KÜÇÜK PRENS

Senin oradaki insanlar, dedi Küçük Prens, bir bahçenin içinde binlerce gül yetiştiriyorlar ama yine de aradıklarını bulamıyorlar. Aslında aradıkları tek bir gülde ya da bir damla suda bulunabilir. Ama kördür gözler. İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman gerçekleri görebilir.

Daha bunun gibi “boyundan büyük laflar” ediyor B612 asteroidinin Küçük Prens‘i, 95 sayfalık kitap boyunca. Küçücük gezegenine düşen Fransız pilot Saint-Exupéry ile de akıllı uslu sohbetler ediyor. Ona eskizler çizdiriyor, çizdiklerini beğenmiyor. Ve Saint-Exupéry, çizdiği koyunları beğenmeyen Küçük Prens’e en sonunda bir kutu çiziyor ve “koyunun bu kutunun içinde” diyor. Küçük Prens’in arzuladığı koyun artık o kutunun içindedir.

Küçük Prens’i ilginç kılan iki özellik var: Yazarı Saint-Exupéry, tıpkı kitabındaki gibi uçakla ıssız bir çöle düşer. Zaten kitap yaşadığı bu tecrübenin de bir ürünü gibidir. Akdeniz üzerindeki son uçak kazasında Fransız yazar hayatını kaybeder ve cesedi o gün bu gündür bulunamamıştır.

Küçük Prens’i okuduktan birkaç gün sonra, 2005 yılında 100 Temel Eser arasından çıkarıldığını öğrendim. İddiaya göre sebebi Atatürk’ü ve Atatürk’ün kıyafet devrimini eleştiren şu satırlardır:

Bu asteroidi ilk kez 1909 yılında bir Türk gökbilimci teleskopla gözlem yaparken görmüş. Bu buluşunu hemen Uluslararası Gökbilimi Toplantısı’nda büyük bir heyecanla sunmuş, ama adamcağız şalvar, cepken ve fes giyiyor diye onun söylediklerine hiç kimse değer vermemiş. Büyükler böyledir işte…

Bir süre sonra bir Türk lideri herkesin Avrupalılar gibi giyinmesini zorunlu kılmış, hatta buna uymayanları ölümle cezalandıracağını söylemiş de, 1920 yılında aynı gökbilimci etkileyici ve şık bir giysiyle Asteroid B-612’yi tanıtabilmiş. Bu kez herkes ilgiyle izlemiş onun söylediklerini.

Kitabın künyesi: Küçük Prens, Antoine de Saint-Exupéry, Mavibulut Yay. Ekim 2005, İst.

Hüss’le Resim Çektik :)

Başlık her ne kadar Türkçe cümle kuruluşuna aykırı olsa da bugün Hüss‘le yaşadıklarımızı birebir karşılıyor aslında. Haftanın ilk günüymüş, bugün pazartesiymiş umursamadık ve aldık elimize kağıdı boyaları resim çizmeye başladık. Bizce komik oldu yaptıklarımız ama video çekmek isteyen Hüss, resim yapamadı doğru dürüst. Ne de olsa ayağına kadar su bile getiren bir amcası vardı :) 

DİJİTAL TAZİYECİLER!

Kuşadası‘nda yaşayan kızını görmek için Çorum‘dan yola çıkıyor ismini bilmediğim, sadece bir defa bir bayram ziyaretinde gördüğüm amca. Afyon yakınlarında rahatsızlanıyor ve iniyor arabadan. “İyi değilim” diyor arabayı kullanan yeğenine. Soluğu en yakın hastahanede alıyorlar, oradan üniversite hastanesine sevkediliyor ve doktorlar 4-5 saat muşahade altında tutulması gerektiğini söylüyor. Yoluna devam etmek zorunda kalan yeğenini arıyor sabaha karşı ismini bilmediğim, sadece bir defa gördüğüm amca: Ben öleceğim galiba. Çocuklarıma ve eşime söyle, haklarını helal etsinler…

Feyza ablam, kendisini görmeye gelen babasını Çorum-Aydın yolu arasında kaybediyor ansızın… Hasret dolu baba yüreği, ne kızını görmeye yetişebiliyor ne de geri dönüp ailesiyle görüşebiliyor son defa. Bir başına, garip bir şekilde son nefesini veriyor bambaşka yerlerde… Dün gece Feyza ablanın yanındaydık başsağlığı için.İnsan her şeye alışıyormuş diyor. Allah nasıl bir sabır veriyormuş meğer…

Annenannem vefat edeli 40 günü geçti. 40 gün içinde telefonda ikinci bir defa daha ölüm haberi aldım dün akşam üzeri. Ramazan‘ın anneannesi vefat etmişti. Uzun süredir kanserle mücadele ediyordu. Denizli’ye gitmek için araç ayarlamaya çalıştık ama olmadı. Ramazan’ı aradım hemen başsağlığı için. Telefonu açış şeklinden, ses tonundan anneannesinin ölümünün kendisine henüz haber verilmediğinianladım. Hiçbir şey yokmuş gibi konuştuk telefonda. Görüşme biter bitmez de kardeşlerime ricada bulundum: Sakın Ramazan’ı başsağlığı için aramayın, haberi yok henüz…

Akşam anneannesinin ölümünü öğreniyor Ramazan, bir başsağlığı sms’i yüzünden! Çocuğun içine düştüğü psikolojiyi hepimiz tahmin edebiliyoruzdur sanırım. Anneannemin ölümü sonrası “duygusuzca” atılan cep telefonu mesajları ve epostalara gösterdiğim olumsuz tepkimin haklılığını bu olayla bir kere daha görmüş oldum. Sahte dünyanın sanal dostları, herkesten önce davranıp dijital taziyelerde bulunuyor ve olan ateşin düştüğü yüreğe oluyor!

