GÜN DÖNÜMÜ

İkinci dönem bugün itibariyle bitti. Şaka gibi ama bitti. Haftaya birkaç dersin finali var, sonrasında da üçüncü dönem başlıyor ki Ağustos’un ikinci haftasına kadar sürecek. e-vren tarihine düşülmesi gereken önemli tecrübeler, gelişmeler yaşanmıştı Eylül 2006’dan bu yana. İyisiyle kötüsüyle iki dönem geldi ve geçti.

Nihayet Harun‘la bir araya gelebildik bugün. Tezkeresini almasından birkaç gün önce dayısını kaybetmiş, ölüm haberini de talihsiz bir şekilde öğrenmişti. Ailesi sır gibi saklamasına rağmen… O, şimdilerde önce annesinin bu acıyı atlatmasına yardımcı olmakla, kendisini de sivil hayata alıştırmakla meşgul. Sonrasında, Temmuz başı gibi gerçekleşecek düğünün hazırlıklarına girişilecek. Geride bıraktığım dönemin çok sıkıntılı geçmesinin en büyük sebeplerinden biri Harun’un askerde olmasıydı. Hayatında “dost”un ne demek olduğunu “hakkıyla” bilenler, beni gayet iyi anlayacaklardır.

Eleştir Dedik, Öldür Değil!

Eleştirmeyi bilmiyor, başka bir şey sanıyoruz. Bunun en güzel kanıtı da Türk televizyonlarındaki programlar. Tartışma programları iftira atma-sataşma, kadın programları da kavga-dövüş boyutunda seviyesiz bir hal almış durumda. Sosyal yaşamın aksayan, eksik veya yanlış giden olayları karşısında bilinçli insanların çokça kullandığı bir söz var: Eleştireceğine değiştir. Zaten onlar da söylemeye gerek duymadan değiştirmeye kalkanlar…

Oysa çoğunluğumuz olayların sadece olumsuz yönlerini, bizce doğru olmadığına inandığımız yanlarını belirtmeyi, sağlıklı bir eleştiri sanıyoruz. Bu tür eleştiri alışkanlığımıza “eksik yazma” ya da “bardağın boş tarafını görme” desek daha doğru olur. {Ben de iki paragraftır kendimizi olumsuz eleştiriyorum}

Eleştirememe, eleştirel düşünememe sorunumuz en temelden, aile ortamında yaşadıklarımızdan kaynaklanıyor. Suslara, büyüklerin yanında konuşulmazlara alıştırılmış, ana-babanın doğru dediğine yanlış demenin saygısızlık olduğuna inandırılmışız. Aynı durum okullarda pek çok öğretmen tarafından da öğrencilere yaşatılmıyor mu? Öğretmenlerin çoğu öğrencilerinin önünde öz eleştiride bulunup, onlarla eşit şartlarda olduğunu dile getirerek öğrencilerinin biraz daha cesaretlenmesini sağlayamaz mı? {“Öğrenciler zaten yeteri kadar cesur, hadlerini fazlasıyla aşıyorlar” diyen öğretmen de çok. Sınıfın tanrısı gibi davranırsan, karşında asi bir topluluk görmen pek mümkündür!}

Anne-babanın her zaman her konuda haklı, öğretmenlerin de mutlak doğru olmadığı gerçeği sorgulatılabilir. Bir öğretmen olarak öğrencilerin saygı ve ahlak sınırları içerisinde düşüncelerini rahatlıkla paylaşabilcekelerinin, bu tür tartışmalarda öğrencilere hiçbir şekilde müdahale edilmeyeceğinin teminatı verilemez mi? Vuru kır anlayan bizler eleştiriyi de yerden yere vurmak olarak algılıyoruz. Sormayı, sorgulamayı, eleştirel düşünmeyi öğrenmemiz gerekiyor. Peki ama nasıl?

19 MAYO ISINMA BAYRAMI

GENÇLER ARTIK GeNeCe,19 MAYIS ONLARIN NEYİNE!

Türk gençliğini internet kafelerden, playstation salonlarından, Amerikan filmlerinin başından ya da ÖSS hazırlık dershanelerinin ablukasından alıp, haftalarca 19 Mayıs hazırlıklarına sokmak zor olsa gerek. Hele güneşi bol bir ülkede, üstüne üstlük Küresel Isınma’nın iyice kendisini göstermeye başladığı bu günlerde saatlerce güneşin bağrında bir sağa bir sola, hopla zıpla yaptırmak onlara… daha da zor olsa gerek. Onlar artık internet diliyle konuşuyor, türkilizce düşünüyorlar hocam; 19Mayıs’ta filama kaldırmak, iki zeybek oynayıp, bir horon tepmek GNC’nin pek GüCüNe gidiyor.

GÖRMEZDEN
GE{TİRİ}LİYORUZ
AMA
KÜRESEL ISINIYORUZ!

Zeki Triko‘yu tanımayan kalmadı. Hatta neredeyse bu yaz tatilinde hepimiz mutlaka birer Zeki Triko imzalı mayo-bikini giyeceğiz. (Gerçi, erkek modelleri var mı bilmiyorum.) Türk Basınında Güven sloganıyla bağrımıza basım basım bastığımız Milliyet de dahil, diğer pek çok Türk Medyası manşetlerini/sürmanşetlerini, anahaber bültenlerinin ilk sıralarını yasaklandığı iddia edilen Mayo Reklamlarına ayırıyor günlerdir. Oysa Türkiye’de barajlar kururken, Nasreddin Hoca’nın maya çaldığı ünlü göl bile haritadan silinmeye yüz tutmuşken, tarımla uğraşan köylüler yağmayan yağmurlardan dolayı bunalıma girmişken Türkiye benzeri görülmemiş bir REKLAM’la karşı karşıya sanki. Milyar YTL ödeyip de gazete, dergi sayfalarında reklam yayınlatabilen mayo firmaları, nasıl da gündemde şimdi. İçecek su, yiyecek ekmek kalmayınca, cilt kanseri bulaşıcı hastalık gibi yayılmaya başlayınca ne boy boy mayo reklamlarının, ne kimin cumhurbaşkanı olduğunun ne de Banu Alkan‘ın balonlarının bir önemi olacak. Artık Zeki Triko mayolarıyla küresel Isınmanın keyfi de bambaşka olacak!

