PENCERE ÖNÜ

]fh[ fotoğrafhikayeleri {Temmuz}

İsmini bilmediği, bilip de unuttuğu pek çok insan geldi geçti hayatından. Büyük olmanın en büyük yükü, yol gözlemek oluyordu. Gençliğin deli çağları hızla akıp gidiyordu da, yaşlılığın ağır aksak dakikaları zamana inat geçmek bilmiyordu. Çoluk çocuk hiçbiri kalmamıştı kolunda kanadında. Bağrından indirmeye kıyamadığı bebeleri, ayda yılda bir gelen ve yolu gözlenen koca insanlar olmuştu. Pencere önü, geçmişi, kalabalık günleri hatırlatan, gelecek misafiri müjdeleyen bir görev üstlenmişti kendisine.

Bu yazıyı 11 Ağustos 2007 tarihinde not düşmüştüm güzel fotoğrafının altına. Şimdi kalabalık o pencerelerin önü. Yolunu beklediğin insanlarla dolu. Kimbilir belki yolunu gözlediklerinden bazıları hala yok, son yolculuğunda bile. Gençliğin deli çağları hızla akıp geçti. Yaşlılığın ağır aksak dakikaları son buldu senin için. Zaman artık yoktu. Doksan yılı aşkın ömründe kaç fotoğraf karesi sığdı, kaç objektif ölümsüzleştirdi varlığını bilinmez. Onlarca kez görüp geçirdiğin bir ilkbaharda misafir olduk evine. İlk ve son görüşmemizdi. Suyundan içtik, elinden yemek yedik, sohbetini dinledik. Ve çektiğimiz birkaç fotoğrafını önce bilgisayarımıza sonra zihinlerimize yerleştirdik. Birbirimizi unuttuğumuz dünya telaşında evinde yeniden misafir olmak kısmet olmadı. Bir çarşamba akşamı ansızın gelen haberle, fotoğrafların yeniden açıldı. Artık pencerenin önü boştu!

—–
Fotoğrafın Hikayesi: “Pencere önüne oturtup resmini çektiğin o güzel babaannem yok artık. İyi ki o resimleri çekmişsin teşekkürler” diyordu İlknur 16 Temmuz 2008 tarihli mesajında. 10 Mart 2007 tarihinde Karacasu’da çekilen bu fotoğraf İlknur’un babaannesine aitti. Ve çarşamba akşamı aldığım bu kötü haberle bu ay Fotoğraf Hikayeleri’ni ona ayırmak istedim. 13 Temmuz Pazar günü o pencereye veda eden babaannenin ardından dualarımızı eksik etmemek dileğiyle…

İLK / BAHAR

İlkbaharın ilk haftasında ilk defa güneşle, toprakla, yeşilliklerle bir aradaydık. Medeniyetten (!) çok uzakta, elektriğin, teknolojinin olmadığı bir doğa harikasında baharın ilk kokusunu çektik içimize. Ziya‘nın Zeybek Kültürü ile ilgili tez çalışması, benim de Bahar konulu fotoğraf projem için İlknur ve Fatih‘in köyünde aldık soluğu bu Cumartesi.

Karacasu‘yun Dedeler Köyü‘ne varmadan dağlarla, zeytin ağaçlarıyla çevrili apayrı bir dünyasında yaşıyor İlknur ve Fatih’in Dedesi ile Babaannesi. Topraktan bir evde yaşıyorlar. Elektrik olmadığı için lüküsle aydınlanıyorlar, dağdan gelen kaynak suyunu içiyorlar. Evleri topraktan, damı da öyle. Öyleki toprak damın üstünü silindir bir taşla sıkıştırıyorlar yağmur yağdığı zamanlar.

Cep telefonlarımız, fotoğraf makinemiz ve ses kayıt cihazımız dışında burada doğal olmayan hiçbir şey yok. Her şey insanın aklını başından alacak sadelikte ve basitlikte. Ne araba, ne insan sesi. Sadece tavukların, cır cır böceklerinin ve rüzgarda hışırdayan ağaç yapraklarının sesi…

İlknur ve Fatih sayesinde çok güzel bir cumartesi geçirdik. Dede ve Babaanne 80 küsür yaşlarına rağmen çok misafirperver ve hoşsohbettiler. Bol bol Demirci Efe hikayeleri dinledik, fotoğraflar çektik / çekildik. İkinci Dünya Savaşı’nın tarih kitaplarında yer almayan birkaç küçük detayını öğrendik. Ve kendimizi otun böceğin içine saldık :)