Senin İnsanların Yoruyor Beni

Sensiz geçmeye mahkum günlerin üzerine eklenen bu bayram, sensiz kaçıncı bayram… Sensiz aylara, sensiz olaylara alışıyor da insan; bir tek sensiz bayramlara alışamıyor. Tıpkı sensiz mezuniyetlere, doğum günlerine, asker yolculuklarına alışılamadığı gibi…

Geçen kurban bayramında asker ocağındaydım. Sen yoktun; oysa dilimde, avucum içindeki nurlardaydın. Sonra nöbetlerimin sessiz sedasız sırdaşı oldun. Bir sana bir de Rabb’a döktüm içimi.

Birkaç saat önce, gecenin bir vakti Ziya‘nın vatani görevini yapacağı yer belli oldu. Sultanın‘ın Evren’i asker kıyafetiyle göremedim; Ziya’yı bari göreyim duaları kabul oldu. Benim gibi uzaklara değil hemen birkaç saat mesafeye, Kütahya‘ya gidiyor. Şimdi her şey tastamam da bir sen yoksun. Tıpkı 12 yıldır olduğu gibi gelmiyorsun.

Bayramı sorma… Yarım yamalak bayram olmuyor buralarda. Kendimizi tamamladığımız günler gelir mi bilmiyorum. Gelir elbet. Can sıkan, can sıkıcı, konuştuğunu sanan dilbazlar çoktu yine. Ağrıtıyorlar her bayram olduğu gibi bu bayram da yüreğimizi. Öpülesi olmayan elleri öpüyoruz mecburen, senin yokluğunun ezikliğinden midir acaba. Sorma kimleri ziyaret ettiniz diye. Dolaşıyoruz Ziya ile. Görülmesi gerekenler, görülmesi gerekmeyenler, evine bayram uğramayanlar, bayramı evinden kovanlar çıkıyor çaldığımız kapılardan…

Safiye Sultan’ın bayramını kutlamaya gelmeyenler, bizden bayram tebriği bekliyor. Herkes saygıyı kendine bekliyor, en büyük saygısızlığı yaparken. Biz senden böyle öğrenmedik, kimi kime şikayet edeyim? Geçen yıl askere giderken haydi büyüklük bende kalsın diye vedalaşmaya uğradıklarım beni uğurlamaya gelmediler. Bir de üstüne kalbimi parça parça eden sözler ettiler. Sen duydun mu? Safiye Sultan’a duyurmadım hiçbirini… Şimdi onlar Ziya’nın yüreğini acıtmak için kolları sıvarlar. İnsanlar silahlarını ne de kolay kuşanıyor.

Bayramın üçüncü günü bugün. Kalbim yıllardır olduğu gibi yine kırgın, yine buruk, yine kızgın. Ardında bıraktıkların, yoruyor beni; yoruyor beni, senin bu insanların…  

HAKLARINI UNUTMA

Kesecek kurbanı olmayanlar… Öpecek ele sahip olmayanlar… Arayandan sorandan eksik olanlar var. Yol boyu bunlar aklıma geldi. Herkeste bir telaş, bir koşuşturma. Aralık ayına daha dün girmişiz, bugün ilk haftasını bitirmişiz. Otobüsler, dolmuşlar dolu; yollar kalabalık; bankaların içi dışı curcuna… Bunca hengamenin içinde benim aklım nelere takılıyor.

Dokuz günlük tatile girmeden önce öğrencilerimin hemen hemen hepsiyle bayramlaşmaya, hepsini tek tek öpmeye çalıştım. Tuhaf bir duygu ama onları çok özleyecekmişim gibi bir duyguya kapıldım. Bayramın hemen ardından Ziya‘nın askere gidecek olması bu kez değişik bir bayram geçireceğimizin sinyallerini veriyor. Açıkcası bayram havasına giremedim bir türlü.

