Çekirdeksiz Üzüm’ün Asker Ocağından Hediyesi

Ah keşke KPSS de -hatta her sınav- ALES tarzında gibi olsa :) Arkamda sakız çiğneyen kız, koridorda bır bır konuşan kadın memurlar haricinde çok keyifli bir sınav tecrübesi yaşadım.. Çok seviyorum ALES sorularını, çok!

Sınav çıkışı, anneler günü için geçen hafta hediye aldığım ve bugün almak üzere emanet ettiğim yere uğradım, paketleri alıp eve geldim. Safiye Sultan her zamanki gibi sınavdan çıkınca aç boğalara dönen ben için Continue reading →

Hengamenin Diğer Adı: MART

Bugün ALES‘e başvurdum. Banka sırasında beklerken üniversiteden sınıf arkadaşım Başak‘la, sonrasında da yeğenim Çağrı‘yla karşılaştım.

Neden tekrar ALES? Aslında son anda karar verdim. Akademik kariyer hedeflerimi bilinçaltına attığımı sanıyordum ki birden hortladılar :)

Akşam, Safiye Sultan teyzemlerle sinemaya gitti. Mahsun Kırmızıgül‘ün Güneşi Gördüm filmini seyredecekler. Bense evde ders çalışıyorum :(

Otokontrol ve otosansür uygulamaya Continue reading →

FEF’liden Öğretmen, Akademisyenden Dost Olmaz

Sözle ifade edemediklerimizi yazarak, yazamadıklarımızı da objektifimizden yansıyanları çekerek anlatmaya çalışıyoruz. Az konuşan, çok yazandır blog yazarı.

En güçlü silah aslında kalem. Mermi niyetine cümlelerin etkiliyse en yenilmez savaşçı sensindir. İki yumrukla halledemediğini tek bir cümleyle yerle yeksan edersin.

Birgül‘le sohbetimizin arasında “Edebiyat öğretmenim lazca konuşurdu, hiçbir şey anlamazdım” dedi. Edebiyat anfisinin sıralarındayken geldiği yörenin ağzıyla konuşan arkadaşları duydukça sinirlenirdim. Papağan olsa onca kitabı okuduktan sonra düzgün konuşurdu! Hele ki Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olup da hala yerel ağızla konuşanları anlayamıyorum. Bir Türkçeci, bir Edebiyat öğretmeni İstanbul Türkçesiyle konuşmalı, yanılıyor muyum?

ÖSS tercihleri sona erdi. Formasyon ve Fen Edebiyatlarla ilgili yazılarıma çok fazla yorum geldi bu zaman zarfında. Amacı öğretmen olmak olan varsa yeri eğitim fakültesidir. Bunun 1 yıla sıkıştırılmış tezsiz yüksek lisans adı altında verilen uyduruk formasyonla telafisi komiktir! Üniversitelerin ticari getirilerinden biri haline dönen şu formasyonla bizler ne öğrendik? İçimizde okul stajlarına gitmeyenler, işini bir şekilde halledenler olmadı mı, oldu. Bizim gibi doğru düzgün stajını yapanlar da ne öğrendi? Bence hiçbir şey. Misafir gibi gidip geldik okullara. Doğrudur, ne yazık ki sistem öğretmen olmak isteyip de puanı eğitim fakültelerine yetmeyen pek çok genci Fen Edebiyat Fakültelerine yönlendiriyor. “4 yıl okuyayım da sonra 1 yıl daha formasyon alır öğretmen olmaya hak kazanırım” diye düşünülüyor. FEF’ten içeri adım attığınızda hocalarınız zaten “biz akademisyen yetiştirmek üzere eğitim veriyoruz” diye kafanıza kafanıza vuracaklar. ALES’ten yüksek puan alabilir misiniz, formasyon için başvurduğunuz üniversitelerin mülakatlarından geçebilir misiniz, KPSS varmış, hazırlanmalıymışsınız hiç umurlarında olmaz. Akademik insanlara bu kaygılarınızı anlatamazsınız. Çünkü siz eğer Fen Edebiyatın kapısından girdiyseniz, bilimadamı adayı olarak yol almalısınızdır.

Yukarıda değinmeyi unuttum: Edebiyat bölümlerinde hoca olup düzgün konuşamayan akademisyenler de cabası :) O insanlar bir de her yıl bir iki öğrenciyi gözüne kestirir, “sen öğretmen değil akademisyen olmalısın” der. Hatta kurbanlarını daha da gaza getirip “rektör olamasan bile rektörü tayin edebilecek konumda olacak adamsın!” derler. 20’li yaşların heyecanı 40’lı yaşların entrikalarını anlayamaz. “Geleceğimi düşünüp önce formasyon mu alsam yoksa akademik eğitimime yüksek lisans yaparak devam mı etsem” diye (haklı olarak) bocalarken, “Aman yavrum, aman efendim” diye karşılandığınız akademisyenlerin kapısında birgün “cesaretsiz!” damgası yersiniz. Akademik dünyanın nankörlüğü çoğu üniversite öğrencisi için özel bir tecrübedir. Orada baba-oğul, abi-kardeş ilişkisi birilerinin torpili karşısında bir kalemde silinir. Yanılıyor muyum?

