Editörlük atölyesinde ne işim var?

Yayına hazırlanması gereken bir kitap için iki haftadır – bayram tatilini de sayarsak üç haftadır- evden çalışıyorum. 2017 yılının başında da sekiz yüz sayfalık bir kitabın düzeltmelerini (redaksiyon) yapmıştım. Aslında bir edebiyat mezunu olunca ister istemez düzeltmenliğe bulaşıyorsunuz, editörlüğün kıyısında yürüyorsunuz. Bu ikinci kitap çalışması da gündeme gelince, bu işin tekniğini öğreten, eğitimini veren bir yer arayışına girdim ve Notos Kitap’ın bünyesindeki “edebiyat, yayıncılık, felsefe okulu” biçiminde tanımlanan Notos Atölyenin “Editörlük ve Yayıncılık Atölyesi” karşıma çıktı. (İşin ilginç yanı editörlük üzerine eğitim veren başka hiçbir yer yok. Ama yaratıcı yazarlık kursu isterseniz istemediğiniz kadar çok.) 10 haftadan oluşan ve istenirse 10 hafta da “İleri Editörlük Çalışmaları” ile devam eden atölyeye kaydımı yaptırıp 14 Eylül Perşembe akşamı Semih Gümüş’ün ilk dersiyle yeni bir yolculuğa başladım.

İnternet editörlüğünden (ki yıllardır dijital ortamda içerik üretip veya düzenlerken) yayıncılık editörlüğüne -diğer bir deyişle dijitalden geleneksele- yüzümü dönmemi açıkçası biraz sorguladım. “Oysa internette içerik editörlüğü ile ilgili belli dijital markaların da kısa süreli eğitimleri mevcut, belki SEO üzerine bir kursa giderek kendimi geliştirmeliydim, editörlük ve yayıncılık niye? gibi sorgulamalar yaşamadım değil. Sanırım bu yöneliş, hem yukarıda bahsettiğim kitap çalışmalarının arka arkaya gelmesi, benim bundan zevk almam ve bu tür işlerle daha çok uğraşma isteğimden hem de Türk Dili ve Edebiyatı diplomasının altını biraz daha doldurmaya çalışmamdan kaynaklandı. Ne demek şimdi bu?

Yanlış düşünüyor olabilirim fakat Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun olan birinden iyi konuşması, iyi yazması, dil bilgisi kurallarına hâkim olması beklenir. En azından benim kişisel görüşüm bu yönde. Edebiyat mezunu olduğu halde tekrar Osmanlıca kurslarına gidiliyorsa, diksiyon eğitimleri alınıyorsa, yaratıcı yazarlık, editörlük veya redaktörlük için ayrı ayrı eğitimlere başvuruluyorsa bu iyi bir şey ama burada yanlış giden de bir şey var demektir. Neden bütün bu alanlarda donanımlı bir şekilde mezun olamıyoruz Edebiyat Fakültelerinden? Kendimde bazı eksiklikleri görüp disksiyon kurslarına gittim, spikerlik eğitimi aldım. Çok mu gerekliydi, belki hayır. Hatta “haber spikeri mi olacaksın, eğitim aldın noldu?” diye soranlar bile oldu. Amacım spiker gibi konuşmak, haber sunmak değildi. Benim asıl meselem Türkçeyi daha iyi kullanmak, ona daha iyi hâkim olma isteğimdi. Editörlük atölyesine katılarak da asıl yapmak istediğim şey Türkçeme katkı sağlamak, üniversitede dört yılda bize verilemeyen çoğu şeyi kendi çabalarımla tamamlamaya çalışmak. Atölye ekibinde gazetecilikten öğretmenliğe, sosyolojiden edebiyat mezununa hatta tiyatrocuya kadar farklı profillerden arkadaşlar var. Herkes üniversitede aldığı eğitimi, yaptığı mesleği, en önemlisi de kendisini geliştirmenin çabasında.

Zaten Semih Gümüş de ilk derste “ne bu on haftalık editörlük kursuyla ne de ömür boyu alacağınız bir eğitimle editör olabilirsiniz.” dedi. Çok haklı. İşin sırrı edebiyat diplomasına sahip olmakta da değil. Çok okumakta, çok yazmakta ve bu ikisini nitelikli, doğru bir şekilde yapabilmekte.

Son bir not: Blog yazarlarıyla YouTube canlı yayınlarının on üçüncüsünü 20 Eylül Çarşamba saat 20.00’de Devletşah Özcan‘la yapacağız. Yayını buradan takibe alabilirsiniz.

