2014 İyi Oldu; Çift Sayı

Herkes gibi ben de yeni umutlarla girdim yeni yıla, üstelik yarı uyuyarak. Akşam elektrikler kesikti, geldi sonra tekrar kesildi derken günün iş ve yol yorgunluğu da üzerime çökünce 23.50 gibi yatağa girdim. Sitede oturanların yeni yıl çığlıkları arasında havai fişek seslerini yarı uykulu yarı uyanık halde işittim. Batıl inancı olan biri değilim ama 2014’ü yatarak geçirmeyi hiç hedeflemiyorum; her yıl bir önceki yıla göre bir basamak daha çıkabilmeli insan (;

Geçen yıl İstanbul’daki ilk yılbaşım diye önceleri televizyondan seyrettiğim Nişantaşı’ndaki sokak kutlamalarına katılmıştım; bu yıl da aynı yerdeki kutlamaları yine televizyondan seyrettim ama tek bir farkla: İstanbul’dan ve 25. kattan (;

facebook

2013 yılının sonuna doğru yeni bir karar aldım ve 2007 yılında açtığım Facebook profilimi kapattım. Haftalar öncesinden bunun duyurusunu ara ara yapıp arkadaş listemdekileri e-vren günlüğü’nün Facebook Sayfası‘nı beğenmeye yönlendirdim. Bazı arkadaşlar, Facebook profilimi kapatacak olmamı, sosyal medyadan çekiliyor olmam gibi yorumladı ve buna bir anlam veremediklerini söylediler. Oysa Facebook sayfası aracılığıyla blogda yer alacak yeni yazıları paylaşmaya devam edecektim.

Benim derdim, 2007’de büyük bir heyecanla kaydolduğum Facebook’tan bir birey olarak artık sıkılmış olmam. Bana sürekli yorum yapan ama sadece isimlerini bildiğim kişileri Facebook sayesinde onlarca fotoğrafıyla tanımak kesinlikle heyecan vericiydi. Ama bunca yıl sonra biraz gizemin ve biraz mesafenin daha mayhoş bir tadı olduğunu fark ettim.

Facebook, özel hayatlarımızı cömertçe sunduğumuz tam bir görgüsüzlük meydanı haline geldi. Arkadaş listemdeki arkadaşların neler paylaştıklarına pek bakmayan biri olmama rağmen bende bile bu intiba uyandıysa 24 saatini Facebook’ta geçiren arkadaşların da benimle aynı düşüncede olduklarını tahmin edebiliyorum. (Ya da vazgeçtim, Facebook’ta saatlerini harcayan kişi zaten bu durumdan memnundur.)

Facebook profilimi kapatınca kendimi daha dingin hissetmeye başladığımı söyleyebilirim. En azından paylaşımlarımı oraya buraya servis edeceğim diye 9’a bölünürken şimdi 8’e bölüneceğim ;)

Ah bir de Facebook’u tam bir dedikodu malzemesi olarak kullananlar vardı ki kendileri hiçbir şey paylaşmayıp eşin dostun yediğini içtiğini gittiği gezdiği yeri takip edip akraba ziyaretlerinde bunları anlatırlar. Ben bu sınıfa özellikle akrabaları koyuyorum. (Lütfen özel yaşamınızı paylaşma konusunda bu kadar cömert olmayın, gizlilik ayarlarınızı önemseyin ve samimi olmadığınız kişilerin sizin akşam evinizde hangi kıyafetle oturduğunuzu görmesine izin vermeyin)

Aslında Facebook profilimi kapatma kararımda en önemli etken bloguma daha çok yoğunlaşma isteğim oldu. Facebook, ilk başta bloga yazdığım yazılardan takipçileri haberdar etmek için bir araçken sonradan amaç’a dönüşmüştü. 2005 yılından beri tanıdığım bazı blog yazarı arkadaşlarımın birkaç yılda bloglarını terk edip Facebook’un derin sularında kaybolmaları bunun en güzel örneği.

