2005 yılında blog yazmaya başladıktan bir süre sonra yaşadığım şehirde benden başka blog yazarının olup olmadığını merak etmiştim. Zamanla Aydın’da blog yazan diğer arkadaşlarla da tanıştım fakat yıllar içerisinde o arkadaşlar blog yazmayı bıraktılar.
Bir blog yazarı olarak halen büyük bir merakla takip ettiğim onlarca blog var. Onlardan biri de “Berna’nın Günlerinden” isimli blog. Berna, takip ettiğim ve bildiğim kadarıyla da Aydın’da blog yazan tek isim.
Berna Demirkapı. Aydın’da yaşıyor ve 2011 yılından beri blog yazarlığı yapıyor. Aydın’ın birkaç yerel haber sitesinde köşe yazarlığı yaptıktan sonra blog yazmaya yönelen Berna, -kendi deyimiyle- hayali ördeğiyle penceresi Aydın’a bakan küçük odasında blog yazmaya devam ediyor.
Berna’yla saatler süren samimi bir söyleşi gerçekleştirdik. Öğrencim Levent Öztürk de bu eğlenceli söyleşi için Aytepe Mesire’de Berna’nın harika fotoğraflarını çekti. İşte ‘sıcak Aydın’ın ‘samimi’ blog yazarı Berna Demirkapı’yla yaptığım söyleşi! İyi okumalar:
Öncelikle en başta şunu belirtmek istiyorum: Çok etkileyici ve derin cümleler kuruyorsun, inanılmaz! Bildiğim kadarıyla şu an Aydın’da blog yazarlığı yapan tek bayan sensin. Sen bunu bir ayrıcalık olarak görüyor musun?
İçimden geldiği gibi hissettiğim gibi yazmaya çalışıyorum. Aydın’da benim de bildiğim kadarıyla tekim. Bunu bir ayrıcalık olarak görmekten ziyade bir bütünün içinde kendimi farklı görüyorum. Ben kuralsız yazıyorum. Kategorim yok.
Blog yazıların okunduğunda kuralsızlığını görmek mümkün. Kategorinin olmadığı düşüncene de katılmıyorum. Kesinlikle ‘kişisel blog’ tutuyorsun. Blogun ilk çıktığı şekli ama şu an ender olanlarından yani.
Evet öyle. Çünkü başka bir blog örnek alınmadı ya da takip edilmedi. Diğer bloglarla kendi blogumu keşfettikten sonra tanıştım.
Kaç yıldır blog yazıyorsun? Ailen ve arkadaşların bundan haberdar mı?
Yakın çevrem biliyor. Ayrıca ismimin geçmediği, hiçbir yakınımın bilmediği bir blogum daha var. Yaklaşık iki buçuk yıldır birlikteyiz.
Artık Bir Blog Yazarıydım!
Blog, tamamen bir tesadüfün armağanı gibi girdi hayatıma. Bir kitap, raflarda göz gezdirirken dikkatimi çekti. Adını, yazarını hiç duymamıştım. Aldım, bir kaç satır okudum, üslubuna bayıldım. Kitabı bitirdim, yazarına hayran kaldım. Ve bu yazarın farklı kitapları olup olmadığına bakmak istedim. Hakan İşçen “Aşkın Haçsız Seferi” … Borges Defteri, Hakan İşçen’i ararken karşıma çıktı. Sürekli okumaya başladım. Bu arada benim de sahip olabileceğim kadar kolay açılabilen bir sayfa olduğunun farkında da değildim. Derken karıştırmaya başladım. Bilinçsizce bir yere üye oluyor gibi… Sonunda sayfaya istediklerimi yazıp ekleyebildiğimi gördüm. Artık bir blog yazarıydım! Borges Defteri’yle blog dünyasına girdim diyelim.
Peki o vakte kadar Berna, herhangi bir blogu takip ediyor muydu?
Sanırım hayır.
Blog denen şeyden 2011’e kadar büsbütün bihaberdin öyle mi?
Ben o gün Amerika’yı keşfetmiş gibiydim! Bunu ben bulmuşum gibi; tektim!
Kimsenin bilmediği diğer bloguna değineceğiz ama seni tanıyan insanların blogunu okuduğu gerçeği seni rahatsız ediyor mu? Çünkü sen de kızgınlıklarını, üzüntülerini ya da hayal kırıklıklarını adeta ‘ağız dolusu’ yazıyorsun.
