Kavgasız gürültüsüz bir hayat için çokça Mevlâna olmalı çokça Yunus Emre… Ama illa ki insan olmalı azizim, insan olmalı!
facebook’evreni ] facebook sayfası ] twitter’evreni ] RSS abonelik
Kavgasız gürültüsüz bir hayat için çokça Mevlâna olmalı çokça Yunus Emre… Ama illa ki insan olmalı azizim, insan olmalı!
facebook’evreni ] facebook sayfası ] twitter’evreni ] RSS abonelik
Aslında başka bir yazı hazırlayacaktım ancak “Elimi tutan olmadı hiç, kelimelerden başka, demiş şair” cümlesiyle başlayan “ama biz yine de kelimelere mecbur, maruz ve mahkumuz muhabbetlerimizde” sözüyle açılan eski defterler yazmayı planladığım tüm yazıların önüne geçti.
Öyle ki son 7 yıldır yaşadıklarımın son iki günde özetlenmesi gibi dün 7 yıllık bir yüzleşme yaşarken bugün 10 yıllık bir hayal kırıklığı yaşadım.
‘Elimi tutan olmadı hiç, kelimelerden başka’ demiş şair ama biz yine de kelimelere mecbur, maruz ve mahkumuz muhabbetlerimizde!
Muhakkak! Lâkin yedi koca yıl kelimelerimiz konuşamadı muhabbetimiz yetim kaldı. Eğer bugün İstanbul’daysam 7 yıl önce söylediklerin ve hemen ardından sarf ettiğin son cümle vesilesiyledir. 7 yıl boyunca ‘o gün ne oldu da bugün bu oldu?’ diye hiç sormadım. Sen de ‘ne yaptın ey Dost?’ demedin.
{Bir rahmetli babanın mezarı başında edilen duaların, bir hürmetli annenin sofrasında yenilen yemeklerin hatırının ortaya saçıldığı vakittir. Öyle ki bu yüzleşmede hiçbir şey eksik kalmamalıdır!}
Yaşanan o olaylardan sonra ben sessizce çekip giderken senin bunu hiç umursamamış olman, ‘zannettiğim’ bir dünyada yaşamış olduğumu gösterdi. Bilimle filmin ayrımını keskin çizgilerle pek fenâ tecrübe ettim!
Karşıma ömrüm boyunca başka bir ‘sen’ çıkmadığı, çıkmayacağı gibi hem karmaşık dünyanda hem de topraktan çamurdan hayatında Allah senin için ikinci bir Evren yaratmayacak!
Bugün bütün bu satırları diziyor, dizilmiş eski defterleri deşebiliyorsak ömrün boyunca kimseden görmediğin değeri benden gördüğün içindir. Kıymet sende değil bendedir!
Evermişler çocukları kalmışlar baş başa karı koca. “Şöyle eskilerden anlatsana” demiş kadın kocasına. “Seni istemeye geldiğimizde baban seni bana vermemişti değil mi?” demiş adam. “Ben o kadar eski demedim canım, şöyle çocukların sünnetlerinden falan başla” demiş kadın. Neme lazım geçelim bunları! Sorulan soruları ve verilen cevapları tek tek not etmişim senin Aşk ile sınavında. Daha geçtiğimiz yaz attım hepsini.
Öyle olduğu hâlde ‘film değil bilim olsun’ diye sana has ‘sükûnet’ten ötürü sustuğuna inanmaya çalıştım! Eğer sen daha yolun başında sükûneti ‘tek kelime bile etmeme’ “benlik”ine râm olmuşsan iğneyi at çuvaldız bul kendine!
Ben, Aşk denilen ağır yükü sırtlayabilecek, geleceğe taşıyabilecek olanın peşindeydim. Seni öyle bildiğim için peşine düşmüştüm; ilk sınavında susarak havlu attın. Kurtarmak istedim, sükûnete gömüldün. Oysa “Tevâzunun ziyâdesi kibirdendir, özgüvenin ziyâdesi de öyle…”
Ben hep böyle yaşadım; elimden geleni yaparım özellikle Aşk için ama asılırsa birisi, hiç kaburga kâse düşünmeden makaslarım ipi Elhamdülillah!