Bu haftayı bütün sınıflara yazılı yaparak geçirdim. Geçen hafta 9. sınıflarla imzaladığımız sözleşme, bir şekilde duvardan sökülüp çöpe atılmış; onlar da buna tepki gösterip sözleşmeyi yeniden duvara yapıştırmışlardı. Sözleşmelerine sahip çıkan bu gençler, üstelik benden sonra 3 öğretmene daha o sözleşmeyi imzalatmayı başarmışlar; bunu da bir müjde olarak derste bana söylemişlerdi. Sözleşmeyi ciddiye alıp, sahiplenen gençlerin bu tavrı beni duygulandırmıştı.

Bunun üzerine bugün yaptığım yazılının son sorusu “Sınıf Sözleşmesinin Maddeleri”ydi. Yazılıdan önce bantlarını çıkarıp okunmaması için sözleşmeyi ters çevirdim. Soruyu görünce şaşıran sınıfa mesajı vermenin tam vaktiydi: “İmzaladığın sözleşmeye sahip çık; haklarını unutma!

Büyük çoğunluk cevap kağıdına yazdıklarıyla haklarını unutmadıklarınıgösterdiler. Hepsi daha şimdiden birer demokrasi bekçisiydi.

Dördüncü Haftanın Son Karesi

Bugün bizim okulun yakışıklı bir misafiri vardı. Kardeşim Ziya, askere gitmeden önce hem görev yaptığım okulu görmek hem de rehber öğretmenliğini yaptığım 9. sınıflara akademik benlik testi uygulamak için benimle beraber okuldaydı. Dokuzuncu sınıfları benim bugün son dersim, az sonra yeni edebiyat öğretmeniniz sizinle tanışmaya gelecek diye kandırmaya çalışırken onlar da beni  kafaya almaya çalışıyorlardı. Ziya’nın kardeşim olduğu doğal olarak hızla kulaktan kulağa yayılmıştı.

Yandaki sözleşmeyi 9. sınıflarla geçen haftalardaki atölye çalışmasında hazırlamıştık. Her madde demokratik bir şekilde en başta öğrencilerin istekleri doğrultusunda belirlenmişti. Beraber kararlaştırdığımız bu maddelerin altına imzamızı gönüllü olarak atmıştık. Zorlama, dayatma yoktu. Hal böyle olunca öğretmenden sonra derse geleni sınıfa almadığımızda darılmayacak; derste arkadaşını şikayet edeni susturduğumuzda alınmayacaktı. Arada çiğnenen maddeler olduğunda hemen kaçıncı maddeye aykırı davranıldığı hatırlatıyor; düzeni bir anda sağlıyoruz :)

Bu sözleşmeye uymayanlara ceza verelim demişti 9. sınıflar. Ceza, iyi bir eğitim yöntemi değil dedik ve ceza belirleme işine hiç girişmedik. Onlar bu kuralları kendileri belirlemiş, gönüllü olarak sözleşmeyi imzalamıştı ve hepsi birer bireydi. Sözlerini mutlaka tutarlardı. 9. maddeyi özellikle büyük harflerle yazmamı istediler. Ben de seve seve onların isteğini yerine getirdim; imzamı da tam 9. maddenin üzerine attım :) Haftaya veliler toplantısı yapılacak ve bu maddeleri anne-babalara da okutmak istiyorum. Özellikle dayak ve hakaretin hiçbir anne babanın haddi olmadığını dile getirmeyi düşünüyorum. Çünkü korkutmayla, sindirmeyle, azarlama ve dayakla asla olumlu bir sonuç alınamayacağını, başarının elde edilemeyeceğini biliyorum.

Bugün öğle yemeğini 12. sınıflarla beraber yedik. Pidelerimizi yedik, sohbetimizi ettik, bu haftayı da böylece kapattık. Geçen haftalardan aldığım kararı nihayet eksiksiz yerine getirebilmiş, yemek işin bahanesi; maksat öğrencilerle farklı bir atmosferi paylaşabilmek diyerek dört sınıfımı da bu öğretmenler haftası vesilesiyle gönüllemiştim. Haftanın son karesine son bir not: 10 kişilik 12. sınıflar bizim lisesinin uçmaya hazır kuşları. Hepsinin hayali üniversite sıralarını doldurabilmek. Seneye bugün nerede olacakları belli değil ama gönlüm eğitimlerine akademik düzeyde devam etmelerinden yana.  Hayat onlar için, çoğumuzun aksine ne yazık ki o kadar da kolay değil…

