edebî podcastin 16. bölümünün konuğu Editör ve Öykü Yazarı Derya Atsan. Bu bölümde Burhan Sönmez, Jamal Mahjûb ve Enis Batur’un edebiyata dair görüşleri masaya yatırılırken Hüseyin Su’nun bir sorusuna cevap aranıyor.

edebî podcastin 16. bölümünün konuğu Editör ve Öykü Yazarı Derya Atsan. Bu bölümde Burhan Sönmez, Jamal Mahjûb ve Enis Batur’un edebiyata dair görüşleri masaya yatırılırken Hüseyin Su’nun bir sorusuna cevap aranıyor.
edebî blog’un 3+1 yazı dizisi öykü kitaplarıyla Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülü, Selçuk Baran Öykü Ödülü ve Sait Faik Abasıyanık Hikâye Armağanı’na layık görülen yazar Pelin Buzluk. Buzluk, 3+1 kapsamında Necati Mert, Cemil Kavukçu ve Enis Batur‘un edebiyata dair sorularına yanıt verirken kendisinden önce 3+1 için yazan Hüseyin Ahmet Çelik‘in yazısındaki bir cümleye dair görüşlerini dile getirdi.
Kurslarda yazar olunmaz. Ama kurslar açılmalı. Çünkü orada yazı, edebiyat, hikâye üzerine konuşuluyor. Ustaların yazıya nasıl girdikleri, yazıyı edebiyata nasıl çıkardıkları ve nasıl hikâye ettikleri konuşuluyor, eserlerinden de örnekler veriliyor. Bunlar güzel. Yararlı. Ama edebiyat için yeterli değil. Parmaklarımızı yedirecek kadar leziz bir yemeğin sırrı nerede? Yemek kitabında verilen ölçülerde mi?
Madem yemek kitabı eğretilemesi var. Ben de oradan devam edeceğim. Mutfakta “göz kararı” denen bir şey vardır, bu karar deneyimle gelir. Yazma ve okuma deneyimi, yaşam deneyimi. “Parmakları yedirtecek” edebiyat için belki öncelikli nitelik inandırıcı olmasıdır. Metnin yaşam dünyası meşru olmazsa, okur o dünyada bir yaşantı süremezse ne kadar yazsanız nafile. Bunun için de öncelikle yazarın metnin yaşam dünyasının, karakterlerin, olayların varlığına inanması gerekir. Önce bir düş görecek, orada bir yaşantı süreceksiniz, sonra ise bu düşü başkalarına göstermek için incelikli bir dil ve anlatım gerekiyor. Ben de kurslarda yazar olunmayacağını düşünüyorum. Yazmak öğretilmez ama öğrenilir, okuyarak, yazarak, yaşayarak.
Sadece bir kitap, çocukluğunuzun bütün bir dönemine sığabilir mi, bu özel yılların simgesi olabilir mi?
Sanırım olabilir. Benim için bu kitap “Şeker Portakalı”.
Türk edebiyatını biz tanıyoruz. Dünya tanıyor mu?
Dünya, Türkiye edebiyatını çevrildiği ölçüde tanıyor, başka bir deyişle tanımıyor. En çok konuşulan dillere çevrilen metinler de Türkiye olarak dünyada neyi temsil ediyorsak o temsili sürdürmek üzere seçiliyor. Oryantalist öğeler barındıran metinler bu nedenle başı çekiyor.
Sizden önce 3+1’de yazan Hüseyin Ahmet Çelik‘in yazısında yer alan “Küçümsemelere, bıyık altından gülmelere, layık görmemelere, suçlamalara inat dünyayı kurtarmak için yazarız. İnsanlığı kurtarmak için. Siz yazdıktan sonra dünyanın artık başka bir yer olduğuna inanmıyorsanız yazmak fazla yorucu bir eylem sizin için. Yazmasanız da olur.” cümlesiyle ilgili sizin yorumunuz nedir?
Ben, yazdıktan sonra dünyanın başka bir yer olduğuna inananlardan değilim maalesef. Bir düş görüyorum ve onu başkalarına göstermek, düşle bir yaşam alanı açmak istiyorum, özü bu.
Türkçe blog’u keşfeder etmez 360. Yahoo blog sayfamdan buraya taşındım. Yazı ve fotoğraflarım bazı küçük değişiklerle yeni mekânında yerini aldı… Ama bu -bazı küçük değişiklikler- bazıları için büyük değişikliklerdi.
Ardı ardına, “nerede ELAYI ÖZLER BU GÖZLER yazıların?” diye mesajlar geldi.
Buna iki farklı cevabım var:
Birincisi, bu sayfalarda “Günlüklerimi” yayınlayacağım, denemelerimi ve şiirlerimi değil. Gelin bu konuda anlaşalım. Peki, “SEN BENİM YAĞMURUMSUN” yazısı neden burada diyebilirsiniz. Benim için çok önemli bir insana yazılmış bu yazıyı her an görebileceğim yerde tutmak istedim. Ayrıca o, bu sayfanın “Onur Konuğu” olsun istedim.
İkinci cevabımsa şu:
“Yaşarken mutlaka yarım bırakmalı bazı şiirleri insan.” diyor Enis BATUR. Elasını özlediğim gözler, bu gün hayatımda yok ne acıdır ki… O büyük sevdanın ne adı ne de sanı belliydi. Bu sevda hakkında bilinen tek şey, gözlerinin ela olduğuydu… Bir de, Evren’in gözlerinin elayı özlediği…
—
*Evren, şu sıralar İlhan BERK’ in YKY’ den çıkan “Beyit Mısra Antolojisi ” ni okuyor.