Hamd olsun… Bütün mesele buysa 7 yıllık yokluğa lüzum yokmuş. Ziyâdesiyle beni mahcup ettin! Sen benim bir parçamsın. Beni gönül tahtından indirdikten sonra da ben seni sırtımda ama önce yüreğimde taşımaya devam ettim.
Ben mayası ‘kibir’ olan tevazum ve öz güvenimle yürümeye çalıştığım bu yolda iki sorudan ibaret bir Evren olmadığımı gösterdim. Ancak bugünün entrika dolu senaryoları 7 yıl önce zaten yazılıymış; suçu cevaplanamayan iki soruda aramak, gerçeği ne büyük inkâr olur. Bu inkârda ısrar, entrika senaryolarına taş söktürecek bir oyunun özetinden başka bir şey olamaz!
Seni sadece ben bildim, bir ben anladım. Ancak kurduğun her cümle hayallerimi sona erdirmiyor bendeki seni yerle yeksân ediyordu. Bana neyi anlatmaya çalıştın, neyin pazarlığını yaptın ya da ne yapmamaya çalıştın? Ben bunları hiç anlamadan yıkılmış bir vaziyette öylece kalakaldım. Madem bunca zaman sonra eteğimizdeki taşları döktük, bana bu mahcubiyet sana da bu utanç kâfidir!
Bak bu sana son dersim olsun.
facebook’evreni ] facebook sayfası ] twitter’evreni ] RSS abonelik
2005 yılında blog yazmaya başladıktan bir süre sonra yaşadığım şehirde benden başka blog yazarının olup olmadığını merak etmiştim. Zamanla Aydın’da blog yazan diğer arkadaşlarla da tanıştım fakat yıllar içerisinde o arkadaşlar blog yazmayı bıraktılar.
Bir blog yazarı olarak halen büyük bir merakla takip ettiğim onlarca blog var. Onlardan biri de “Berna’nın Günlerinden” isimli blog. Berna, takip ettiğim ve bildiğim kadarıyla da Aydın’da blog yazan tek isim.
Berna Demirkapı; Blog yazarı
Berna Demirkapı. Aydın’da yaşıyor ve 2011 yılından beri blog yazarlığı yapıyor. Aydın’ın birkaç yerel haber sitesinde köşe yazarlığı yaptıktan sonra blog yazmaya yönelen Berna, -kendi deyimiyle- hayali ördeğiyle penceresi Aydın’a bakan küçük odasında blog yazmaya devam ediyor. Continue reading →
Derdine düştüm İstanbul’un…
Telaşına düştüm İstanbul’un…
“Az önce çok sevdim, öyle çok sevdim ki öptüm öptüm… doyamadım. Hep yabancı sonra çok yalnız ve aslında hep yalancıyız. Bu acı değil kahır!
N’oldu biliyor musun; öylece gittin. Sustun soğudun ve sımsıkı ısıttığımız aşk, üşüdü.
Çok sevdim ben seni. Öpmelere doyamayacak kadar, içime çeke çeke ve ardından hıçkıra hıçkıra ağlayacak kadar çok sevdim.
Seni benden, bizi bizden başkası anlamaz derken, baktım başkalaştık. O şikayet ettiğimiz gibi yabancılaştık.
Sonra ne oldu biliyor musun; yazdım yetmedi, sustum kesmedi, ağladım çocuk gibi ama seni bana getirmedi.