Öğle Yemeği Buluşmaları

Akşam telefonumu şarja takmayı akıl etmiştim de alarmı kurmayı akıl edememiştim. Safiye Sultan Evren, saat 7’yi 10 geçiyor diye uyandırmasa öğleye kadar uyuyabilirdim :) Her sabah 06.50’de kalkıp anca hazırlanan biri olarak panikleyip nasıl kalktım, nasıl hazırlandım ve kahvaltımı hangi ara yaptım hatırlamıyorum :)

Bugünkü öğle arası için randevum 11. sınıflarlaydı. Geçen haftadan e.posta adreslerine bilgileri göndermiş, 26 Kasım Çarşamba günkü öğle yemeğini okulda onlarla birlikte yemek istediğimi söylemiştim. Bir öğrencim buradaki Evren Hocadan farklı olduğunuzu düşünüyorum demişti. Sanki okulda mecburen daha resmi davrandığımı dile getirmişti. Onlarla haftasonları sinemeya ya da parka gitmek isteyişimin, bu hafta öğle yemeğini onlarla beraber yeme fikrimin asıl sebebi algıladıklarının ötesindekini gösterebilmekti. Elimden geldiğince klasik bir öğretmen gibi davranmamaya çalışsam da zannediyorum o bir türlü barışamadığım takım elbise aramıza set çekiyor. Rahatlığı ve özgürlüğü seviyorum; ruhum aykırılıktan yana. Hal böyle olunca aslında hiç de farkım olmadığını düşündüğüm gençlerin karşısında uzaylı bir varlık gibi görünebiliyorum :)

Günler geçtiktçe her öğrencimi daha yakından tanıyorum. Hepsinin ayrı bir hikayesi, ayrı bir dünyası var. Konuştukça, paylaştıkça, birlikte vakit geçirdikçe farklı özellik ve yönlerini keşfediyorum. Karşılaştığım bazı gerçekler beni mutlu ederken, hayatlarına dair bazı ayrıntılar da ister istemez üzülmeme sebep olabiliyor. Akıl vermek, öğütte bulunmak bana sevimsiz geliyor; bu sebeple dertlerine karşılık kurduğum cümlelere çok dikkat etmeye çalışıyorum. Sanki  çoğunun o yaşta yaşadıkları “yazsa roman olur” tarzında…

Akşam Ziya ile, askere giderken yanında götürmesi gereken eşyaların listesini yaptık. Geçen yılki halimi hatırladım. “Adı üstünde, gerçekten de -kısa- dönemmiş” dedim. Askerdeki dolabımın resmini bile çizdim; içinde ne var ne yoksa dünmüş gibi gözümde canlandırabildim. Cuma günü okul çıkışı listedekileri almaya gideceğiz. Geçen yıl, Harun’la beraber yapmıştık asker alışverişimi. Askerdeki günlerimi, asker dolabımı hatırlarken ve o günleri yad ederken asker arkadaşlarımı özlediğimi de farkettim. O muhabbetler bu gün yapılamıyor ne yazık ki.

Bugün Benim İlk Öğretmenler Günüm

İlk defa bir 24 Kasım‘ı “öğretmen” sıfatıyla kutlayacaktım. Bunun heyecanıyla dün akşam bir türlü uyuyamadım. Hiç böyle olacağını tahmin etmemiştim. Seneye bu vakitte atanmış olur muyum yoksa yine ücretli öğretmen mi olurum ya da özel sektörde farklı bir işe mi başlarım bilemiyorum ama bugünkü 24 Kasım ilk de olsa son da olsa benim için bayram gibi bir gündü.

İlk kutlama mesajı gece Cihan’dan gelmişti. Mesajları gün içerisinde Kaan, Teyzem, yeğenim İbrahim, Enis ve kardeşim İbrahim ile Ayşe’nin kutlama telefonu takip etti.

