Edebiyat Bölümünde Tekrar Okusaydım Neler Yapardım?

Çocukken astronot olmayı isterken ortaokulda Türkçe öğretmeni, lisede de gazeteci / muhabir olma hayali kuruyordum. Üniversite sınavına hazırlanırken Türkçe öğretmenliği atamasının daha fazla olduğu yönündeki uyarılara rağmen Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü istedim hep. Edebiyat diye diretmemin altında yatan o dönemki sebep ve koşulları tam hatırlamıyorum. Öyle ki bu bölümü okumaktan hiçbir zaman pişmanlık duymadım ama İstanbul’daki köklü birkaç üniversiteden herhangi birinin edebiyat fakültesinde okumuş olmayı isterdim. Çünkü çoğu şeyin merkezi olduğu gibi edebiyatın da merkezi İstanbul gibi geliyor bana.

Kendimi zamanla tanıdıkça farklı bölümlerin ve mesleklerin de bana ait olduğunu fark ettim tabii ama edebiyat bölümünü İstanbul Üniversitesinde veya Marmara Üniversitesinde en baştan tekrar okuma fikri ara ara gönlümden geçmiyor değil. Eğer vaktim ve işim uygun olsaydı Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü yeniden, tadını çıkara çıkara okumayı isterdim. İşte böyle bir şey mümkün olsaydı şunları yapmak isterdim:

telegram

Zaten bir edebiyat diplomasına sahip olmanın rahatlığıyla vize, final kaygısı yaşamadan ve sınav dönemi kendimi iptal etmeden edebiyatla bağımı kesmez; okumaya, araştırmaya, yazmaya devam ederdim.

Türk edebiyatı, âdeta okyanus. 50 – 55 dakikalık derslerde hocaların anlattıklarıyla yetinmez, basılı ve çevrim içi kaynaklardan ilave bilgiler edinmeye çalışırdım. Çünkü edebiyatın asıl, ders dışında öğrenildiğine, sindirildiğine, içselleştirildiğine inanıyorum. Gazetelerin ve edebiyat dergilerinin eski sayılarındaki edebiyatçı söyleşilerinin peşine düşer, güncel edebiyat dergilerindeki dosya ve söyleşileri de yakından takip etmeye çalışır; önemli gördüğüm her şeyi “Edebiyat Notları” ismiyle tek bir dokümanda toplardım.

Hocalara soru sormaktan çekinmezdim. Anlamadığım konuları, aklıma takılanları ders sırasında veya dışında sorar, kendi yorumlarımı da çekinmeden dile getirirdim. Maalesef biraz akademisyenlerin karakterinden kaynaklı biraz da öğrencilerin “hoca takar, dersten bırakır” korkusu özellikle devlet üniversitelerinde sıkça yaşanan bir sıkıntı; en azından benim dönemimde öyleydi. Şimdiki nesil hocalarıyla iletişim konusunda ne durumda bilmiyorum ama umarım artık “edebiyat konuşabiliyorlar”dır.

Öğrencilik yıllarımda üniversitede edebiyat veya kitap kulübü olduğunu hatırlamıyorum. İlk işim, varsa bu kulüplere aktif katılım göstermek yoksa da kendim bu kulüplerden birini kurmak olurdu.

Aldığım edebiyat eğitimini pekiştirecek eğitimler almaya çalışırdım. Bunlar editörlük, yazarlık, eleştirel öykü okuma gibi atölyeler, diksiyon – hitabet hatta tiyatro gibi eğitimler olabilir. Edebiyat dışındaki kulüp ya da eğitim ve atölyelere de yönelir, çok yönlü olmaya çalışırdım. Örneğin belki hat veya minyatür öğrenir veya gitar kursuna giderdim.

“Yabancı dilimi geliştirirdim” diyemeyeceğim çünkü Türk Dili mezunu olmama rağmen ana dilim Türkçeyi bile hâlâ öğrenmeye devam ediyorum. Çuvaşça, Azerbaycan Türkçesi, Osmanlıca, Kiril alfabesi, Orhun alfabesi vs. bunların üzerine daha çok eğilirdim. Özellikle eski mezar taşları üzerindeki yazıları dahi okuyabilecek kadar Osmanlıcayı çok iyi öğrenirdim.

Okuduğum şehirdeki kitap fuarlarını, edebiyat söyleşilerini takip ederdim. Özellikle İstanbul bu konuda çok fazla alternatife sahip. Yayınevleri başta olmak üzere birçok kurum, yazarlarla sık sık söyleşiler düzenliyor. Yılda bir kez düzenlenen TÜYAP ve CNR kitap fuarlarından ayrı belediyelerin de gerçekleştirdiği kitap fuarlarında birçok söyleşi yapılıyor. Özellikle güncel edebiyatı yakından takip etmek, edebiyatçıları doğrudan dinleyebilmek adına bu fırsatları mutlaka değerlendirir; her söyleşide not tutar, fotoğraf çeker, yazılı ve görsel bir arşiv oluştururdum.

Öğrenciliğim döneminde bizim bölüm tarafından üniversiteye herhangi bir edebiyatçı davet edilmedi. Okuduğum süre boyunca üniversite yerleşkesinde gördüğüm – o da tesadüfen – tek isim İnci Aral’dı. Onu da Beden Eğitimi Öğretmenliği davet etmişti, bunu blogda daha önce yazmıştım. Edebiyat bölümünde tekrar okursam yayınevleri, dergiler veya sosyal medya aracılığıyla edebiyatçılarla iletişime geçer ve onları fakülteye söyleşiye davet ederdim.

Edebiyat öğrenciliğine yeniden başlarsam bir edebiyat dergisine mutlaka abone olurdum. Öğrencilik yıllarımda Varlık ve Kitap-lık dergilerini düzenli takip edip ara ara satın alıyordum. Türk Dil Kurumunun Türk Dili dergisine bir yıllığına abone olduğumu hatırlıyorum. Öğrenciler ekonomik sebeplerle dergi aboneliği yaptıramayabilir. Günümüzde dijital üyelik sayesinde dergi abonelik ücretleri uygun olmakla birlikte kütüphanelerde birçok derginin -güncel olmasa bile- geçmiş sayılarını bulmak mümkün. Aslında önemli olan, her ay güncel takip edilemese bile edebiyat dergilerinin kütüphanelerdeki eski sayılarını bile olsa inceleyebilmek. Çünkü edebiyat eskimez, güncelliğini yitirmez. Edebiyatçılar ölebilir, edebiyat dergileri kapanabilir ama edebiyat ölmez.

Ve son olarak: Edebiyat derslerinde hocaların aktardığı bilgiler, anlattıkları başta olmak üzere her şeyi yazıp paylaştığım bir blog açar ya da podcast yapardım. Öğrenciliğim döneminde podcastten henüz haberdar değildim ama bu blog vardı. Şimdiki aklım olsa âdeta ders notlarını temize geçirir gibi blogda her birini yazardım. Böylece hem hafızamı canlı tutar, hem not peşinde koşmaz hem de başka edebiyat öğrencilerine de fayda sağlardım. Ama dediğim gibi tekrar edebiyat okursam, derslerde konuşulan her şeyi bir blog yazısına dönüştürüp burada paylaşırım. Bu satırları okuyan bir edebiyat öğrencisi varsa, yukarıda sıraladıklarımdan hiçbirini yapmasa bile bu son maddeyi mutlaka yaparsa çok sevinirim; hatta ben de bu konuda kendisine yardımcı olabilirim.


e-vren günlüğü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Bu yazıya katkı sunun