Türkçeyi niçin bu kadar hor kullanıyoruz?

Son okuduğum kitaplardan Türkçe “Off” 3 Dilim Dilim Anadilim, Feyza Hepçilingirler‘in dikkat çektiği Türkçenin yanlış kullanımına dair birçok ayrıntıyı gündeme taşıyor. İşin kötü yanı, 2007 yılında ilk baskısını yapmış olmasına rağmen kitapta bahsi geçen dil yanlışlarının hâlâ yapılıyor olması.

Kitabı okurken aldığım notlara yazımda başlıklar halinde  yer vereceğim.

Feyza Hepçilingirlerin Sorgulamaları:

  • “Sahi, bir Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı niye yapmıştık?” diye soruyor Hepçilingirler çünkü o yıllarda Halide Edip Adıvar, Amerikan mandasını istediği için sürgüne gönderilmiştir. O halde bugün niye sokaklarımız ve iş yerlerimiz İngilizce isimlerle dolu? Bazı üniversitelerimizin eğitim dili niçin İngilizce yapıldı? Hatta İngilizce eğitimi anaokullarına kadar indirmenin sebebi nedir?
  • Kitapta Türkçenin ilk yazılı belgesi Orhun Yazıtları‘nın dikildiği yüzyılda İngilizce ile Fransızca gibi dillerin henüz ortada olmadığına dikkat çekiliyor ve haklı olarak soruluyor: “Türkçe ile anıtlar dikildiğinde bulunmayan diller, bugün dünya dili haline gelmişse bu dilin kendisinden mi kaynaklanır, işlenip zenginleştirilmiş olup olmamasından mı?” Cevap basit ama acı: Türkçede bir sorun yok, asıl hata bizde.
  • Hepçilingirler ‘D&R’ı “di end ar”, “IMF”yi “ay em ef” diye okumakta ısrar edenlere soruyor: “Dünyada kendi harflerini başka bir alfabenin adlandırmasıyla okuyan herhangi bir ulus var mı?”
  • Türkçenin İngilizceye karşı takındığı ‘koşulsuz şartsız kabul ediş’liğin Fransızca karşısında geçerli olmadığına da dikkat çekiyor Hepçilingirler. Fransızcadan aldığımız sözcükleri okundukları gibi yazarken İngilizceden aldığımız kelimeleri kıllarına bile zarar vermeyecek biçimde kullanmak için paralanıyoruz. İngilizce sözcüklerin ne yazımını Türkçeleştirebiliyoruz ne de onlara Türkçe karşılıklar bulabiliyoruz.
  • Hepçilingirler, Ertuğrul Özkök‘ün Türkçe sevgisine (!) de kitabında yer vermiş ve onun “Türkçe bitecek gidecek. Hiçbir güç bunun karşısında duramaz.” dediğini aktarmış. Beraber katıldıkları bir panelde Özkök’ün “Mesela ne yapın, çocuklarınıza İngilizceye yakın, İngilizcede de söylenebilecek adlar koyun” sözlerini aktaran Hepçilingirler’in bu cümlelerini okuyunca Google’da bir arama yaptım. Özkök’ün çocuklara Türkçe karakter içeren isimler konulmaması gerektiği yönündeki görüşlerinin sadece söz konusu panelden ibaret olmadığını gördüm. Minimal Öykü adlı bir blogdaki 2 Aralık 2010 tarihli yazıda Ertuğrul Özkök’ün Kültürlerarası Medya ve Eğlence Yönetimi dersinde “Kızıma da söyledim; çocuklarınıza evrensel çapta kolay telaffuz edilebilecek isimler koyun. “Ali” örneğin. Ertuğrul; yumuşak g’si filan var, zor telaffuz ediliyor, tutup çocuklarınıza Ertuğrul gibi isimler koymayın. Ve İngilizce’ye çok iyi hakim olun. Bugün birçok Batılı şirketin tepesinde Çinliler yerine Hintlilerin olmasının sebebi İngilizce’ye hakim olmalarıdır. Hindistan’ın İngiltere tarafından sömürülmesinin tek kazancı da budur. Geride İngilizce de konuşan bir Hindistan kalması…” sözleri aktarılıyor.

Bütün bu örnekler ve sorgulamalar Türkçe ve Türkçeyle yaşamını sürdüren bizler için durumun ne kadar vahim olduğunu göstermeye yetmiyorsa Hepçilingirler’in şu cümleleri belki biraz olsun kafamızdaki soru işaretlerini belirginleştirir:

“Hiçbir dil, kültürünü ülkesinde bırakıp gelmez. İngilizce de gelmiyor. Anaokulundan üniversiteye kadar bütün çocuklarımız İngiliz ya da Amerikan kültürüne hayran olarak yetiştiriliyor. Bir yabancı kültüre hayran olunca da kendi kültüründen de edebiyatından da dilinden de kopuyor.”

Dil yanlışları:

  • “Türkçede gereksiz sözcük kullanmak bile anlatım kusuru sayılırken böyle gereksiz ve anlamsız laflar etmek ne sayılmalıdır?” diye soran Hepçilingirler, televizyon sunucularının “Şimdi size dönmek istiyorum” benzeri ifadelerini eleştiriyor.
  • ‘Türkçe mantığı zedelendi. “En”, bir tane değil midir?” diye soruluyor kitapta ve “Gecenin en yüksek oyunu alan üçüncü finalistimiz…” benzeri ifadelerin yanlışlığının altı çiziliyor.
  • “Hepsi ve daha fazlası” gibi sözler anlamsızdır.

