşte Türkiye’nin En Kişisel Blogu!” diye duyurmuş Blog Canavarları, e-vren günlüğü’nü. Tarih 16 Ağustos 2007’yi gösteriyor. Yazıdan haberdar olunca çok mutlu olmuştum.

Süper Gözlerin Sahibi” başlığıyla bir ara çok tepki çeken malum fotoğrafamın üzerine yazı yazmış Burcu Sezer 19 Ağustos 2007 tarihinde. İstatistik verileri sayesinde haberim olmuş, çok şaşırmıştım yazıyı okuyunca.

Ve 17 Haziran 2008. “Evren, Evren Kadardır” demiş Sıdıka, “Suskun Bir Masal” başlıklı yazısında. 9 ayrı fotoğrafımı kullanarak 9 yazıma gönderme yapmış. Öncesinde bu çalışması için benim onayımı almayı uygun gördü sevgili Sıdıka. Harcanmış bir emeğe saygım sonsuz; hayır demem mümkün değildi.

Beni şaşırtan, mutlu eden, hüzünlendiren öyle çok olayla karşılaşıyor, öyle güzel insanlarla tanışıyorum ki e-vren günlüğü sayesinde. Ziyaretçiler tarafından bu e-lektronik yaşam diyarının gün geçtikçe daha çok sahipleniliyor olması beni çok mutlu ediyor. Teşekkür ediyorum herkese.

Ben Büyük, Sen Güçlüydün

Her zaman yanımda sen vardın. Düğünümde de ölümümde de… Hayat bir tokat gibi suratımda her patladığında, göz yaşlarıyla sana sığınırdım. Oysa ben büyüktüm, halbuki sen güçlüydün.

Sen susardın, ben yazardım. Herkes merak eder, bir sen soramazdın. Oysa ben her şeyi cevaplar/d/ım.

Sen kendi dünyanda, ben dört duvar arasında hesaplar verdik birilerine. Bir kendimizle yüzleşemedik. Bir masaldı yaşadığımız, yazdıklarımız bir destan. Şimdi sen yoksun, sadece içimde kocaman bir yokluksun.


Fotoğraf: Ankara
Tarih: 05.06.2008
Çekim: Şaziye N. Ayan

facebook’evreni ] facebook sayfası twitter’evreni RSS abonelik

Bizim Mahalleyi Mehteran Takımı Basarsa

Bu haftasonu mahalleyi uyandırma görevi hangi komşumuzdaysa işini çok ciddiye almış herhalde. Mehteran takımının sebebi bu olabilir mi? Haydin millet, aşka gelin, uyanın, coşun!

İmren ablaya sabah kahvaltısına gidecektik. Evrenler sabah geç kalkar, işimi garantiye alıp evlerinin önüne bir mehteran takımı yollayayım diye mi düşündü acaba?

Sağ bacağımda iki gündür tuhaf bir acı var, markete bile zor gidip geldim. Bu yüzden dayımların erik bahçesine gidemedim. Herkes orada. Ben bütün gün evde…

Garip Hareketi‘ni okumaya devam ediyorum. Bugün Mesnevi‘den hiç bölüm okumadım. İkinci Yeni Olayı kitabına da aylar var sanki. İlk defa iki kitap birden okuyorum, ondandır.

Şaziye‘nin Ankara’da çektiğim fotoğraflarını Flickr‘daki sayfama ekledim. İlk defa e-vren günlüğü facebook‘taki arkadaşlarla sohbet ettim. Çok güzel bir duyguydu. Sizi tanımaktan mutluluk duyuyorum.

Sıfır Dediğimde filmini seyrettik Ziya‘yla. Sonu olmayan, belirsiz biten modern Türk filmleri geleneği bozulmamış. Ama müzikler, görüntü efektleri ve özellikle Oktay Kaynarca‘nın ses tonu muh-te-şem bir hava katıyor filme.

