İlk defa ardından

Günleri sayamadım; tutamadım aklımda, ne zamandır gönlümde sevdan…

İlk defa ardından acılardayım. İlk defa kalıyorum ardında. Yazıların kesiliyor, sözlerin bitiyor, toplanıyor eşyalar. Bakmadan yüzüme “gitmem gerek” diyorsun ve gidiyorsun. Oysa göremiyorum bile, gittiğini… Siyah beyaz birkaç fotoğrafın var sadece elimde. Baktıkça bakan, boşlukta kaybolan bir de gözlerin… Ne zaman kalkar başım havaya bilmiyorum. Sevmeye doymuyor gönlüm, doymak bilmiyor sana. 

Çok şey istemedim. İnandırdım kendimi sana ulaşamayacağıma. Seni bir kere bile göremeden, sadece siyah beyaz birkaç fotoğrafınla avunduğum bir hayat… Kısa bir hayattan ibaret koca bir sevda… Ardından boynu bükük kalan, sesi çıkmayan; beyaz sayfalara siyah cümlelerini gözyaşı niyetine döken bir yürek… Dilim başka söylüyor; elim başka  yazıyor. Geçip karşına söylesem ne varsa, hiç bu beyaz a bulaşmayacak siyah harfler… Gitiğin yerden tez dön gel; çek çıkar beni bu hasretten. İlk defa senin için bu cümleler, son da olmasın…

Seni, senden de yakın, yalnız ben tanıyorum,

Sana, seni en sıcak bir ben anlatıyorum.

Kimse varamaz senin ben kadar yakınına;

Çok zamanlar kendimi sanki sen sanıyorum. [Özdemir ASAF]

Der idim ki…

                                                                                BEN İSTERSEM EĞER

                                                                                                     DOSTUM OLABİLİRSİN;

                                        SEN İSTERSEN DEĞİL !

              BEN İSTERSEM EĞER

                         SENİN DOSTUM OLURUM;

                                                                              SEN İSTERSEN DEĞİL !

MEVLANA’NIN TEBRİZİ’Yİ ARAMASI GİBİ

                                          ARADIĞIMI SANDIM DOSTU.

                                         SEN TEBRİZİ DEĞİLSİN,

        ÇÜNKÜ BEN MEVLANA OLAMADIM DAHA…

Denizi görmedim

Herkes döndü; bir sen dönmedin. Bir sen aramadın bunca zaman. Gözüm yolda, kulağım telefonda… Bir seni bekledim; her şeyi unutup. Yürünmüyor artık buralarda sensiz. Koca bir şehir, yokluğunun mahzunluğunda sanki. Yağmur, eskisi gibi tat vermiyor ve sen yoksun diye toprak, kokusunu taşımıyor odama kadar. Ses olup kaybolup gittin boşlukta. Okur musun çıkmayan sesimin cümlelerini?

Elleriyle kulaklarımdan tutup yukarı kaldırırdı dedem bizi çocukken ve “Bak bakalım denizi görebilecek misin?” derdi. Küçücük boyumuzla dedemin boyuna kadar yükselince, karşıdaki denizi göreceğimizi sanırdık. Oysa karşıda deniz meniz yoktu. Ufacık boyumuzla çok yükseklere çıktığımızı sanardık tuhaf bir duyguyla. Dedemin kulaklarımdan tutup beni havaya her kaldırışında bir türlü denizi göremeyişime üzülürdüm. Kulaklarımın acısına rağmen İzmir‘e bakmaya devam ettim ısrarla, denizi görebilmek için. Ve bir gün son buldu bu oyun…

İLK TORUN ve TEK DEDE

{Şubat ’06 MisAfiR KaLeM yazısıdır}

Herkesin hayatı boyunca etkilendiği kişi ya da kişiler vardır. Kimi televizyonda gördüğü bir sanatçıdan kimi bir şarkıcıdan kimi öğretmeninden kimi annesinden kimi babasından kimi bir yakınından kimisi ise çevresindeki herhangi birinden etkilenir. Bu etkileşim çeşitli yönlerden olabilir. Kimileri o kişinin giyim tarzından etkilenir ve onun gibi giyinmeye çalışır; kimileri konuşmalarından etkilenir ve onun gibi konuşmaya başlar.(Bu tür etkileşime taklit diyebiliriz) Kimileri ise o etkilendikleri insanların karakterlerinden hâl ve hareketlerinden etkilenir; hayatları boyunca o insanların çizgilerini takip eder, her şeyleriyle onları kendilerine örnek alırlar. Benim de hayatım boyunca kişiliğinden etkilendiğim, hâl ve hareketlerini örnek aldığım bir insan var. Bu insan kim mi? Belki çok şaşıracaksınız ama bu insan: dedem. Continue reading →

İzmir’den döndüm, Picus kapandı

İki günlük İzmir seyahatim sona erdi. Gezdim, bilgilendim, eğlendim, güldüm, şaşırdım. Günlüğü tutulacak çok şey yaşadım. Teşekkür etmem gereken de pek çok isim biriktirdim ama yazmakla bitmez. Bu yazıyı okuyan herkes gönül rahatlığıyla üzerine alınabilir. İzmir’in altını üstüne getirmemizde büyük payı olan Mutlu sayesinde şu an çok yorgun olmasam İzmir günlüğünü yazardım ama içimden hiç gelmiyor. Birkaç gün içinde İzmir Fotoğraflarını yayımlayacağım.

SESLENDİREN YOK…

İzmir’den son hatıra, gelirken aldığım PİCUS dergisi oldu. Şubat sayısı, 3 yıllık derginin son sayısıymış. “Giderek artan haksız rekabet koşulları, büyük yayın kuruluşlarının dergi fiyatlarını aşağı çekmesi yüzünden zor bir durumda kalan” PİCUS, “edebiyat dergilerinin değişmez kaderini” yaşıyor 2006 Şubat’ında. Derginin Genel Yayın Yönetmeni Gülenay BÖREKÇİ, yukarıdaki cümlelerle hüznünü yansıtıyor giriş sayfasından okurlarına ve beni de hüzne boğuyor. Kalkıp –kahve edebiyatı– ile konuşası geliyor insanın –Türkiye’de saçma salak diziler, filmler, şarkıcılar, dergiler rağbet ve değer görüyor– diyerek. Ama demiyorum. PİCUS‘un profesyonel kadrosu çok daha güzel projelerde karşımıza çıkacaktır eminim. Kahve edebiyatı yapmadım ya; kendime de öz eleştiri yapayım son noktada: Varlık‘ın Kitap-lık‘ın peşinde koştuğum kadar Picus‘un da peşinden gücüm ölçüsünde koşsay[dım], sanki daha iyi eder[dim]. Koşsay[dık], çok daha iyi eder[dik]…

Blogcu dünyasının akıl almaz bloggerı Çağlar ile önümüzdeki hafta gerçekleştireceğimiz elektronik söyleşi için geri sayım başladı. 2 gündür bu sayfalardan duyurular yapıldı. E-postalardan anlaşıldığı üzere okurları onu kesinlikle çok merak ediyor ve Çağlar’ı keşfetmeyi sabırsızlıkla bekliyorlar. Bana da zor bir görev düşüyor bu noktada…

İzmir-Aydın otobanındayım, elimde Picus dergisi.  Mine ARTU’nun “Hayatın Çektiği Fotoğraflar” başlıklı yazısını okurken aklıma harika bir proje geliyor. Not aldım hemen. Çağlar’la e-söyleşiyi gerçekleştirelim, aranızdan bir kaç arkadaşa güzel haberlerim olacak. Muhteşem bir ürün çıkacak ortaya :)