Ben İlhan Berk’in Defteriyim

İlhan Berk’in Defteri’ni alıp, kalabalık ve gürültülü bir mekana gittim. Bir taraftan çayımı yudumladım, diğer taraftan sarı fosforlu kalemimle altını çizdim cümlelerin. Özellikle tercih ettim kitabı evde okumamayı. İnsanların da, çocukların da, hoparlörden gelen müziğin de sesini duymak; penceren Yeni Dörtyolda dönüp duran araçları, karşıdan karşıya geçen yayaları seyretmek istedim. Ve çok şey yazmak geldi içimden; biriktirdim hepsini zihnimde.

Kaybolup gittiğim BERK’in derin dünyasından arkadaşımın telefonuyla sıyrıldım. İstanbul’daydı. “Şimdi okudum daha” dedim: Kuşlar öleceklerini anladıklarında İstanbul’a göçerlermiş: Ölünecek bir yer diye.

“Aşk olsun” dedi. “Hayır ben aşk olmayayım, İlhan BERK böyle yazmış”. “Ne güzel İstanbul’dasın” dedim ve “İlhan BERK’e benden daha yakınsın…”

3 saatlik okuma serüvenime evde devam etmeye karar verdim. Yolda liseden edebiyat öğretmenimi (!) gördüm. Ağzından küfür eksik olmayan kabadayı adamı yani… Benim elimde kitap vardı; onunsa kabadayı tespihi…

Bu yazı, ilk blogcu.com’da yayımlandıktan sonra buraya taşındı.


e-vren günlüğü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Bu yazıya katkı sunun