Çok fazla tepki alıyorum. Mesela ‘sevgilinden mi ayrıldın?’ diye kuzenim arıyor. Oysa yazdığım ben değilim. Hayatımdaki insan ‘Sen şimdi bunu kimi düşünerek yazdın?’ diyor. Bu bazen rahatsız edici o yüzden diğeri belki de daha kıymetli.
Oysa başkalarının acıları, aşkları, mutluluklarını yazmak hep başka türlü bir tat verdi bana. Kendimi yazarken hiç etkileyici bulmam satırlarımı. Oysa senin aşkın, onun acıları, bir başkasının mutluluğu hep anlatılması tatlı bir şeydir. Bu yüzden neredeyse tamamı başkalarının gözüyle, gönlüyle yazılmış satırlardır. Aralarında günlük havasıyla yazılmışların yanında, başkalarına biraz Berna da karışmıştır elbette.
Orada okuduklarımız senin günlüklerin değil; doğru mu anlamışım?
Nadiren benim günlüklerim ama sanırım ayırt edilmesini istemiyorum. Yani amacım ne bilmiyorum ama benim olan günlüğü başkasının, başkasını yazdıklarıma da kendim yaşamışım havasını vermeyi seviyorum. Aslında iyi okuyucularım ayırt edebiliyor. Burada biraz kendimi saklama söz konusu olabilir.
Blog, Benim Yüreğim!
Yazılarını bilgisayar başına geçip yazıyor ve hemen yayımlıyor musun?
En duygusal, en romantik bulunanları sanırım iş yerimde en gürültülü ortamlarda yazdım; en keyifli anlarımda ağlamaklı yazılar yazdım. Bazen aşk duygusunun küçücük bir heyecanını bile hissetmezken yoğun aşk sözcükleri yazdım. Hatta yolculuklarda cep telefonumdan yazdım. Yatağıma uzandım, sakin sakin de yazdım. Yazarken içim acırdı, içim acırken de yazdım. Hissettiğim an yazdım. Bu yüzden hataları var.
Bozuk cümleler kurmayı seviyorum. Dili çevirmeyi değiştirmeyi, karıştırmayı seviyorum. İçimden geldiği gibi kuralsız yazmayı seviyorum. Bir karalama defteri gibi, bazen bir şiir, bazen bir anı, bazen okuduğum gördüğüm her şey… Ama illa ki yüreğimden geçmiş satırlar. Bir şekilde bana dokunmuş ki ben de harflere dokunmuşum. Blog benim yüreğim. Bazen öykündüğüm bazen sustuğum bir yer. Kuralsız, en güzel yanı da bu. İstediğim kelimeyi istediğim yerde istediğim şekilde kullanabilirim. Tamamen benim hakimiyetimde, benim kalbimde ve benim ruhumda benim kurallarımla işleyen bir şey. Sanki çıplağım orada. Ya da gerçekten gardımı almışım, üşümem imkansız. Her şey ruh halime uygun.
Blog Okuyucusu Daha Kıymetli!
Bir gün sen de bir Facebook, Twitter kullanıcısı olarak sosyal paylaşım ağlarını daha pratik bulup blogunu terk eder misin?
Aslında aktif kullanmıyorum; kısıtlı harf bence sıkıntı. Ben kendimi oralarda ifade etmeyi çok fazla sevmiyorum. Üstelik bana blog okuyucusu daha kıymetli geliyor. Sanki edebiyata, yazıya, kaleme, kitaba daha çok değer veriyor gibi. Ulaşmak istediğim kitle bence burada. Keyifle okuduklarım da buradalar. Sanırım blogdan vazgeçemem. Ellili yaşlarımda bir söyleşi daha yaparız istersen!
Bloga ilk yazını 4 Mayıs 2011 tarihinde yazmışsın. O gün ne oldu da Berna blog yazarlığına soyundu?
Dershanedeydim, çalışıyordum; sabah erken saatlerdi. Masamda bir anda blog açtım ve o zaman içeride masasında oturan müdürüme koştum, pc kucağıma aldım. Ona ‘ben bir şey buldum’ dedim. Sanki ben keşfetmişim gibi ‘burada yazarım ben’ dedim. Karıştırdık. ‘Nereden buluyorsun böyle şeyleri sabah sabah’ dedi; ‘yazacağım’ dedim. İlk ve tek okuyucum bir süre o’ydu. Biraz zorlama söz konusuydu; yazıp ertesi gün okuyup okumadığını kontrol etmeye başlamıştım. Beni acımasızca eleştirirdi. Sadece hikayelerimi yazmamamı istemişti. Hikayeler yavaş yavaş çevremde duyulmaya başlayınca, ‘bu kim? Bu yazdığın sen misin?’ soruları bazılarını kaldırmama neden oldu. Zamanla tüm çevrem blogu duydu ve hikayeler başka bir bloga taşındı. Belki de böylesi daha rahat hissettirdi.