Beni okumak, takip etmek isteyenin ilk ve öncelikli adresi yine blogum olsun istiyorum; o yüzden Facebook’la birlikte Linkedin profilimi de kapatarak şöyle rahat bir şekilde arkama yaslandım. Herkesi görgüsüz yaşam paylaşımları ve muhteşem kariyer basamaklarıyla baş başa bıraktım, pişman değilim ;)

Bloga yazı yazdığımda Twitter‘dan ve Facebook üzerinden haberdar olmak isteyenler için hâlâ bir şans var ;)

Mutlu yıllar Türkiye

Çocuğunuz İnterneti Kullansın, İnternet Çocuğunuzu Değil!

484650_544081308965743_224135580_n

18 yaşından küçük hiçbir çocuğun “Facebook, twitter, email” gibi özel şifresi ve hesabı olamaz; anne-baba tarafından çocukların bu hesapları her an kontrol edilebilir durumda olmalıdır.

18 yaşından küçük bir çocuğun internet dünyasında ‘özel’i olamaz. Çocuklarının sosyal ağlarda neler yazdıkları, hangi fotoğrafları paylaştıkları, neleri beğendikleri ve nasıl yorumlar yazdıkları ebeveynlerin sorumluluğundadır ve sürekli takip edilmelidir. 

İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eğitim Bilimleri Bölümü bünyesinde gerçekleştirilen araştırmaya göre 7. ve 8. sınıflarda “Siber zorbalık” artarken 4. ve 5. sınıflarda “siber mağduriyet” daha fazla. Üstelik öğretmenler de farkında olmadan ya da farkında olarak siber zorbalığa maruz kalıyor ve bunun oranı %7. Siber zorbalık NEDİR?

Magazin ve Gözardı Edilen Detaylar!

tartışma

Her olayın magazinsel bir yanını bulma konusunda Türk milleti olarak üstümüze yok. Son haftaların ‘medyaya göre’ bir numaralı gündemi dershanelerin kapatılacak olması. Taraflardan biri ‘dershaneleri kapatmıyoruz dönüştürüyoruz’ derken diğeriyse ‘dershaneler dönüştürülmüyor, kapatılıyor’ diyor. Ancak taraflardan hiçbiri kalkıp da dershanelerde yıllardır sigortasız çalıştırılan, tek bir öğrencinin şikayetiyle hiçbir tazminat ödemeden işten çıkartılan, haftada 60 saatten fazla çalıştırılan ve aylarca maaşını alamayan öğretmenlerden bahsetmiyor. Dershane patronları öğretmenleri ve velileri yıllardır sömürürken şube üstüne şube açtılar ve yenen bütün bu kul hakları elbet bir şekilde karşılarına dikilecekti.

Başbakan Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın Japon Büyükelçiliği’nde yaptığı konuşmanın CHP Tunceli Milletvekili Kamer Genç tarafından protesto edilmesi de yazılı, sözlü ve görsel haberlerin bir numaralı konusuydu. Ancak yapılan haberlerin arasında Emine Erdoğan’ın protesto edilen konuşmasındaki sözlerine yer veren yoktu; araştırdığımda da hiçbir haber kaynağında Erdoğan’ın konuşmasından notları bulamadım. 

Örnekleri çoğaltmak mümkün; olaylarda magazinel kısmı alıp evirip çevirip haber yapmayı çok seviyor; “asıl olanı” bir kenara itiyoruz!

Hayatımdaki pek kıymetli bir insanın ‘iğneyi başkasına batırmayı bırak kendine çuvaldız ara’ düsturundan yola çıkarak onun bunun hakkını savunurken ‘acaba ben bu magazinel manşetlerin hangi noktasındayım?’ diye düşündüm. Öyle ya ben de bir özel sektör çalışanıyım ve ağzımızı doldura doldura ‘sosyal haklardan, yasalardan’ vesaire bahsediyor, yazdığımız haberlerde iddialı cümleler kuruyordum. İş güvenliğinden, iş güvenliği uzmanından, sosyal haklardan ve işçi haklarından dem vuruyor ancak kendimize lazım olan kadarını biliyoruz. Oysa sadece kendi haklarımızı bilme bencilliğiyle birlikte diğerinin haklarını görmezden gelmenin vebali olduğunun da farkında mıyız?

