Acil Ücretli Öğretmenler Aranıyor!

Kırk yılın birinde Cine 5’in akşam haberlerini seyredelim dedik. Aslında bilinçli bir tercih değildi bizimkisi. Akşam yemeği sofrasına oturduğumuzda Cine 5 açıktı; muhtemelen Hüss, o kanalda az evvel çizgifilm seyretmişti :) Hatırladığım kadarıyla ana haber bültenin zengin içeriği şu başlıklardan ibaretti: Continue reading →

Öğretme’nin “E” Hali

82 günlük bir birlikteliğin, bir maceranın ya da sıra dışı bir eğitim tecrübesinin (adı her ne ise) ilk uzun soluklu arasını verdik bugün. Saatler 11.30’u gösteriyordu. Elimde, rehberliğini yaptığım 9. sınıfların 26 adet karnesi ve karne hediyesi niyetindeki çokoprenslerle sınıfa girdiğimde bir an ne diyeceğimi bilemedim. Bu duygunun aynı şeklini ama çok daha farklısını onların karşısına çıktığım ilk 6 Kasım günü de yaşamış; sözcüklerim heyecandan boğazıma düğümlenmişti. O yabancı yüzlerin her biri bugün 82 günlük paylaşımlarla, sırlarla, eğlenceli hatıralarla tanıdık birer yüzdü benim için. Üstelik yarı yıl tatillerini bugüne kadar iple çeken ama şimdi onları göremeyecek olmanın burukluğunu yaşayan biriydim o saatlerde. Karneler dağıtılırken başarının sadece beş rakamdan ibaret olmadığını dilim döndüğünce ifade etmeye çalıştım onlara. Düne kadar hayatımda “hayalleri bile olmayan” bu onlarca insanı tek tek öptüm, onlara sarıldım ve çekebildiğim kadar fotoğraflarını çektim.

Saatler 11.55’i gösterirken müdür beyin sesi okulun az ilerisindeki camiden gelen cuma sohbetinin sesine karışıyordu. Küçük kasabanın 75 öğrencili küçük lisesi, okul binasının önünde sıralandı. Teşekkür, takdir ve onur belgesi alanlara belgeleri verildi; sonra yine öpüşmeler, kucaklaşmalar, fotoğraf çekilme telaşları birbirini kovaladı. Okul bir anda sessizliğe gömülürken, haziran’da yaşanması muhtemel büyük ayrılığa gitti aklım ister istemez. Şimdi bunu düşünme Evren dedim; önümde onlarla tadı çıkarılacak 5 ay ve üstesinden gelinmesi gereken KPSS vardı. Öyle ya, bu yaşanılanlar aslında Continue reading →

Ziya’nın Yemini, Ücretli’nin İkilemi

16 Ocak itibariyle Ziya, Kütahya semalarını Vatan-Millet Uğruna Canını Feda Etmek adına and içti. O esnada Safiye Sultan gözyaşlarını tutamıyordu. İnsanoğlunun hayatındaki tarihi anlardan birine tanıklık edenlerin arasında Hüss de dahil bizim ailenin bütün fertleri vardı. Bense Cuma günü 9. sınıflarda yazılı yapmak zorunda kaldığım için ve birkaç başka sebepten dolayı Kütahya’ya gidemedim. Haftasonu Ziya ile internetin uzakları yakın eden teknolojik imkanı sayesinde webcamda hasret giderdik, telefonlaştık.

Cuma akşamüzeri birden bastıran yağmurun altında muhtarlık- postahane arasında sıçana dönerken hemen ertesi gün pırıl pırıl bir Aydın sabahına gözlerimi açtım. Oysa 7 saatlik mesafede Kütahya’da kar yağıyor; hayatında ilk defa kar gören Hüss sevincinden çıldırıyordu. Öyle ki haftalar öncesinden plan programı yapılan Ziya’nın yemin töreninde kar oynamanın hayalini kuran Hüss, Safiye Sultan’a bere ve atkı bile ördürmüştü.

Eğitim-öğretim yılının ilk döneminin son Continue reading →

HAKLARINI UNUTMA

Kesecek kurbanı olmayanlar… Öpecek ele sahip olmayanlar… Arayandan sorandan eksik olanlar var. Yol boyu bunlar aklıma geldi. Herkeste bir telaş, bir koşuşturma. Aralık ayına daha dün girmişiz, bugün ilk haftasını bitirmişiz. Otobüsler, dolmuşlar dolu; yollar kalabalık; bankaların içi dışı curcuna… Bunca hengamenin içinde benim aklım nelere takılıyor.