Merak merak içinde kaldığım, seyretmek için can attığım Yumurta, büyük bir hayal kırıklığı yarattı bende. Güzel şeyler yazmak isterdim burada. Ben bir şey anlamadım.

Futbol için “modern savaş” demek pek de yanlış olmaz sanırım. Çek maçından sonra Türkler Tarih Yazdı, Çılgın Türkler, Türk Mucizesi gibi başlık atıyorsa yabancı basın… 1453 İstanbul’un fethinde bile Avrupa böyle değerlendirmemiştir başarımızı eminim. Bu arada Milli Takım maçını sadece insanlar seyrediyor sanırdım. Tek ilgi duyan biz değilmişiz. Gol atınca balkona çıkıp demirlere vurmak da ne oluyor! Sevincin de bir sınırı var değil mi?

Değişmeyen Tek Şey: YOKLUĞUN

Bizim evin üzerinden geçen uçaklarda SEN varsın sanırdım… Şimdi o uçaklarda BEN varım da bir SEN yoksun.

Yıllarca, bizden ayrılışının yıldönümlerinde herkese mesaj atardım. En çok ihtiyacın olan şey için; bir dua bir hatırlanma için. “Unutmadık, unutmayız” diye cevap verirdi çoğu. Bugün SEN yoksun ve en “unutmayacağız” diyenler bile unuttu seni.

Kaç yıldır ÖSS ile aynı güne denk geliyor Babalar Günü. Bugün SEN de yoksun hayatımda ÖSS de. Değişiyor bir şeyler, elbet bıraktığın gibi değil hiçbir şey. Değişmeyen tek şey: YOKLUĞUN

Aydın Lisesi Cumhuriyeti

Önce büyükler: Aydın Lisesi’nin 1948 yılı yani ilk mezunları. Siyah takım elbiseli Eski Devlet Bakanı Nahit Menteşe.

Adı üstünde Mezunlar Pilavı. İki kocaman kazan pilav ve yüzlerce ayran. İşin ciddiyetini belgelemek adına (ne tuhaf bir cümle oldu) uzun pilav sırasını görüntülemekte fayda gördüm :) Okurken de sıra bekliyorduk; mezun olduk hala sıradayız :)

Ve mutlu son! Uzun bir yolculuktan sonra pilavlarımıza kavuşmuş olmanın verdiği huzurla “durun, yemeden önce şöyle artistik bir fotoğraf çekelim; sonra onu feysbuk’a koyup hava atalım” bahanesiyle yukarıda görüldüğü üzere şirin mi şirin bir kare çektik. {Sağdan sola: Mavi ayakkabılar ben, Deniz, Ziya, Fatih ve yine ben} 

Ben ve ekibim. Her yıl mezunlar pilavına katılır, kendimize malzeme çıkartırız. Bu arada bir ihbarda bulunuyorum Ey e-vren günlüğü ziyaretçileri: Deniz, Aydın Lisesi mezunu değil! {Geçen yıldan beri sabrediyordum, artık dayanamayacağım!}

Bu çocuk hiç büyümeyecek. {Bu çocuk= Kardeşim Ziya} Sosyolojiyi bitirdi olgunlaşmadı; PDR’den yüksek lisans yapıyor hepten kaydı :) Pilavı yemiş, ayranları içmiş, meşhur Aydın Lisesi marşını söyelemek için moda girmeye çalışıyoruz. 

Efendim, Aydın Lisesi Mezunlar Pilavını elimden geldiğince aktarmaya çalıştım sizlere. Şaşkınlığım, dalgınlığım 1998 mezunlarını görememekten kaynaklanan duygusallıkla birleşince kat be kat arttı :) Seneye biz yine Aydın Lisesi bahçesinde Pilav partisindeyiz. Bekleriz; tabi vefa da…

Ey Benim Şanlı Lisem, Bayrağın Dalgalansın!
Aydın’ın Kalbinde Sen, Yıkılmaz Bir Anısın!