Gidersen… Gitme

[Evren’den…]

Kaç kapı çalındı, kaç ses geldi içeriden. Sevdim denildi de, kaç gözyaşı döküldü derinden. Adını başka adlarda yazdılar, cümlelerini başka dillerde… “İki kelimeyle” dedik, “gel kaç sevda varsa bu dünyada gözlerinin önüne serelim!” Ve serdik de iki kısa solukla:

GİDERSEN… GİTME!

Verdin ellerime hiç bakamadığım sevdanı. Ne kokusunu duyabildim; ne bağrıma basabildim yüreğindeki sızıları. Anlattın, anlattın, anlattın. Ve ben hiç sesimi çıkarmadan dinledim. Hiçbir ayrıntıyı atlamadın. “Sevdim” dedin; söyledin ve ben hep sustum.

Verdin ellerime hiç bakamadığım sevdanı. “Gidiyorum” dedin; söndü bütün ışıklarım. “Gidersen.. eğer ki gidersen ben bir yudum damladan ibaret kalırım” dedim. Siyahın içinde kaybolurum; gecenin içinde çıkmaz sesim. Bir boşluk, koca bir sessizlik ne kadar yaşatır ki beni. İlk defa konuştum seninle, ilk defa… “Gitme” diyebildim sonra. Hep yaptığım gibi, kısa ve derinden: Gitme… Gidersen sen de biliyordun sensiz ne hallerde olacağımı. Gidersen, nefessiz kalırdım; “gitme” dedim, “bana nefes olmaya devam et.” Ve dile geldi yüreğin:

[Ayça’dan…]

Sen giderken ayakları çekiliyor tüm şehrin…
Gözlerim.. gözlerim kaçırıyor kendini kuytu karanlıklara…
Bakmakla görmek arası bir yerlerde yaşıyorum adeta…
Boğuyor beni bir çift ayak sesi.. duvarlarımı tırmalarken gözlerinin git hali, nasıl diyebilirim kal benimle diye?…
Dur!!!… git(!)me…
Gidersen… üşürüm yokluğunda…
Gitme.. Dön yürüdüğün yollardan..
Kokunu tadıyorum her soluğumda, hani hiç olmasa derken iki soluk arası..
Yaşamayı sen tattırdın bana kokun gibi..
Sen öğrettin bana, siyah en güzeli..
Gözlerinde gösterdin resim nasıl çizilir?
Dilimde ismin en güzel tattı..
Sinemde beş duyumda, tüm bedenimde..
Sendin her yerimde gezinen deli dalgalar misali..
Kıyımdın.. tüm yağmurlar dostum..
Sana değmem de, bana ulaşman da..
Nasıl yaşarsın bilemem sen kıyısız?
Nasıl yaşarım soluksuz, dalgasız..?
Gidersen…
Gitme, gel döndüğün yollardan…

Ayça’nın fotoğrafından önceki yazı bana ait; fotoğraftan sonraki Ayça’ya… Bu proje Ayça ile yaptığımız messenger sohbetinde doğdu. “Gidersen… Gitme!” kelimelerinden birer şiir yazıp kendi bloglarımıza harmanlayarak ekledik. İki farklı yüreğin aynı kelimelerden doğan kalp atışlarını görmek istedik. Teşekkürler Icha :)

Muşmula ile köpek

“…Devrimizin en iyi ozanlarından biri Cahit Sıtkı, sevdiği kızla evlenmek isteyince, serseri takımından olmadığını ispat için, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün tanıklık etmesi gerekmişti. Kalp hastası Ziya Osman’a son yıllarında Varlık Yayınevi iş vermesiydi, Cahit’in bu en yakın arkadaşı kalpten değil açlıktan ölecekti. Siz, Orhan Veli’nin, kimi günler öğle yemeğini bir bakkal dükkanı köşesinde iki çiğ yumurta içmekle geçiştirdiğini biliyor muydunuz? Bir de kalkmış, bunlar için genç yaşta öldüler diye acınıyorsunuz. Ölmesinler de ne yapsınlar?…” Continue reading →

Cansın… Çünkü sen bana dostsun

Tebrizi’yi aramakla geçti Mevlana’nın ömrü. Ansızın hayatına girip de aklını başından alan bu dostta kaybolup gitti. Sevdanın en büyüğünü yaşadığı Tebrizi, yine bir gün ansızın çıkıp gitti Mevlana’nın hayatından. Yandı, kavruldu… Aradı, taradı; dostunu bulamadı Mevlana. Ve bir gün Tebrizi geri döndü; ansızın…

“Cansın. Bıkmam bu sevgiden, hiç, hiç, hiç.
Bulmam bir başka dost ben, hiç hiç, hiç.
Güllerle dolup taşar ya vuslat bahçen,
Olmaz olsun diken miken, hiç, hiç, hiç.”

Mevlana ve Tebrizi dostluklarını aşk boyutunda yaşadı. Bu aşk Mevlana’yı Mevlana yapıp, dünyaya armağan etti. Mesneviler, Rubailler, Divanlar hep bu dost acısıyla yanan ve pişen Mevlana’nın gönlünden kopup geldi. Bu dostluk öyle büyüktü ki, uzun bir kayboluşun ardından geri dönen Tebrizi’yle yolda karşılaşan Mevlana donup kaldı. İki dost birbirlerinin gözlerine bakakaldılar. Ve üzerlerinden iki defa güneş doğup battı.

Bir büyük dost misafir ediyor bu günlerde gönlüm. 3 yıldır uzaktan uzağa varlığında kaybolup gittiği bir dostu ağırlamanın ağırlığını taşıyor… Tek tek şifrelenen kelimeler, ortaya döküp saçmadan yazılan yazılar. Nesneleri belirsiz, özneleri gizli bir dünya cümle kuruldu bu dünyada bugüne kadar. Büyük ziyaretçiye hazırlandı bu sayfalar günlerce. Adım adım dostun adı işlendi, şifrelendi. Ve evrenin sırlarını keşfe çıkan e-vren günlüğü,  S.ON büyük dostu ağırladı sonsuzluğunda.

İkibin altı ocakının yirmidördüncü gününde saatler yirmiüç otuzu gösteriyordu. Sen buradaydın. Pek çok cümleler kuruldu ismine bu sayfalarda. Bir kere daha dökülüyor siyaha, beyaz cümlelerim: Ben senin yüreğine talibim; dostum olmaya  gücün var mı evrenin sonsuzluğunda?

“Aşk hastası gönlüm, kalk mert ol, davran:
Tek çare yiğitlik. Beni kurtar aşktan.”

Ver kelimelerini, al şiirini

Tarih 12 Ağustos 2004. Yer SHÇEK Kemer Toplum Merkezi. Gönüllü olarak farklı yaş grubundaki ilköğretim öğrencilerine Yaratıcı Drama Dersleri vermiştim. 12 hafta süren eğlenceli bir dönem geçirmiş; gülmüş, eğlenmiş, birlikte çok şey öğrenmiştik. Finallerin bitmesinin ardından bugün şöyle bir eskileri karıştırdım. Drama derslerinin birinde öğrencilerle oynadığımız bir oyunun çıktıları geçti elime. Continue reading →