Dokuz günlük tatile girmeden önce öğrencilerimin hemen hemen hepsiyle bayramlaşmaya, hepsini tek tek öpmeye çalıştım. Tuhaf bir duygu ama onları çok özleyecekmişim gibi bir duyguya kapıldım. Bayramın hemen ardından Ziya‘nın askere gidecek olması bu kez değişik bir bayram geçireceğimizin sinyallerini veriyor. Açıkcası bayram havasına giremedim bir türlü.

Bu haftayı bütün sınıflara yazılı yaparak geçirdim. Geçen hafta 9. sınıflarla imzaladığımız sözleşme, bir şekilde duvardan sökülüp çöpe atılmış; onlar da buna tepki gösterip sözleşmeyi yeniden duvara yapıştırmışlardı. Sözleşmelerine sahip çıkan bu gençler, üstelik benden sonra 3 öğretmene daha o sözleşmeyi imzalatmayı başarmışlar; bunu da bir müjde olarak derste bana söylemişlerdi. Sözleşmeyi ciddiye alıp, sahiplenen gençlerin bu tavrı beni duygulandırmıştı.

Bunun üzerine bugün yaptığım yazılının son sorusu “Sınıf Sözleşmesinin Maddeleri”ydi. Yazılıdan önce bantlarını çıkarıp okunmaması için sözleşmeyi ters çevirdim. Soruyu görünce şaşıran sınıfa mesajı vermenin tam vaktiydi: “İmzaladığın sözleşmeye sahip çık; haklarını unutma!

Büyük çoğunluk cevap kağıdına yazdıklarıyla haklarını unutmadıklarınıgösterdiler. Hepsi daha şimdiden birer demokrasi bekçisiydi.

Felatun Bey ile Rakım Efendi Şöleni

Cumartesi günü Aydın’da tam bir sanatvardı. İzmir Devlet Tiyatrosu’nun usta oyuncuları, Ahmet Mithat Efendi‘nin eseri Felatun Bey ile Rakım Efendi‘yi Şükran Güngör sahnesinde öyle iyi temaşa ettiler ki tiyatro salonundan büyülenmiş bir vaziyette çıktım; bütün birgünü sanki o sahnede yaşıyormuşcasına bir duyguyla geçirdim.

Liseden öğretmen arkadaşlar ve öğrencilerle bir sırayı olduğu gibi kapatmıştık. Türkçe öğretmenim Gülgün Sargın ve eşi Adnan Hocamı da oyuna davet etmiştim. Kendilerini kapıda beklerken, içim içime sığmıyordu. Ortaokul sıralarında kendisine Türkçe öğretmeni olma sözünü verdiğim Gülgün Hocam’ı görmeyeli epey bir süre olmuştu ve son derece heyecanlıydım. Oyuna ara verildiğinde elimi tutup Continue reading →

Dördüncü Haftanın Son Karesi

Bugün bizim okulun yakışıklı bir misafiri vardı. Kardeşim Ziya, askere gitmeden önce hem görev yaptığım okulu görmek hem de rehber öğretmenliğini yaptığım 9. sınıflara akademik benlik testi uygulamak için benimle beraber okuldaydı. Dokuzuncu sınıfları benim bugün son dersim, az sonra yeni edebiyat öğretmeniniz sizinle tanışmaya gelecek diye kandırmaya çalışırken onlar da beni  kafaya almaya çalışıyorlardı. Ziya’nın kardeşim olduğu doğal olarak hızla kulaktan kulağa yayılmıştı.

Yandaki sözleşmeyi 9. sınıflarla geçen haftalardaki atölye çalışmasında hazırlamıştık. Her madde demokratik bir şekilde en başta öğrencilerin istekleri doğrultusunda belirlenmişti. Beraber kararlaştırdığımız bu maddelerin altına imzamızı gönüllü olarak atmıştık. Zorlama, dayatma yoktu. Hal böyle olunca öğretmenden sonra derse geleni sınıfa almadığımızda darılmayacak; derste arkadaşını şikayet edeni susturduğumuzda alınmayacaktı. Arada çiğnenen maddeler olduğunda hemen kaçıncı maddeye aykırı davranıldığı hatırlatıyor; düzeni bir anda sağlıyoruz :)