Maalesef Türkiye’de özellikle özel sektör patronlarının çoğunun ‘her şeyi yasalara uygun yapsak biz bu değirmeni nasıl döndüreceğiz?’ dediğini ve ‘vergilerden sigortalara’ kadar pek çok konuda işi kitabına uydurduklarını biliyoruz. İşin kötü tarafı devletin denetçileri de bunun farkında. Tam da bu noktada “yasaların işçilere tanıdığı hakların kul hakkıyla eş değer olduğu”nun altını çizmek gerekiyor.

Kemal Aydın- İş Güvenliği Uzmanı

Kemal Aydın- İş Güvenliği Uzmanı

İşçi haklarıyla ilgili biraz daha detaya inip bazı ana hatlara bakmak için iş güvenliği uzmanı sevgili Kemal Aydın’ın sözlerine kulak vermek faydalı olacak. Öyle ki Kemal’in altını çizdiği bazı haklardan birçok işçinin haberinin olmadığını tahmin ediyorum.

İş güvenliği uzmanı son zamanlarda iş hayatının bir parçası oldu. Kimileri bu kavramı çok kullanırken iş güvenliği uzmanını ortada görememekten veya onun işçiden çok işverenle görüşüp gitmesinden şikayetçi. Oysa Kemal, iş güvenliği uzmanının asıl muhatabının işçi olduğunu ve onlarla belirli zaman aralıklarında sohbet etmesi ve işçilerin içinde bulundukları rahatsızlıkları dile getirmelerini sağlaması gerektiğinin altını çiziyor. Zaten işverenin iş yerindeki eksiklikleri ve iş kazalarını söylemeye pek yanaşmadığını, bunların da işçilerden öğrenilebileceğini söylüyor. Tam da bu noktada’ aslında iş güvenliği uzmanı bir anlamda ajandır’ diyor.

Eğer ofis ortamında ve bilgisayar karşısında çalışıyorsanız ortamın havalandırması, aydınlatması; ışığı hangi açıdan aldığınız; mouse padlerin, bilgisayar ekranlarının uygun olup olmadığı, masa düzeni, sandalyenin ergonomik olup olmadığı çok önemli. Önemli olduğu için de iş güvenliği uzmanları iş yerindeki bu ve daha fazla detaya dikkat ediyor; düzenlenmesi için işverene rapor sunuyor.

Özel sektörde uzun mesai süreleri -ne acıdır ki- kanıksanmış durumda; hatta 24 saat çalışılsa 25. saati isteyecek özel sektör patronlarına alışılmış durumda. Bu konuda Kemal, haftalık 45 saat yasal çalışma süresinin sektörden sektöre değişmeyen bir kural olduğunu vurguluyor. Hatta bazı sektörlerde işin çeşidine göre bu sürenin uzamadığından aksine kısaldığından bahsediyor. Ve sabahın köründen gecenin bir yarısına kadar işçi çalıştıranlara da bir hatırlatmada bulunuyor: 18 yaşından küçükler, hamileler ve özürlü çalışanlar hariç bir işçi günde en fazla 11 saat çalıştırılabilir! Haftalık 45 saatten fazla çalışma gerekiyorsa öncelikli olarak işçinin bunu kabul etmesi, sonrasında da fazla mesainin % 50 artırılarak ödenmesi gerekiyor. Bunun yapılmaması durumunda da iş verene cezai işlem uygulanıyor. Bu konu da iş müfettişinin sorumluluğunda.

