‘Pul Koleksiyonunu Gösterme’ Mevzusu!

Çocukluğumda küçük bir pul defterim ve içinde de daha çok babamın Avusturya’dan gönderdiği mektupların üzerinden itinayla çıkartılmış pullar vardı. Mürekkepbalığı yazı kültürü dergisinin üçüncü sayısındaki ‘pul tüccarı ve koleksiyoneri’ olan Arman Arıkan‘la yapılmış söyleşiyi okuyunca ben de geçmişte pul biriktirdiğim günleri hatırladım.

Mürekkepbalığı [ Pul ve Mektup

Mürekkepbalığı [ Pul ve Mektup

Zaten Arıkan da söyleşide çocuklukta başlayan pul merakının yetişkinlikte durduğu, ilerleyen yaşlarda o merakın tekrar ortaya çıktığı tezini savunuyor. O merak ileride bende de yine nükseder mi bilmiyorum ama söyleşiyi okudukça çocukluğumda biriktirdiğim o pulları (neden ve nasıl olduğunu hatırlayamadığım) bir şekilde yok ettiğime pişman oldum. Öyle ki içlerinde rahmetli babamın yurt dışında çalıştığı dönemler bize gönderdiği mektupların üzerinden özenle ayırdığım pullar bile vardı. Hatta bir tanesinde büyüteçle bakıldığında şatonun penceresinden bakan bir insan figürü bile görünüyordu.

Mehmet Çelik imzasını taşıyan söyleşiyi okuyana kadar ben de postanelerde bile artık pul bulunmadığına inanlardandım ancak Arıkan, bu yanlış bilgiye karşılık çok önemli bir detayı paylaşıyor. Postaneye gittiğimizde ‘ben mektubumu pulla göndermek istiyorum’ dersek görevli memur çekmeceyi açıp üzerine zimmetli pulları çıkartıyormuş. Zaten her postane memurunun çekmecesinde kendisine zimmetli pulları bulunuyormuş.

Biz pulculuk öldü, sadece pul koleksiyonerlerinin ellerindeki pullar kaldı zannederken Arıkan, bu bilgiyi de düzeltiyor. Türkiye’de her yıl önceden belirlenmiş tarihlerde 25 farklı konuda pul çıkarıldığını okuyunca şaşırdım. Hatta İstanbul gibi yerde üşenmesem bir postane bulup yeni sürüm pullardan isteyesim bile geldi.

Arıkan’ın söyleşideki “Pul bir kültür meselesidir. İnsana geniş bir tarih ve coğrafya bilgisi verir. Okulda öğrenilemeyecek nice şeyi pullardan öğrenebilirsiniz” sözlerinin altını ise çok beğenerek çiziyorum.

Posta Pulları ile ilgili önemli bilgiler:

  • Dünyada ilk yapışkanlı posta pulu 1840 yılında İngiltere’de çıktı. Pulun üzerinde İngiltere Kraliçesi Victoria’nın siyah mürekkepten bir portresi kullanıldı.
  • Osmanlı’da ilk pul ise Posta Nazırı Agâh Bey’in girişimleriyle 13 ocak 1863 tarihinde Abdülaziz zamanında basıldı. İlk Osmanlı pulu dantelsizdi ve üzerinde Sultan Abdülaziz’in tuğrası ve tuğranın içinde de ‘Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye’ ibaresi kullanıldı.
  • İlk resimli pularımız 1914 yılında Birinci Londra Serisi adıyla Londra’da basıldı.
  • 17 parçalık bu ilk resimli pul serisinde ilk defa bir padişahın (V. Mehmet Reşat) portresi ile Sultanahmet Camii, Kız Kulesi, Dikilitaş, Fenerbahçe ve III. Ahmet Çeşmesi’ne yer verildi.
  • Osmmanlı döneminde taş baskı yöntemiyle yapılan ilk pullar daha sonra oyma baskı ve tipografi yöntemleriyle basılmaya başlandı. Pullar 1937’de litografi, 1938’de fotogravür, 2012 yılından itibaren de PTT’nin matbaasında dijital baskı yöntemiyle basılmaya başlandı.
  • Türkiye’de yılda 25 emisyon (sürüm) pul çıkarılıyorken bu sayı Fransa’da 55 – 60 emisyon civarında.