Kendime Dönüp Bakmışım

Can Gürzap‘ın “Söz Söyleme ve Diksiyon” kitabını okumaya başlamışım.

Kendimi çok ihmal etmişim. Kirli sakal modundayım. Eski imajıma dönüş söz konusu. Annem de bana bıyık ve sakalın çok yakıştığını söyledi, anneler gününde ona hediye olarak hazırladığımız fotoğraflara bakarken.

Yeni fotoğraf yayınlamama kararı almışım, imajı oturtana kadar. “Eskiden ne kadar yakışıklıydım” dedim, Nesrin Hanım kızdı bana :(

KPSS’ye başvuru için form almışım, ne işime yarayacaksa. Ben KPSS’ye girsem, kadro bana girmeyecek biliyorum. Benden bu develete memur olmaz{mış}

Feriş, Feriş, cancağızım Feriş! Kanal D’de çalışmaya başlamış. Tebrik ettim kendisini. Eller senin için havada :)

Kenan Doğulu, eurovision’da dördüncü ol{muş} -Yalan her yılki gibi ekrana kilitlenmiş durumdaydım- Yerim ben seni My Sugar! Kimler geldi geçti, sen de geçersin. Hazmederiz biz. Tarkan duy sesimizi {dermişim}

17 Mayıs’ın son dakika, en bomba haberiydi: Harun tezkereyi almış, Aydın’a adım atmış. 10 cümlelik duyguların söylenemeyen 3 cümlesi artık özgürsünüz! Büyük buluşma için geri sayım başladı.

O bir Özge, O bir Yerli, üstelik Gök :) MisAfiR KaLeM{LeR}, adlarına yaraşır yazılarla selamlıyor ya her ay bizi; Özge de yüzümü kara çıkarmadı. Okudum okudum mest oldum, yüreğine sağlık dedirtecek bir yazıydı.

AN’I YAŞAMAK

{Mayıs ’07 MisAfiR KaLeM Yazısıdır}

‘Yaş otuz beş yolun yarısı’ demiş şair, oysa ben daha yolun kenarındayım. Hızla geçip giden zaman insanı bazı şeyler için erteliyor. Bu bazen iskeleden kalkan vapura koşmak, bazen de ertelenmiş bir aşkın gelmesini beklemektir. Birçok şeyin ertelendiğini düşünürken aslında kendimizi ertelediğimizi fark ederiz. Continue reading →

BİR VEDAYMIŞ

24 Mayıs 2005’te yazılmış, bir veda yazısıymış. Ne kadar da acıklıymış:

Giderken… Ne ben bu yola çıktığım gibiyim, ne de sen…

Zaman ne kadar hızlı geçiyormuş… Ne kadar zahmetliymiş bu yolda yürümek. Ve bu yolda yürümek insana ne çok şey kaybettiriyormuş, bir o kadar da ne çok şey kazandırıyormuş…

Ve SEN… Biliyorum kapandı gözlerin… ama kapanmadı defterin… Bunca zor yolculuk, daha çok sevap eklensin diyeydi hanene… Kendim için hiçbir şey istemedim, seninle geçirdiğimiz kısıtlı zamanda bana öğrettiğin gibi… Daha bir huzurluyum şimdi giderken, çünkü daha bir huzurlusun mekanında… Bu kutsal görevde döktüğüm gözyaşları da, aldığım dualar da, duyduğum sevinçler de ruhuna gitsin…

Asl’olan kim olduğum değil, ne yaptığım… Gidiyorum… Senin için… Başı yok… Sonu yok…

facebook’evreni ] facebook sayfası ] twitter’evreni ] RSS abonelik

30BEŞ YAŞ

Cahit Sıtkı Tarancı denilince akla ilk gelen şiirdir Otuz Beş Yaş. Ya da Yaş Otuz Beş! Yolun yarısı ederi duyar duymaz Cahit Sıtkı ismi beliriverir hafızamızda.

Otuz Beş Yaş şiirinin 35 dizeden oluşması ilginç bir detaydır. Üstelik şiirin yazıldığı 1945 yılında Cahit Sıtkı tam 35 yaşındadır ve bir yıl sonra bu muhteşem dizeler ödüle layık görülür.

Cahit Sıtkı, yolun yarısı dediği 35 yaş’ında yazar şiiri ama ne acıdır ki 70 yaşına varamadan 1956 yılında 46 yaşında vefat eder.

Şaire göre Dante, 35 yaşında yolun yarısındadır ve Dante gibi ortasındayız ömrün dizesiyle sanki dünya edebiyatının büyük ismi, İlahi Komedya‘nın sahibi Dante’ye 70 yaşına kadar ömür biçer. Oysa Dante, Cahit Sıtkı’dan 10 yıl daha fazla yaşar ve 56 yaşında vefat eder.

Peki neden 35 yaş, yolun yarısıdır? Varlık dergisinin Mayıs 2007 sayısındaki yazısıyla Hidayet Karakuş bu sorunun cevabını çok güzel bir şekilde açıklıyor. Hazıra konmayın, merak ediyorsanız alın okuyun :)