“Özel sektörde resmi tatil mi olurmuş canım!” diyen patronlara Kemal’in vereceği yine bir cevap var. Dini ve milli bayramlarda tatil yapmak yerine mesaiye gelmesi istenen işçinin bunu kendisinin kabul etmesi gerekiyor. İşçi, resmi tatillerde çalışmayı kabul ediyorsa maaşına % 100 fazla mesai ödemesi eklenmek zorunda. Bunun ihlali de işverene cezai bir yaptırımı getiriyor.

Kemal, iş güvenliği uzmanının iş yerinde tespit ettiği eksiklikleri tespit ve öneri defterine yazmak zorunda olduğunu ve bunları işverene rapor halinde sunmakla görevli olduğunu belirtiyor ancak bunların bir yaptırımının olmadığının da altını çiziyor.

Bir yumurtanın taze olup olmadığını anlamak için tavuk olup yumurtlamaya gerek yok! Bütün bir meseleyi birkaç maddede toplayalım:

– Haberleri takip etmeli, gündemden geri kalmamalı. Fakat, medyanın bize sunduğu gündemin dışında kendimize ait bir gündemin olduğunu da unutmamalı. 

– İyi bir medya okur yazarı olmalı; haberin satır aralarını doğru okuyabilmeli. Olayın ‘aslı’, magazinel tarafının gölgesinde kalmamalı!

– İşveren, çalışanına yapacağı yatırımı aslında kendisine ve işine de yapmış olduğunun farkına varmalı. 

– İşveren, işçisini işe aldığı günkü gibi kalmasından rahatsızlık duymalı ve kendisini geliştirmesi için ona fırsatlar sunmalı.

– İşveren yapılan işle alakalı 6 ayda bir yeni / farklı bir eğitim alınmasını sağlamalı, teşvikte bulunmalı gerekirse zorunlu tutmalı

– Üçün beşin hesabını yapıp da büyüyen adam görmedim. Kazanmak için önce vermeyi öğrenmeli! 

– İşçinin hakkını gasp edip, yasaları yok sayarak kâr edileceğini zannetmemeli; bunun sadece kendini kandırmak olduğunu bilmeli.

– Yerine getirilmeyen işçi haklarının yasal cezaların yanında kul hakkı olarak hesap gününde karşısına çıkacağını bir işveren mutlaka bilmeli.

– Rızkı veren yalnız Allah’tır. Kimse, kimseye iş verdim, aş verdim, maaş verdim diye boşuna kibirlenmemeli.

– Son bir konuyu da Peygamber Efendimiz’in bir Hadis-i Şerifi ile hatırlayalım: İşçinin hakkını alın teri kurumadan veriniz!

Gazetecinin Dikkat Etmesi Gerekenler

İSMEK Gazetecilik kursunun bu haftaki dersinde aldığım notlardan bazıları şöyle:

  • Muhabir haberinde yalan söylememeli
  • Okuru aldatan hiçbir haber dürüst değildir.
  • Abartıdan ziyade basit bir anlatım daha gerçek haberdir.
  • Bir fikir ortaya atarken başka çirkin çiçeklerin ortaya çıkarılmaması gerekir.
  • Dün gerçekleşmiş bir olayı bugün okuyucuya suni bir haberle tekrar yaşatmaya gerek yok.
  • Bir habere önem derecesine göre gazetede fazla veya az yer vermek de dürüstlük örneğidir.
  • Gazetelerde çok fazla yanlış ve yanlı haber var. Bugün gazetecilik mezunları çok sağlam bir ekipten gazeteyi devralmadı. Petrol şirketi sahibi istediğini yazdı, medya patronları çıkarları doğrultusunda gazete sütunları şekillendirdi.
  • -ecek – acak’lı habercilikten yandık biz. Bu tür habercilik milleti tartmaktır.