Evren’i Sosyal Ağlarda Takip E+

 

Tüm Şahitliklerimden Vazgeçiyorum!

evrengunlugu.net 10.yıl

evrengunlugu.net 10.yıl

İnsanlara karşı gözlerimi kapatıp kulaklarımı tıkadığım bir dönemi yaşıyorum. Ama gönlümün sesini dindirmek ne mümkün!

Her zaman taşı ilk atan kapıyı ilk aralayandır. Suçlu her zaman ağzını ilk açandır. Olanlardan hep ‘ilk adımı atan’lar mesuldür.

Bütün şahitliklerimden kendimi azl’ediyorum! Ufacık bir kabiliyetim varsa ve bütün ilişkimiz bunun üzerine kuruluysa gördüğüm, bildiğim ve inandığım o şahitlikten vazgeçiyorum.

Birileri için çok önemli olan şeyler benim için o kadar da kıymetli olmadı. Bu yüzden e-vren günlüğü maddi kaygılar taşımadı; 10. yılına girmesine rağmen para etmedi.

Dün olmayanlar maddi kaygılarla yola çıkmanın hırsıyla bugün ahkam kesiyorlar. Onları yok saysam da onları asıl yok eden zaman’ın ta kendisi. Emeği hiçe sayıp parayla satın alınan takipçi sayılarını önemseyenler karşısında takınacak hiçbir tavrım yok. Elbette haklılar. Lakin, hiçbirimiz koca bir Evren’i yaratamayacağız. Peki ya e-vren günlüğü’nün 10 yıllık içeriğini de inşa edebilecek misiniz?

Olayı kişiselleştirmek istemiyorum. Haydan gelen huya gider hesabı, internetten gelen internete gidiyor. Burada ne demek istediğimi bugün hayatımda yer almayanlar daha iyi anlayacaktır. Blog yazarı olduğunu söyleyenler, siz öyle diyorsanız öyledir. Herkes kendisine iliştirdiği etiketle, taktığı ad veya yüklediği unvanla anılmakta özgür.

Ancak ben, asıl takip edilmesi gereken mecra blog’u iken instagram’da Facebook’ta, Twitter’da takip edilmediği için gemileri yakan, birkaç Türk Lirasıyla binlerce yeni takipçi edinip diğerlerinin bilgi, beceri ve emeğini ‘rakamlar’la ezmeye çalışan bir dünyanın parçası olmak istemiyorum. Herkes çok iyi bir yazar, fotoğrafçı, internet fenomeni, musmutlu hayatların kahramanları. Ama ben artık görgüsüzlüklerin içinde kendi görülerimi daha fazla yitirmek istemiyorum.

Ben böyle bir blog dünyasında yer almayı reddediyorum.

Evren’i Sosyal Ağlarda Takip E+

Fotoğrafçı Aylin Mersinlioğlu Söyleşisi

Aylin Mersinlioğlu

Aylin Mersinlioğlu

Aydın’da yolu bir şekilde fotoğrafla kesişen hemen herkes onu Aylin Çelik olarak tanıdı. Fotoğraf kariyerinde beş yılda geldiği noktada o artık Aylin Çelik olarak bir markaydı. Ancak sosyal medyada herkesin gözü önünde yaşanan olaylar daha tam anlaşılamadan o, yoluna Aylin Mersinlioğlu olarak devam etmeye başladı.

Aydın’a geldiğimde kendisiyle söyleşi yapmak istediğimi belirttiğimde her zamanki gibi yine içten bir şekilde benimle konuşan Aylin, ricamı geri çevirmedi. Tek isteği söyleşinin resmi bir hava içerisinde gerçekleşmemesiydi, öyle ki söyleşinin sohbet havasında gerçekleşmesi isteğini birkaç defa yineledi. Continue reading →