Sözcüklerin kökeni – anlamları

  • Görünmek mi görülmek mi gözükmek mi? Feyza Hepçilingirler bu üç sözcüğün de farklı anlama geldiğini ve farklı kullanımlara sahip olduğunu söylüyor. Görülmek, gör- eyleminden türer ve “birileri tarafından” yapılma anlamı taşır. Görünmek de gör- eyleminden türer ve “kendiliğinden olma, kendiliğinden oluşan bir görme” anlamı taşır. Gözükmek sözcüğü ise ‘göz’ ad kökünden türeyerek ‘göz ile yapılan, göz aracılığıyla sağlanan’ bir eylem anlamına sahiptir.
  • ‘Yutak’ sözcüğü ‘yut- (mak)’tan; ‘dudak’ sözcüğü ‘dut- / tut- (mak)’tan gelir.
  • Bugün argo kabul edilen ‘ulan / lan’ sözcüğü ‘oğlan > uğlan > ulan’ sürecinin bir sonucudur.
  • ‘Ağlamak’ sözcüğü de ağlama sesi olan ‘ığğ’dan dolayı yansıma sözcük ığ-la-mak’ın aldığı son şekildir.

Dilimizdeki yabancı sözcük kullanımıyla ilgili kafamızı karıştıran çoğu durum için Hepçilingirler, püf noktayı veriyor:

Bütün yabancı sözcükler için benimsenecek tek ölçüt ‘Türkçenin kuralları nelerse o sözcüklerin de bu kurallara uymasını sağlamak’tır.

Evren’i Sosyal Ağlarda Takip E+


e-vren günlüğü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

5 Comments

  1. Aşağıdaki cümleniz haric yazıya katılıyorum:
    “Bazı üniversitelerimizin eğitim dili niçin İngilizce yapıldı? Hatta İngilizce eğitimi anaokullarına kadar indirmenin sebebi nedir?”

    Bilgi çağındayız ve küreselleşen (globalleşen değil) günümüz dünyasında bilgi kaynaklarının çoğu ingilizce dilindedir. Birilerinin kaynakları ingilizceye çevirmesi mümkün olamayacağı gibi, olsa dahi, her gün yeni bilgiler, makaleler bu dilde yayınlanmaktadır. Buna ek olarak uluslararası iletişim kurmak için de ingilizce bilmek kaçınılmazdır. Eğer sadece Türkçe’de mükemmel olup başka dilleri öğrenmezseniz, kimseyle iletişim kuramayacağınız gibi, ülkeniz dışındaki gelişmelerden de mahrum kalırsınız.

  2. Yusuf, yorumun vesilesiyle Oktay Snanoğlu’nu da rahmetle analım. Onunla kısa da olsa aynı dönemde yaşadık; Bye Bye Türkçe’yi satır satır okumuş, birçok videosunu seyretmiştim. Senin de hatırlattığın “Türkçe giderse Türkiye gider” sözü ile Cemil Meriç’in “Bir milletin kamusuna (sözlüğüne) uznan el namusuna uzanmış demektir” sözlerini kulağımıza küpe yapmalıyız.

  3. Bu yazı üzerine aklıma merhum Prof.Dr Oktay Sinanoğlu’nun bir sözü geldi. “Türkçe giderse Türkiye gider!” Her şeyi çok güzel özetlemiş.

  4. Kitabınla ilgili anını paylaşınca benim de aklıma kime ödünç kitap verdiysem listelediğim günler aklıma geldi Elif. Öyle ki kitaplarımı çok nadirdi birine ödünç vermem çünkü benim gibi itinayla kulanmayacaklarını düşünürdüm ki nitekim öyle de olurdu. Kütüphanemden kitap eksiltmeme alışkanlığım son bir yıldır neredeyse tamamen değişti. Kitaplarımın büyük çoğunluğunu kütüphanelere bağışladım, bir kısmını kardeşlerim ve eşlerine verdim. Sadece başucu kitabı dediklerimi artık elimde tutuyorum.

    Feyza Hepçilingirler’e gelince, “Çok güçlü ama çok da kırılgan bir kadın, anne” ifadelerine katılıyorum. Neredeyse bütün günlüklerini okudum; bazı yerlerde kalabalıkta utandığından vs. bahseder.

    Türkiye’de kaç anne baba Ertuğrul Özkök’ü haklı buluyordur bilmem ama kendisi 2007’den beri niye Ertugrul Ozkok olarak dijital dünyadaki varlığını inşa etmeyi akıl etmemiş hayret ;)

  5. Günaydın. Feyza hanımın bende şöyle bir anısı var: Kırmızı Karanfil Ne Renk Solar? isimli bir kitabı vardı, yanılmıyorsam öz yaşam öyküsüydü ve beni çok etkilemişti. Kitabı birilerine verdim , geri gelmedi . Çok güçlü ama çok da kırılgan bir kadın, anne olarak yer etti aklımda.

    Bu Türkçe meselesi saç baş yolduruyor bana. Yasemin değiş Yasmin koymanın anlamı ne olabilir bir çocuğun adını? Ya da Delfin, Dafne. Galiba ebeveynler Özkök’ü haklı buluyor.

    Sevgiler.

Bu yazıya katkı sunun