En çok buralardayım: Instagram | Facebook | Twitter | YouTube


e-vren günlüğü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

10 Comments

  1. Ece Hanım çok zarifsiniz,
    Rica ederim
    her zaman sizin gibi değerli blog yazarlarını desteklerim
    sevgiler

  2. İlkokuldan üniversiteye kadar İngilizce dersi alıp bir İngilizce konuşamıyoruz o var. Sonra İngilizce kurslarına tekrar tonla para veriyoruz :/

  3. Sevgili MAVİANNE, fark edemediğim bu yorumun için beni mazur görmeni rica ediyorum. Her zamanki düşünceli haliyle, bu yorumunu Evren oğlum bildirdi bana. Gerçekten yanımda olman, beni anlaman çok mutlu etti kızım. Çok teşekkür ediyorum. Sevgilerimle :)

  4. ” Edebiyat mezunu olduğu halde tekrar Osmanlıca kurslarına gidiliyorsa, diksiyon eğitimleri alınıyorsa, yaratıcı yazarlık, editörlük veya redaktörlük için ayrı ayrı eğitimlere başvuruluyorsa bu iyi bir şey ama burada yanlış giden de bir şey var demektir. ” Ne kadar yerinde bir serzeniş. Eğitimde nasıl eksikler vardır kim bilir bu ve bunun gibi diye düşündürdü. Üstelik TEOG’un birden kaldırıldığı şu dönemde artık iyiye giden bir şey olmayacak mı korkusu yaşıyorum.

  5. Hem nezaketin hem Ece ablaya verdiğin moral için çok teşekkürler Fatma. “Tüm blog yazarlarının emeğine sağlık” cümlesiyle ortaya koyduğun o sahiplenme, bizi bir kabul etme duygusu maalesef çok azımızın sahip olduğu bir duygu. Hal böyle olunca daha kırılgan olabiliyoruz bizim gibi düşünmeyenlerin yorumları, umursamazlıkları karşısında. Eleştirinin art niyetsiz ve katkı sağlayanının başımızın üstünde yeri var. Diğer türlü senin de dediğin gibi kulağımız tıkalı hepsine.

  6. Sürekli kendini geliştirme gayreti içinde olan insanlara saygım sonsuz
    Ece Hanımı üzenlere bir çift benim de lafın var
    Eleştirmek ve nasihat vermek bu Dünyadaki en kolay iş, zor olan iyisini yapabilmek için çabalamak ve ortaya elle tutulur gözle görülür bir ürün koymak
    Tüm blog yazarlarının emeğine sağlık
    Yapıcı olmayan eleştirilere benim kulağım tıkalı

  7. Her zamanki gibi yine nazik yorumun, güzel cümlelerin için çok teşekkür ederim Ece ablacım. “Eleştirme, değiştir” diye bir slogan vardır. Elle tutulur blog yoksa, elle tutulur olanını ortaya koyarsın. Bunu yapmaya yanaşmıyorsan da eleştirmeyi keser kendi işine bakarsın ;) Öyle arkadaşların yazdıklarını da söylemlerini de kulak arkası edip yolumuza bakmamız gerekiyor. Yoksa eleştirileri de bitmez, hiçbir şey beğenmemeye de devam ederler ömrümüz yetmez ;)

  8. Türk Dili ve Edebiyatı mezunu olmakla yetinmemiş, her alanda daha da donanımlı olmayı hedeflemişsin oğlum. Seni kutlarım. Her hafta bir sohbet zor gerçekten, zira yük sende. Bugüne kadar hepsi gayet akıcı, anlaşılır ve seyri çok zevkliydi, ben değil sadece, çok kişinin böyle düşündüğüne inanıyorum. Keşke senin gibi idealist bir kaç arkadaş daha olsa. Sen bizlerle iç içesin, kendini bizden soyutlamıyor ve gelişmelerden haberdar ediyorsun. Bazı blog yazarları, bloglar konusunda bayağı kırıcı yorumlar yapıyorlar, bugün rastladım da. Bayağı üzüldüm. Elle tutulur blog yokmuş güya…Başarılar Evren oğlum, sevgilerimle :)

  9. Canlı yayınları her hafta yapmak bütün bir haftamı kilitliyordu Semi, iki haftada bir yapmaya karar verdim. öyle olunca da sanki arası çokmuş gibi bir algı oluştu. Ama canlı yayın sonrası onu tekrar yazıya dökmek, kısa videolar hazırlamak, videonun bloglarla ilgili kısımlarından oluşan bir özetini hazırlamak vs vs kendi kendime yükümü artırdığım işler olunca cidden nefes alamaz oldum ;) Kesinlikle çok keyifli ancak bu haftanın canlı yayınıyla ilgili içeriği hazırlarken bir sonraki haftanın canlı yayınını gelip çatıyordu. Bir de her hafta aynı konuları tekrar eder bir ruh haline de bürünmekten korumak istedim kendimi.

    “Düzeltmenlik” ifadesi pek kullanılmıyor haklısın Semi, redaktör demek yerine Türkçesini kullanmak istedim. Zaten redaktörlük diye de bir meslek neredeyse kalmadı. Gazetelerden yayınevlerine kadar pek çok kurum ayrıca bir redaktör istihdam etmek yerine artık editörden de muhabirden de köşe yazarından da düzeltmeleri kendilerinin yapmalarını istiyor. Redaktörlük ve editörlük sektörde hemen hemen görev tanımı iç içe girmiş bir hal almış durumda.

  10. Canlı yayınlarını özlemiştim, iyi oldu bunu duymam:)
    Bizim üniversitelerde ne yazık ki almamız gereken eğitimi doğru dürüst veya güncel haliyle alamıyoruz. İş bize düşüyor, kendini geliştirmek, yeni bir bir şeyler katmak… En güzelini sen yapıyorsun, yürekten destekliyorum.
    “Düzeltmenlik” kullanılıyor mu? Okuduğumda garipsedim.

Bu yazıya katkı sunun