Fazıl Hüsnü Dağlarca ölmüş. Yaşıyor muydu ki?

Fazıl Hüsnü Dağlarca‘nın yaşadığını öğrendiğimde çok şaşırmıştım, henüz lise sıralarındaydım. Edebiyat ders kitaplarında genelde hayatını kaybetmiş büyük yazar ve şairlerin isimlerini görmeye alıştığımız içindi belki de bu şaşkınlığım. Sanki yaşayan bir edebiyatçı büyük bir edebiyatçı olamazdı, illa ölmüş olması gerekirdi. Zaten Fazıl, Hüsnü ve Dağlarca gibi üç kelimeli ve kulağa kocaman gelen bir isim de anca ölmüş bir usta şair olabilirdi. Oysa gerçek öyle değildi, Dağlarca henüz yakın bir tarih sayılan 15 Ekim 2008 tarihinde 94 yaşında vefat etti.

Güray Süngü de lisedeyken yazarların yaşamadığını zannettiğini söyledi İstanbul Öykü Festivalinin kapanış konuşmasında. Neyse ki vakti zamanında böyle zanneden tek ben değilmişim dedim. Süngü, gün gelip öyküleriyle tanınmaya ve çeşitli etkinliklerde öğrencilerle bir araya gelmeye başlayınca bu durumu sorgulamış. “Sahi” demiş, “Eserlerini okuduğunuz biriyle bir araya gelmek sizde nasıl bir duyguya sebep oluyor?”

2000’li yılların başında üniversite öğrencisiyken temas kurma şansım olmasına rağmen buna girişmediğim için pişmanlık duyduğum bir isim var: İlhan Berk. Edebiyat bölümünde okurken “Şiire dokunun” diye bir proje hazırlamıştım, şimdiki gibi sosyal medyada yaygın olan “şiir sokakta”lar henüz ortada yoktu. Sınıf arkadaşım Tarık’ın beni onca ikna çabalarına rağmen Aydın’dan kalkıp İlhan Berk’in yaşadığı Bodrum’daki evine ziyarete gitmemiştim. Gitsek, evini bulabilir miydik, bizi kabul eder miydi, kendisini görebilir miydik bilmiyorum tabii ama yaşayan bir edebiyat devini görebilmek için en azından ufak bir çaba gösterebilirdim.

Oysa şimdi öyle değil. İnternet ve yaygın medya sayesinde artık herkes herkesin yaşayıp yaşamadığından haberdar. Kimse de kimse için esiki gibi ulaşılamaz değil. Bir şekilde sosyal medya aracılığıyla bile temas kurulabiliyor yazar ve şairlerle. Katıldığım birçok etkinlikte “yaşayan efsane” denilen isimleri ya da en azından sanatına saygı duyduğum önemli kişileri görme şansım oldu. Çoğumuzun da oluyor. Ama göremediğim bir şey var: Edebiyat öğrencileri ortada yok. O kadar edebiyat etkinliğine katılıyorum ama ne bir edebiyat öğretmenine ne de öğrencisine denk geliyorum.

Bugün ismi edebiyat dünyasında az çok duyulan hemen hemen her isim birçok yerde söyleşilere katılıp okurla buluşuyorken edebiyat öğrenimi görenlerin onlarla buluşmaması çok garibime gidiyor. Aydın’da üniversitede okurken üniversitemize ve şehrimize edebiyatçılar pek gelmediği için her yıl İzmir’deki TÜYAP Kitap Fuarını iple çekerdim; kitap satın almak için değil oradaki söyleşilere, panellere katılıp edebiyatçıları dinlemek için.

Gerçi bir taraftan da “Bazı şeyler muhatabına güzel, muhatabıyla güzel” diye de değerlendiriyorum bu durumu. Yine İstanbul Öykü Festivalinin kapanış konuşmasında Abdullah Harmancı‘nın “Artık ölenlerin değil hayattaki edebiyatçıların da ismine sempozyumlar yapılmalı” temennisine katılıyorum. Telif Hakları Derneği de bir süredir titizlikle okuduğum “Yaşayan Edebiyat” projesine belki de bu duyguyla “Yaşayan Edebiyat” adını verdi. Yaşarken de yaşamalı, yaşatmalı.

En çok buralardayım:Instagram | Facebook | Twitter | YouTube


e-vren günlüğü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

4 Comments

  1. İçime şöyle bir rahatsızlık çöktü. Gerçekten ben de yeni öğrendim. Geçen sene haberdar olmuştum diye hatırlıyorum ama demek ki aklımdan uçup gitmiş. Değerlerimizin kıymetini bilsek ne iyi olacak her şey. Saygılarımla.

  2. Yaşadığını ben de şimdi bu yazıdan öğrendim :-( ne kadar yazık bize. Kendi topraklarımızın değerlerini unutmuşuz.

  3. Çok değerli Edebiyatçıların söyleşilerine katılmak ne kadar harika bir duygu
    unutulmaz değerler her biri
    Onları okumak ve dinlemek insanın ufkunu açıyor
    sevgiler

Bu yazıya katkı sunun