 

24 Kasım Benim Yasım

Öğretmenliğimin ilk haftasında öğrencilerimle çekildiğim ilk fotoğraf

Öğretmenliğimin ilk haftasında öğrencilerimle çekildiğim ilk fotoğraf

İlk öğretmenler günümü kutlayalı 5 yıl oldu. 24 Kasım 2008’de Dalama Lisesi’ndeki o ilk öğretmenler gününü unutmam mümkün değil. Benim için bayram günü gibiydi. Öğretmenler odasında arda arda velileri belediye başkanını öğrencilerimizi ağırlamıştık. Aynı heyecanı yine aynı lisede 2009’da yaşadım ve sonra KPSS ile atanma mücadelesi içinde 24 Kasım’ları öğrencilerimden ayrı geçirdim. Ve her 24 Kasım Öğretmenler Günü’nde tarihin sayfalarına ‘Her 24 Kasım’da ben bu ülkeyi terk etmek istiyorum’ diye not düştüm.

Bu kadar zor olmamalıydı öğretmen olabilmek, atanmak. Üniversiteyi kazanıp, onlarca vizeyi finali başarıyla geçip mezun olup, pedagojik formasyon için ALES’ten yeterli puanı alıp mülakatları da geçip yüksek lisansı da bitirip KPSS’den istenen puanı bir türlü alamadığımız için öğretmen olarak atanamamak öylesine yoruyor, yıpratıyor ve gelecek korkusunu dağ gibi önümüze dikiyor ki…

Devletim de haklı. Bunca mezun öğretmen adayını kadroya alacak kadar yerim yok diyor. Beni üniversite sıralarına koyacak yer bulurken 4 yıl sonrasında yerleştireceği yeri de ayarlayabilirdi belki. Ya da binlerce öğretmen adayına, ücretli öğretmenlik yaptırırken, bizleri sahada bizzat denerken, tecrübe ederken ve bizim okuttuğumuz öğrencilerin mezun olmasını sağlarken sadece çözülen testlerdeki netlerimize bakarak ‘yeterli puan alamadığın için atanamadın’ dememeliydi. Bizi o mesleğe resmen dahil olamıyorsak eğer adı ‘ücretli’ bile olsa öğretmenin olmadığı okullarda beni ‘öğretmencik’ yapmamalıydı. Yapıyordu madem, 90 KPSS puanıyla atanma şartı ne oluyordu?

Ben KPSS savaşını bir kenara bırakıp öğretmen olma mücadelesinden vazgeçeli 2 yıl oldu. Ücretli öğretmenlik için de artık başvurmuyorum. İstanbul’a geldim, bambaşka bir sektörde geleceğimi inşa etmeye çalışıyorum. Ama biliyorum ve inanıyorum ki ben bu vatana öğretmenlik mesleğini yaparak daha faydalı olabilirdim. Beni yıllarca okutan ve öğretmenlerime, üniversite hocalarıma maaş ödeyen devletime borcumu da öğretmen olarak ödeyebilirdim. Bana ve benim gibi binlerce insana yapılmış onca emek ve verilmiş onca eğitim boşa gitmedi mi?

İlk Öğretmenler Günüm ve Dalama Lisesi

İlk Öğretmenler Günüm ve Dalama Lisesi (2008)

2010 yılından bu yana her 24 Kasım benim yasım… Öğrencilerimden ayrı kaldığımın, o çok yapmayı istediğim mesleğin bir parçası olamadığımın acı gerçeği önümde dağ gibi duruyor her 24 Kasım. Dalama Lisesi ve Çine Endüstri Meslek Lisesi’nde dersine girdiğim yüzlerce öğrencim var olduğu sürece ben bir öğretmenim. Bugün ve her zaman olduğu gibi eski öğrencilerim beni aradıkları, geçmiş güzel günlerimizi yad ettiğimiz sürece öğretmen tarafımı hiçbir zaman unutmayacağım.

Ama unutulmaması gereken -daha doğrusu şiddetle hatırlanması gereken- bir şey daha var. Çoğumuzun hayatında dönüm noktası olan 2010 KPSS skandalının failleri ne oldu? Sahi 2010 KPSS’de soruları çalanlar ve kopya çekenlerle ilgili son durum nedir?