Sonuç yine hüsran senden hemen önceki, ondan bir önceki gibi. Hepimiz gittik, hem de öyle böyle değil çekip gittik. Neye üzülüyorum biliyor musun; zannettiğin gibi olmadığımı öğrenemeyeceksin. Tıpkı bu gerçeği bu satırlarda hiçbir zaman okuyamayacağın gibi
Şimdi n’olacak biliyor musun? Birkaç mesaj gelecek, birkaç yazım yanlışı dolu. Ama asıl yanlışlık, bu satırları kendi yaşanmışlıklarıyla benzer sanacaklar, teşekkür edip aslında 25. kattakinden kat be kat yalnız olduğumu bana bir kez daha hatırlatacaklar.
facebook’evreni ] facebook sayfası ] twitter’evreni ] RSS abonelik
Birbirimizden sıkılıyoruz. İlla ki sıkılıyoruz.
İlişkilerin çoğunda birinin yüzü diğerine daha dönük oluyor. Bak Mecnun’a, bak Mevlana’ya. Leyla kaçtı, Şems gitti! Ya da kendine, arkadaşlarına, anne babana bak.
İlişkiyi sırtlayan ve ayakta tutmaya çalışan iki taraf değil genelde tek taraf.
Seven, aşık olan ilk sen olunca yükün daha da ağır oluyor.
Birbirimize tahammülümüz yok.
İlişkilerde herkesin kendine göre bir amacı var. Aşk’ın tek amaç olduğu ilişki televizyon dizilerinde bile kalmadı.
Sormak istemiyoruz, sorgulanmak istemiyoruz.
İki kişi aynı hayatı bir başına yaşamanın derdindeyiz.
Aşk’ın doğasına aykırı ama onu bile kendi halimizde, kendi kendimize yaşamaya alışıyoruz.
Sükunetimiz bozuluyor, birbirimizi korkutuyor, korkuyoruz.
Sonra… Bilmem kaçıncı birbirimizden yine sıkılıyoruz. İlla ki…
facebook’evreni ] facebook sayfası ] twitter’evreni ] RSS abonelik
Dün konuşurken fark ettim; aslında birini, bir şeyi ‘sevmek’, içinde bencilliği de barındırıyor. Bunu, karşı taraf bizi sevmediğinde ya da aynı düzeyde sevemediğinde gösterdiğimiz tepkiyle, hissettiğimiz üzüntü veya hayal kırıklığıyla ortaya koyuyoruz.
Ve böylece birini severek onun omuzlarına yeni bir yük yüklüyoruz.
Aslında bakarsak Sezen Aksu‘yu sevmek, onun şarkılarını dinlemek de bencilce. Belki de değildir; bu konuda emin olamadım. Dün akşam onu dinlerken bunu da düşünmüştüm.
Sonra… ‘İnsan, kendi başına gelenler konusunda çok da serinkanlı olamıyor.’ dedim. Bir başkasının yaşadığı bir olay karşısında daha soğukkanlı olabiliyoruz. Bu yüzden yaşanan sıkıntılar, girilen depresyonlar karşısında bizim dışımızdan bir arkadaşın, dostun müdahalesine ihtiyacımız olabiliyor. Dün akşam olduğu gibi. Bu müdahale bizi gerçeklerle yüzleştirecek kadar acımasız olabilir, canımızı yakabilir. Sevgilisini unutamadığı için kendini kahreden dünkü çocuğu omuzlarından tutup silkelemem gerekti. İnsan üzülmeli, ağlamalı, kendini kahretmeli; bütün bunları bedenen ve ruhen yaşamaya ihtiyacımız var fakat üçüncü günden sonra değil.
Aşk, insanın kendisini bulmasına yaramalı, kendisini kaybetmesine yol açmamalı. Bir insanın gidişini, bir acıyı antidepresanlara sığınmadan, asıl Sevgili‘ye sığınarak atlatmaya çalışmalı.
Bütün bunları Aşk karşısında yerle yeksan olan ben mi yazıyorum? Öyle… Çünkü bütün bunları bana yazdıran, dün akşam çocuğun yaşadığı acı. Yoksa kendi başıma gelse bu denli soğukkanlı olamazdım.
facebook’evreni ] facebook sayfası ] twitter’evreni ] RSS abonelik