İkinci ders öğretmenler günü kutlama törenine geçtik. 12. sınıflar, bu organizasyonun tamamını üstlenmişler, gayet güzel de bir iş çıkarmışlardı ortaya. Bütün öğretmenlere birer karanfil hediye etme nezaketinde de bulunmuşlar, provaları beraber yapmamıza rağmen bu güzel sürprizi benden de başarıyla saklayabilmişlerdi. Törenin sonunda öğrencilerle sarıldık, öpüştük, bol bol fotoğraflar çekildik. Gün boyu bu, böyle sürdü gitti : )

Bir öğrencimiz bu güne özel tatlı yapıp getirmiş, kendi elleriyle bize servis yaparken kasabanın belediye başkanı girdi kapıdan elinde baklavasıyla. Hep beraber öğretmenler odasında çay içip tatlı yedik.

Öğle yemeğinden sonra bir öğrencimizin anne babası geldi; onların da ellerinde bir tatlı paketi. Hepimize birer kalem getirmişler, bayan öğretmenlere de küçük birer hediye. Sonra kasabanın ilköğretim okulunun müdürü ve bir öğretmeni ellerinde karanfillerle çıkageldiler. Yine çiçeğiyle eczacı bey öğretmenler odamızdaki yerini aldı. Bu kasabada insanlar ne kadar düşünceli ve candandı; çok mutlu oldum.

Akşam eve geldiğimde de Hüss, öğleden beri içi içine sığmaz bir şekilde sakladığı çiçeğini getirip öğretmenler günümü kutladı. O, ilkokulun bense öğretmenliğin ilk basamağında lise sıralarında bir araya gelebilmeyi diledik : )

Akşam yemeği sofrasından tam kalkıyordum ki zil çaldı. Kocaman bir çiçek gönderilmişti bana. Kilometrelerce uzaktan her zamanki inceliğini gösterdi yine Ebruların Sultanı. Ve bana günün en güzel sürprizlerinden birini yaptı.

İlkokul öğretmenim Aynur Durmaz‘a telefonla ulaşamadım. Ama Türkçe öğretmenim Gülgün Sargın ile uzun uzun sohbet ettim telefonda. Okula çok erken gidip, eve geç döndüğüm için ancak telefonla arayabilmiştim. En kısa zamanda bunu kutlayalım dedi Gülgün hocam. Şimdiden kendisine güzel bir sürpriz düşünüyorum.

Hayatımın ilk 24 Kasımı’nı bizim grupla Öğretmenler Günü anısına kestiğimiz pastayla sonlandırdım. Sevgili kardeşlerim Ziya ve İbrahim’in sürprizi ile bu gün, artık hafızalarıma kazınan bir gün olmayı hak etmişti. Benim gibi çiçeği burnunda öğretmenler Deniz ve İlknur’la 3 mumlu pastayı üflerken, Ozan da bizimle beraberdi. Bu günü böyle hayal etmiyordum gerçekten. Sanki bayramdı bugün, öylesine heyecanlıydım. Heyecanıma da değdi. Harika birgün geçirdim.

Dört Nala Koşuyoruz

İki taraflı bir çıkmaz arasında kalan, çaresiz bir yüreğin çırpınışlarına şahit olduğum Perşembe günün gecesinde kabuslar içerisindeki rüyamdan uyanıp oturdum yatağımda. Bir taraftan tövbeler ettim, diğer taraftan şükürler… Rüyanın başkahramanı Hüss olunca, rüyadan daha bir etkilendim. Cuma günümü baştan sona etkileyen kabus dolu Continue reading →

“MUSTAFA” Hakkında Her Şey

Bugün bizim çocuklar {İbrahim, Ziya, Deniz ve Ozan} ile Mustafa filmindeydik. Eğer daha önce Çağan IRMAK bu isimle bir film çekmemiş olsaydı Mustafa Hakkında Her Şeyismi Can DÜNDAR‘ın Mustafasına daha çok uyardı. Uyar mıydı? Aslında uymazdı :)

En son söyleyeceğimi en başta söyleyeyim: Continue reading →