KASIM 2007 ALES ÜZERİNE

Dün ALES vardı. ÖSS maratonunu başarıyla geride bıraktığı halde bitmek bilmeyen sınavlardan birine daha giren Türk gençliği için zorlu bir sınavdı. Sınava girenlerin çoğu 90 dakikanın sözel sorularının hepsini çözmeye yetmediğinden şikayetçiydi. Eski adıyla LES, yeni adıyla ALES’te neden sözel sorularını ilk 90 dakikada vermediklerini anlayamıyorum. Sanırım bu da bir nevi eleme yöntemi. Çünkü sabahın erken saatinde beyin henüz yorgun değilken uzun paragraflardan oluşan sözel sorularını anlayabilmek çok daha kolay olur. Buna rağmen ilk 90 dakikada sayısal soruları veriliyor ve bunları çözerken doğal olarak zihin yoruluyor; böylece sözel sorularının yorumlanması epey vakit alıyor. Dün sınava girenler Mayıs’taki ALES’ten çok daha zor sorularla karşılaştıklarını söylediler. Sözelin abartılmış paragraf ve metinlerden oluştuğunu düşünüyorum ben de.

Kardeşim Ziya‘yı geçen hafta Konya’ya uğurladık. Artık o Selçuk Üniversiteli. Ağustos 2008’e kadar PDR’den yüksek lisans yapacak. e-vren günlüğü’ne gidişiyle ilgili bir kaç not düşmek istedim ama duygularımı normal bir yazıyla ifade etmem mümkün olmayacaktı. Kardeşimi de ilk gurbet tecrübesinde üzmek istemedim :)

Gece Avusturya’dan amcam ve yengem geldi. Amcam, 40 küsur yıldır çalıştığı gurbet diyardan kesin dönüş yaptı. Artık babasının köyünde, iki katlı evinde yepyeni bir hayata başlayacak.

Üç gündür Mercan Dede‘nin son albümü 800’ü dinliyorum. Mevlana‘nın 800. doğum yıldönümü vesilesiyle 800 ismi verilen albümde Yıldız Tilbe‘nin de sesiyle can verdiği Tutsak isimli öyle bir parça var ki… Dinle dinle doyamıyorum :)

İÇİM RAHAT DEĞİL

Hayatımda geçirdiğim en karmaşık ve sıkıcı yaz dönemiydi. Üniversiteyi kazanmak en güzeliymiş, mezuniyeti tattıktan sonra karar verdim. Almış olduğun eğitimin, sahip olduğun donanımın hiçbir önemi yok sanki. Kocaman bir belirsizlik: LES’ten iyi bir puan alabilecek misin, aldın diyelim mülakatları geçip formasyona ya da tezli yüksek lisansa başlayabilecek misin, hadi bunları da atlattın KPSS’den iyi bir puan alıp atanabilecek misin, üniversitede kadro alabilecek misin… İnsan artık ne yapmak istediğine de tam karar veremiyor.

Gecem gündüzüme karıştı. Temmuz, Ağustos, Eylül… Üç ay ders çalıştım diyorum ama çalışmadım / çalışamadım aslında. Kafam almıyor artık. Hangi yolu seçeceğimi şaşırdım. Daha doğrusu seçtiğim yola seçilecek miyim, bunun derdindeyim. Telefonlara cevap vermiyor, mesajları yanıtlamıyorum çoğu zaman. Buhranlı, karmaşık bir dönem ve bu ruh halime yansıyor. İnsan onca yıllık eğitimin, koşuşturmanın karşılığını bir an önce almak, en azından değer görmek istiyor. Ama hayır, ya 2-3 yıllık bir iş tecrüben olacak ya da 1 yıl bedavaya çalışacaksın. Ağzına da bir parmak bal sürecekler. Çürüttüğün dirseğinin, bozduğun gözlerinin, ailenin emeklerinin, döktüğün saçlarının hiç bir kıymeti yok sanki.

Herkes birer birer dönmeye başladı Aydın’a yüksek lisans başvuruları için. Herkeste bir umut, bir heyecan, çoğunda korku… İçimizde şanslı olanlarımız herhangi bir dershanede çalışmaya başladılar, kimisi başka alanlara kaydı. Ama insanı tatmin eden, işe yaradığını hissettiren bir durum yok şimdilik ortada.

Öğlen Semih‘le birlikteydim, akşam Harun geldi ders çalıştık. Tanzimat, Servet-i Fünun, Namık Kemal, Tevfik Fikret vs. Koca bir yaz bunlarla geçti. Ulusal bir dershaneyle staj için anlaştım ama son birkaç günden beri bunu yapıp yapmama konusunda da emin değilim. Benim gitmek istediğim yol başka, attığım adımlar başka sanki. Semih ve Harun’la bunlar üzerine konuşuyoruz. İkisi de duymak istediğim cevapları veriyorlar ama içim ” kepi havaya attığım o günden beri hiç rahat değil.”