Fazıl Hüsnü Dağlarca ölmüş. Yaşıyor muydu ki?

Fazıl Hüsnü Dağlarca‘nın yaşadığını öğrendiğimde çok şaşırmıştım, henüz lise sıralarındaydım. Edebiyat ders kitaplarında genelde hayatını kaybetmiş büyük yazar ve şairlerin isimlerini görmeye alıştığımız içindi belki de bu şaşkınlığım. Sanki yaşayan bir edebiyatçı büyük bir edebiyatçı olamazdı, illa ölmüş olması gerekirdi. Zaten Fazıl, Hüsnü ve Dağlarca gibi üç kelimeli ve kulağa kocaman gelen bir isim de anca ölmüş bir usta şair olabilirdi. Oysa gerçek öyle değildi, Dağlarca henüz yakın bir tarih sayılan 15 Ekim 2008 tarihinde 94 yaşında vefat etti.

Continue reading →

Öykümüzün Hikâyesi

Türkiye Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi tarafından ilk kez düzenlenen İstanbul Öykü Festivali‘nin ikinci günü Öykümüzün Hikâyesi oturumunda Köksal Alver “Hikâye Dinlemek”, Şaban Sağlık “Öykünün Evrensel Dili” üzerine bir konuşma gerçekleştirdi.

“Hikâye dinlemez, öykü okumazsan hangi esaslı kaynaktan uzak kalırız, benim asıl sorum bu.” diyen Köksal Alver, “Hikâye, insanın başından geçen, olan şeydir. Bütün bir insan hissiyatını derleyip toparlayan esrarlı bir türdür.” tanımlamasını yaparak konuşmasına şu sözlerle devam etti:

Hikâye hayatın bizzat kendisidir

Hikâye yoksa insanlık macerasına sağır dilsiz kalır, o maceraya yabancı kalır, anlayamayız. 

Hikâye dinlemek, insan olma halimizin ilk şeklidir.

Var olmak, hikâyeye sahip olmakla ilgilidir. Hikâyeniz varsa varsınız. Hikâyemiz yoksa, aslında biz yokuz.

Hikâyemiz bizi bire bir anlatan, yansıtan zengin bir kaynaktır.

Önemli olan “Anlatsam roman olur” dediğimiz şeyi bir hikaye haline getirebilmek.

Hep başkalarının (Leyla ile Mecnun gibi) görmediğimiz, tanımadığımız kişilerin hikâyelerini dinledik. Oysa onların hikâyeleri de bizim hikâyemizi etkiler. Başkasının yaşadığı aslında benim yaşadığımdır. 

Başkasının hikâyesi yoktur, kendi hikâyemiz vardır. Ömer Seyfettin’in hikâyesi bizim hikâyemizdir, o hikâyelerle kendimizi gerçekleştiririz.

İnsan, hikâye dinleye dinleye kendini gerçekleştiren bir varlıktır. 

Hikâye dinlemek, öykü okumak farklı formlar olsa da bunları ortak noktada buluşturmalıyız.

Hayatı, insanı keşfedip tanımak için hikâye dinlemeliyiz.

Hikâye, bizi hayatın içine dahil eder, kendimizle karşılaştırır ve yüzleştirir. Başkalarının hayatına tanıklık etmemizi sağlar.

En büyük hikâyeci, hayattır. 

Bütün yaşadıklarımızdan bir hikâye üretebiliyorsak, öykü yazabiliyorsak ancak var olabiliriz. Bunlar bizi hayata demirler.

Hikâye dinleyen öykü yazan, yaşar.

Hikâyen varsa, yaşıyorsundur

“Hikâye, sadece Ömer Seyfettin’in, Sait Faik’in yazdığı değildir; şu an bizim yaşadığımız da hikâyedir.” diyen Şaban Sağlık, insanın ancak hikâyesi ile var olabildiğini vurguladığı konuşmasında öykü ile hikâye arasındaki farklara değindi:

Osmanlı’nın hikâyesi vardır, Türkiye Cumhuriyeti’nin öyküsü vardır.

Bu sır, benimle mezara kadar gidecek diyen birinin öyküsü değil hikâyesi olur.

İnsanın eserlerinin, ortaya koyduğu eylemlerin anlatılmasına hikâye denirken, Batı medeniyetinde yaygın olarak felsefeye dönüşen, o eseri ve o işleri yapan insanın öncelenmesini öykü ön plana alınıyor. Bireyi, kişinin kendi psikolojisini öncelediğinizde öyküye ama kişinin eserini, işi öncelediğinizde hikâyeye varmış olursunuz.

Hikâyede insanların dışsal ve meşru eylemleri öncelenir. Eyleme ve esere odaklanılır. Oysa öykü içsel, psikolojik bir türdür.

Hikâye kelimesinin gelenek, kadim ve tarihi değerine karşılık öykü kelimesinin de modern olanla yakın olduğunu vurgulamamız mümkündür. Öykünün modern olanla daha haşır neşir olduğunu, bir parçalanmışlığı bir azalmayı, bir küçülmeyi beraberinde getirdiğini ifade edebiliriz. Bu yönüyle de şiir sanatına yaklaşır öykü. Şiir, sözü azaltma girişimidir. Edebi manada sözü azaltırsanız şiire doğru yaklaşırsınız, çoğaltırsanız nesre doğru gidersiniz. Öykü, bu anlamda şiirle ortak paydada buluşabilmektedir.

Hikâyenin sosyolojik olanla irtibatlandırılabilmesine karşılık öykünün psikolojik olanla daha yakından irtibatlandırılabileceğini ifade edebiliriz.

Hikâye kültürü, Doğu’nun kimliğini akla getirdiği için cemaat kültürü dinlemeyi gerektirir. Dinlemek eylemi topluluğu gerektirir. Dinleme topluluğu, okuma bireyselliği gerektirir. İnsan koro halinde okuyamaz. Edebiyat dünyamızda tartışılır; Batılı insan neden çok okuyor da biz Doğlu insanlar okumuyoruz? Batılı da dinlemiyor. Yalnız kalan insanın okumaktan başka ne çaresi var?

Öykü nazarından bakarak kendi tarihimizi anlamamız mümkün değil, bizim hikâyemizle tarihimizi anlamamız gerekir.

Seni iyi anladım demek, hikâyeni biliyorum demektir.

Batı edebiyatının felsefeyle yaptığını biz hikâyeyle yaptık.

Her öykü, hikâyedir ama her hikaye öykü değildir.

Hikaye – öykü okuyan kişi arayış, sefer halindedir.

Normal insan bir dille konuşurken sanatçı üç dille konuşur.