Bir yazında 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ne sinir olduğunu yazıyorsun. Bunun sebebi nedir?
Kadınları ezdiğini düşünüyorum bu tarz günlerin. Ayrıcalık değil de bir kusur gibi. Kadın zekasına ve sağduyusuna hakaret gibi. İşçi bayramları gibi de amaçsız geliyor, hiçbir şey değişmiyor. İnsanları değiştirmek lazım. İnsanlar her geçen gün bir şeyleri yitiriyor. İnsan olan yerlerinden yitiriyorlar. Bu hep böyleydi belki de eskiden; kast ettiğim çağımızla ilgili değil. İnsanlar büyüdükçe yaşadıkça yitiriyor. Çağımızın katkısı tartışılır bence eksileri de artıları da var ama çok yazık ki güzel şeyler en kolay yitirdiklerimiz oluyor.
Berna, hangi yazarlardan besleniyor?
Oğuz Atay, Virgina Woolf, John Green, Elif Şafak, Canan Tan, İnci Aral, Zülfü Livaneli’yi severim.
Biz senin “Berna’nın Günleri” blogunla meşgulken sen çıkıp kimliğini gizlediğin bir başka blogunun olduğunu açıkladın ve insanları yazılarınla bir anlamda provoke ettiğini söyledin. ‘Okuyucunun verdiği tepkilere ölüyorum!’ diyen bir blog yazarı daha görmedim. Neyin nesidir bu gizli blog olayı?
O başka türlü bir şey. Gerçekten çok keyifli, beni delirtiyor. Çünkü özgürce konuşuyor, eleştiriyor ve paylaşıyor. Üç farklı tarzda: Biri Berna’nın gerçekten günlüğü; beni heyecanlandıran bir mesajı yazabiliyorum oraya. Bir diğeri deneme, şiire yakın ama daha esnek ve rahat. Bir de hikayeler var, 5 – 10 bölüm yazdığım, zaman zaman sonu gelmeyen. Oldukça eleştiriliyor, bu çok keyifli. Onun okuyucusu net: Ya seviyor ya nefret ettiğini söylüyor; bunu söylemek için de oldukça uğraşıyor. Buna bayılıyorum!
Ben Provokatif ve Katil Ruhluyum!
Bir yazında kendinden “provokatif ve katil ruhlu” biri olarak bahsediyorsun. Bunun üzerine biraz konuşalım istiyorum.
Hepimizin içinde iyi – kötü potansiyeli bence eşit oranlarda var. Yazan insanlar da pek sıradan insanlar olmuyorlar bence. Çok sevdiğim bir öğretmenim “sıradan olmayan sivri birisin. Bence senden sadece bu sebepten dolayı bile iyi bir yazar olur.” demişti. Sonuçta yazdığım yazıda tamamen o ruh hali içine giriyorum. Orada neyi yazacaksam o an o’yum. Kendim değilim o zaman. Herhangi biriyim. Acıyı yazıyorsam acılıyım. Keyifli yazıyorsam keyifliyim. Aşkı yazıyorsam aşığım. Ama yazı bitiyor ve gerçek dünyaya geri dönüyorum. Üzerime bir hırka geçirmişim gibi hırkayı çıkarıyorum; kendime dönüyorum.
Sakinliğimi Yitirmeye Başladım!
Aylar önce erkek kardeşinin seni arayıp “Eski mutlu ablam ol!” dediğini yazdın; Berna son yıllarda gerçekten mutsuz mu?
Değişmeye başladım. Hani yavaş yavaş değişirsin, fark edilmez belki ama hızla değiştim son bir yıldır. Hızlı değiştiğimin de farkındayım. ‘İnsan yitiriyor’ demiştim ya ben de sakinliğimi yitirmeye başladım. Zor bir yıl geçirdim; bu, galiba yüzüme yansıyor. Aslında mutsuzluk değil ama sıkıntılar, mutsuzluk olarak yansıyor.
Blog yazılarının genelinde annenden çok babandan bahsediyorsun. Arada anneannene dair hatıralarına da yer veriyorsun ama baban karşımıza daha çok çıkıyor. Bu konuya da değinmek ister misin?