CUMA/ERTESİ

Sabah kahvaltısında Semih‘teyim. Birinci dönem bitti ama yeni evine gitmek ancak kısmet oldu. Ev arkadaşlarını seviyorum Semih’in. O yüzden 2,5 saat sofra başında sohbet ettik :)

Nihayet Yüksel Abim, bizim eve gelebildi. Üstelik annesiyle… Böylece annelerimiz de tanışmış oldu. Deniz Feneri‘nin dedikodusunu yaptık bol bol :) Günün dersi: Deniz’im, Benim Fener’im! Ziyanı yok, bize iyi birer abi-kardeş kazandırdın!

Hüss, her zaman ki gibi gelen misafirlerin tepesinden inmedi. İki kelam laf edemedik Yüksel Abimle. Yap-bozlar oynandı, resimler çizildi. Sonra Hüss’ün efelik damarı tuttu, küçük de bir oyun sergiledi bize.

Oldum olası severim Cumartesi’lerini. Pazar ve Pazartesi’yi ise oldum olası sevememişimdir!

Öğretici Ruh / A.S.Neill

Bu kitap bir, mutsuzluğun nasıl doğduğunu gösterme, onun insanların yaşamını nasıl yıktığını ve mutsuzluğun hiç doğmaması için çocukların nasıl eğitilmesi gerektiğini belirtme girişimidir.

NEILL, kitabı Öğretici Ruh‘u böyle tanımlıyor giriş’te. Neill’in sıra dışı okulu Summerhill‘deki sıra dışı eğitiminin, akıl almaz öğrenci – öğretmen ilişkisinin detaylarını kitapta okudukça ilkokuldan üniversiteye kadar ne kadar da kötü bir eğitime tabi tutulduğumu düşündüm. Bir öğretmenseniz bir öğrencinin, ana-baba iseniz bir çocuğun nasıl yetirştirilmesi gerektiği konusunda iyi bir fikre sahip olmak istiyorsanız Öğretici Ruh’u mutlaka okumanızı, hatta tekrar tekrar okumanızı tavsiye ediyorum.

Kitabın künyesi: Öğretici Ruh, A.S.NEILL, Kariyer Yay. , Ekim 2001, İst.

HAYATI ELE ALMAK…

Hayatımı yeniden gözden geçirmeliyim diye düşündüm. Saçmaladım. Her gün yeni kararlar alıyorum, bazı alışkanlıklarımı bırakıyorum, planlar programlar yapıyorum. Sıra dışı hayallerimin ucu bucağı yok. İki muhteşem proje var kafamda, geleceğe dair. Önce Semih‘le sonra Feriş‘le konuştum bunları. İmkansız değil aslında da…

Dün herkes ağladı; duydum. Benim de ihtiyacım var, farkettim.

Yeni dönemin ilk stajına yarın gidiyorum. Sabahın 8’inde üstelik. Neyse ki staja gideceğim okul, mahallemde. Sonrasında yaratıcı drama var. Allah’ım nasıl bir şey olacak çok merak ediyorum.

Bir şey daha: İlişkilerimi yeniden gözden geçiriyorum; hayatımdaki bazı şeyleri yeniden ele aldığım gibi… Birileri gitmeli sanki. Ağır mı oldu bu ifade bilmiyorum. Burada yazılanları, özel yaşamımdakiler üzerlerine alınmaya pek yatkın oluyorlar :) Kimse alınmasın üzerine. Evren aramıyor, sormuyor, mesaj atmıyor, yüzünü görmeye, sesini duymaya gerek duymuyorsa… Gönül rahatlığıyla “bu benim!” diyebilsin O’nlar…

YA SABIR!

Son günlerde {sağda fotoğrafı bulunan} Emine Nine‘min sabır tesbiğine ihtiyacım olduğunu hissediyorum. İçimde bir sıkıntı, üzerimde bir ağırlık, gönlümde bir isteksizlik aldı başını gidiyor. Yarın formasyon dersleri başlıyor. İlkokula yeni başlıyormuşum gibi hissediyorum kendimi. Pazartesi sendromunun ileri boyutunu yaşıyorum psikolojik açıdan. Dün Kuşadası’na giderken yolda neden kısa yazılar yazamıyorumdiye düşünmüştüm. Bir iki cümle bir şey yazayım diye geçiyorum bilgisayarın başına ama yine döşüyorum ne varsa :) Bak yine öyle bir yazı çıkacak ortaya! {Ben malımı bilmez miyim}

Dolaplarımın altını üstüne getirdim bugün. Kitapların, dosyaların, özel eşyalarımın, fotoğraflarımın yerleri değişti. Dipten bir temizlik. Artık kitaplarımı koyacak yer bulamıyorum. Küçük kutular yaptım kendime. Ivır zıvır ne varsa doldurdum içine ve hiç açılmamak üzere kaldırdım en olmadık yere. Anneme göre onlar benim çeyizimmiş :) Bütün beyaz eşyaları da kız tarafı yapar, tamam oldu bu iş!

Ben 500. yorumu yapan ziyaretçiyle messenger’da görüntülü-sesli bir sohbet gerçekleştirmeyi planlıyordum. Bunu da blogta duyurayım bir ara diyordum ki bir baktım yorumlar 600’e yaklaşmış. Beş yüzüncü yorumu sevgili Umar yapmış ama önceden bu düşüncemi blogta belirtmediğim için Umar, hadi aç bakayım webcamınıdiyemedim tabi :) Önümüzdeki haftalarda Evren’le bir adet görüntülü-sesli sohbet kazandınız! diye bir e-posta ya da messenger ekleme daveti alırsanız şaşırmayın :) Damdan düşer gibi sanal iletişim kapınızı çalmak istemem.