Bu sözleşmeye uymayanlara ceza verelim demişti 9. sınıflar. Ceza, iyi bir eğitim yöntemi değil dedik ve ceza belirleme işine hiç girişmedik. Onlar bu kuralları kendileri belirlemiş, gönüllü olarak sözleşmeyi imzalamıştı ve hepsi birer bireydi. Sözlerini mutlaka tutarlardı. 9. maddeyi özellikle büyük harflerle yazmamı istediler. Ben de seve seve onların isteğini yerine getirdim; imzamı da tam 9. maddenin üzerine attım :) Haftaya veliler toplantısı yapılacak ve bu maddeleri anne-babalara da okutmak istiyorum. Özellikle dayak ve hakaretin hiçbir anne babanın haddi olmadığını dile getirmeyi düşünüyorum. Çünkü korkutmayla, sindirmeyle, azarlama ve dayakla asla olumlu bir sonuç alınamayacağını, başarının elde edilemeyeceğini biliyorum.

Bugün öğle yemeğini 12. sınıflarla beraber yedik. Pidelerimizi yedik, sohbetimizi ettik, bu haftayı da böylece kapattık. Geçen haftalardan aldığım kararı nihayet eksiksiz yerine getirebilmiş, yemek işin bahanesi; maksat öğrencilerle farklı bir atmosferi paylaşabilmek diyerek dört sınıfımı da bu öğretmenler haftası vesilesiyle gönüllemiştim. Haftanın son karesine son bir not: 10 kişilik 12. sınıflar bizim lisesinin uçmaya hazır kuşları. Hepsinin hayali üniversite sıralarını doldurabilmek. Seneye bugün nerede olacakları belli değil ama gönlüm eğitimlerine akademik düzeyde devam etmelerinden yana.  Hayat onlar için, çoğumuzun aksine ne yazık ki o kadar da kolay değil…

Yarı Yolda Bırakılmak

Güzel geçen günün akşamında ikinci dönem ücretli öğretmenliği bıraksanız daha iyi olur. Bu tempoyla KPSS’ye hazırlanamazsınız denilince duraksadım birden. Günde en az 3 saat KPSS için çalışmam, bunun haricinde herhangi bir şeye odaklanmam gerektiği dile getirildi. Bir anlamda yeni bir ÖSS dalgası. Önceliğimin KPSS olmasının bilincindeyim aslında dedim. Yarı yolda bırakmaya kıyamayacağım öğrencileri düşündüm. Onlara çok daha faydalı olabilmenin yolu aslında atanmaktan, kadrolu öğretmen olmaktan geçiyordu. Öyle ama yerime kadrolu bir öğretmen verilmedikçe ya da ben oradan kovulmadıkça ikinci dönem ben öğretmenliği bırakıyorumdiyemem; en başta öğrencilerimi yüz üstü bırakamam.

Bugün öğle arası 9. sınıflarla beraberdim. Abur cubur da olsa yemeğini beraber yedik. Onların sohbetlerine kulak kesildim; birbirlerine sataşmalarına güldüm; gülmekten anlatamadıkları anılarını dinledim. Yolun çok başındaydılar; çoğu benim tabirimle tam da ısırılacak kıvamdaydı:) Kim ne derse desin 18 yaşına kadar herkes henüz çocuktu ve 9. sınıftaki öğrencilerim benim gözümde birer kuzucuktu. Hayatımı garanti altına almanın savaşı içerisinde, onların kendi savaşındaki rehberlik rolümü hakkıyla yerine getirmek de istiyordum. Öğlen onlarla beraber yer içerken de akşam KPSS kursunda söylenilenleri dinlerken de yüz üstü bırakma‘nın benim kişiliğimle ters düşecek bir davranış olacağını düşündüm.

Yarın öğretmenlikte 1. ayı dolduruyorum ve dört haftalık yaşantıda gençler sayesinde çok şey öğrendiğimi düşünüyorum. Hala birbirimizin yeni yönlerini keşfederken, sevgili Kayhan’ın yorumundaki sorusuna da buradan yanıt vermek istiyorum. Birkaç meraklı öğrencim Google’ın sayesinde e-vren günlüğü’nü keşfetti. Küçük okulun az sayıdaki öğrencisi arasında hiç şüphesiz bu yeni dünyanın adresi hızla yayılacaktır. Onları zaten yeteri kadar şaşırtıyorken, sanal alemdeki hocalarını görünce neler hissederler kestiremiyorum. Burayı bilsinler ister miydim? Onların öğretmeni olmayı bıraktıktan sonra e-vren günlüğü’nü keşfetmelerini tercih ederdim. Çünkü hakikatin ve sanal gerçekliğin karmaşasını gayet iyi tecrübe ediyorum.