Bayan bir yazarsanız. Hayatınıza giren tüm erkekleri sorguluyorsunuz içinizde; ilk önce babanızdan başlayarak. Babam içime dokunan bir çomak gibi hem acıtıyor hem gıdıklıyor beni. Anneannem, dünyada en çok sevdiğim insanlardan biriydi. Onu kaybetmek beni çok sarsmıştı. O öldüğüne göre herkes ölebilir diye düşünmeye başladım.
2012 yılıyla bir kavgan var senin; öyle ki arkasından “Beni hoyrat kullandın eskittin gittin!” diye yazıyorsun. Ne alıp veremediğin var 2012 ile?
Geçen yıl (2012) çok sevdiğim, çok alışık olduğum iş yerim kapandı. İşim, en yakın dostlarım hatta sayamadığım kadar fazlası bir anda yok oldu; değişti; dağıldı! Ben sanki öylece kaldım. Bir değil her şey değişti!
Vergiyle Alınan Havai Fişeğe Alkış Tutmam!
Bir yazında ülkede yoksul aileler varken vatandaşın vergisiyle havai fişek patlatmaya “tüküreyim sizin böyle bayram kutlamanıza” derecesinde karşı olduğunu yazdın. 8 Mart Kadınlar Günü’ne bakışın gibi oldukça farklı bir bakış açısı. Bu konuda hâlâ aynı fikirde misin?
Kesinlikle aynı şey! Bir şeyler öyle görünüyor ki düzelmesi mümkün değil; olmayacak ama öfkeleniyorum; bunu da yazıyorum! Ben işçi çocuğuydum; yokluğu da bilirim, bir kitap için üç saat yatakta ağladığımı bilirim. Çünkü o kitabın parası annemin haftalık pazar masrafı aldığı paranın iki katıydı. Vergiyle alınan havai fişeğe alkış tutmam ben!
Aydın Sıcak İnsanların Şehri!
Aydın’da yaşıyor, oradan besleniyorsun ama Aydın’dan çok da bahsetmiyorsun blogunda. Aydın’da nerelerin gezilebileceği, nerelere gidilebileceği, nelerin yenilebileceği gibi konularda fikir veren günlükler yazmayı düşünmüyor musun?
Aydın’ı çok seviyorum! Bunun farkında değilim; haklısın, bahsetmek gerek. Bahsedilecek çok şey var. En kısa zamanda… Sen bana fikir verdin; evet yazabilirim, keyifli olur. Yazacak çok şey olur. Aydın sıcak insanların şehri bence. Renkli ve samimi. O zaman yazacak çok şey çıkar aslında!
—
Berna’yla gerçekleştirdiğimiz uzun sohbet burada sona eriyor ancak o kendisini blogunda anlatmaya devam ediyor; 55 yaşına kadar da devam etmeye niyetli. Sohbetimiz boyunca babasıyla ilişkileri, son bir yılda başından geçen özel meseleler, yakın zamanda vefat eden yeğeni Mutlu, elinde imkan olsa Aydın’da neleri değiştirmek istediği ve Vardar Pastanesi’nin başına gelenlerle ilgili de konuştuk. Öyle ki Berna, bu konulardaki hiçbir sorumu cevapsız bırakmadı. Ancak bazı cevapların yayımlanmamasını Berna rica etti; bazı bölümlerin de Berna’nın hem özel hayatı hem de çalıştığı iş açısından yayımlanmasının doğru olmayacağını düşündüm.
Ben Bir Aydınlı olarak, Aydın’dan ısrarla yazmaya devam eden bu samimi ve yüreğiyle kalemi bir olan hanımefendiyi tanımanızı istedim. Okuyan, araştıran, üreten, yazan ve paylaşan insan kıymetlidir; blog yazarları kıymetlidir; blog kıymetlidir.
facebook’evreni ] facebook sayfası ] twitter’evreni ] RSS abonelik
Çok keyifli bir röportaj okudum, emeğinize sağlık :)
Hiç duymadigim bir blogger. Çok ilgimi çekti özellikle blog okuyucusunun edebiyata yakın olduğu fikrine katılıyorum. Hemen bakacağım sayfasına.
Güzel bir röportaj olmuş. Ikinize de teşekkürler.
Kafamın içindeki keskin cümlelerime yer verecek bir dünya henüz hazır değil.
E ben de Kuşadası’nda blog yazıyorum. Sayılmaz mı? :)