İnsanları Olduğu Gibi Kabul Et’me!

“Herkesi olduğu gibi kabul edeceksin” derler, siz sinirliyken ve sinir katsayınız daha da artar.

Öyle ya, siz herkesi olduğu gibi kabul ederken herkes de aynı zahmete katlanıp sizi olduğunuz gibi niye kabul etmiyor?

İşin doğrusu “insanları olduğu gibi kabul etmek” değil; “birbirimizi olduğumuz gibi kabullenmek!”

facebook’evreni ] facebook sayfası ] twitter’evreni RSS abonelik

On Altıncı Yıl

En kolay şey bir insanın doğumunu yazmak, en uzunu ise ölümünü kaleme almak.

Ölüm, kimileri için kimi zaman zahmetli; kimileri için de çoğu zaman an’lık… Ancak ölümü yazmak, öleni yazmak çok daha fazla cümlelerle daha da kalabalık.

16 yıl önce Antalya Havalimanında gördüğüm gözlerin üç gün içinde tam da bugün kapanmıştı. Hiçbir şey söyleyemeden koca bir hasret üç günlük bir dört duvar arasına sıkıştırılmıştı. Ben, bir yeni lise öğrencisi olarak o günlerde hayat bizim için bir daha eskisi gibi olmayacak diye düşünmüştüm. Hayat, hiçbir zaman eskisi gibi olmadı; eski’den yana zaten pek de bir şey kalmadı. Düşmanlıklara dostluklar, acılara sevinçler, korkulara heyecanlar, dikenlere güller, bizlere yeni bizler eklene eklene koskoca 16 yıl geçti.

Bugün durduğum yerden sana baktığımda sendeki şairliğin zamanla bende ortaya çıkan yazarlığını, sendeki fotoğraf ve video merakının bendeki fotoğrafçılık yansımasını görmeye başlıyorum. Bir babanın genleriyle oğluna miras bıraktıklarından sonuncusunu da Yemek Yapma’ya yönelik duyduğum yeni heveste buluyorum. Bak bu sonuncusu seni güldürsün; bir gün senin gibi iyi yemek de yapabilmek için içten içe hazırlanıyorum ;)

facebook’evreni ] facebook sayfası ] twitter’evreni ] RSS abonelik

Ben AŞK’tan Yaratıldım!

“Sen siyahı seviyorsun ben beyazı; ben coşkudan hoşlanıyorum sen hüzünden hoşlanıyorsun.” dedin. Ne kadar da zıt olduğumuzu söyledin. Sen koşmayı seviyorsan ben yürümeyi seviyorum; ben fotoğrafı seviyorsam sen resmi seviyorsun. Oysa Sevgili, ben Seni Seviyorum ya, ne önemi var diğerlerinin.

Benim seni sevmemle, senin bütün dünyanı seveceğim diye bir gerçek mi var? Sen Evren’i sevdiysen, tüm kâinat sana hizmet edecek diye bir şart mı var? Her ilkbahar; beraberinde yeni bir aşk’la gelecek diye bir kural mı var? Biz ilkbaharda doğduk diye sonbaharda toprak olacağız diye değişmez bir SO’N mu var?

Ah Sevgili! Ruhumdaki depremleri durdurabilseydim, şu saat yolundaydım. Karşına çıkmaya yüreğim el verseydi; seni bulup geri dönmeye cesaretim hiç olmayacaktı. Benim korkum sana gelmekten değildi; senden dönmekten, kendime dönememekten yanaydı.

Evren, 3 harflik bir Aşk’tan yaratıldı, Aşk’tan ibaretti; 14 harflik sen ile 8 harflik şehirde alfabenin bütün aşklarını yaşamayı diledi.

facebook’evreni ] facebook sayfası ] twitter’evreni ] RSS abonelik

Mutluluk Kalsın, Ben Huzur’u Alayım

Geçen hafta Ebruların Sultanı ile bir akşam yemeğinde birlikteydik. O gün her ne kadar doğum günü de olsa son anda ayarlanan buluşmamızın bununla hiç ilgisi yoktu. Zaten ben onun doğum günü olduğunu aklımın ucundan bile geçirmemiştim.

Daha mühim bir mesele vardı. 2 yıllık bir ilişkinin ardından döktüğü göz yaşı. Kendisini bir anda yüz üstü bırakıp, alelacele bir başkasıyla evlenen bir sevgilinin yasını tuttuğu için ona çok kızmıştım. Babasını ve ablasını aynı trafik kazasında kaybeden, ölüm acısının üstüne mahkemelerle, tazminatlarla, hacizlerle ve hatta aile bireylerinin her birinin sorunlarıyla boğuşan ama eninde sonunda hepsinin üstesinden gelen biri, nasıl oluyordu da onu yüz üstü bırakıp giden bir insanla yerle yeksan olabiliyordu?

En büyük acıları yaşayıp hayata yeniden tutunmasını sağlayan İlahi varlığa adeta sırtını dönüp “ölmeyi” dilediğinde, onun çektiği bu acıya saygı duymadığımı dile getirmiştim. Birilerinin onu kendisine getirmesi gerekiyordu, o zehir benim dilimden dökülmüştü. Bir daha görüşmemiştik; ta ki o akşam yemeğine kadar…

O gün huzurluydu, ruhundaki sular durulmuştu. İçinde ufacık da olsa nefret zerreleri kalmıştı belki ama biz yine de kendimize ait Huzur’dan bahsettik. Sen beni mutlu edebilirsin, ben seni mutlu edebilirim ama Huzur bambaşka bir şey. O, ilahi bir duygu. İnsan ateşin içindeyken bile Allah isterse huzurlu olabilirdi. En sevdiğim şeyi bana verip beni bir anlığına mutlu etmek çok kolay. Peki ya gönlümdeki huzuru nasıl sağlayabileceksin? Onun anahtarı bence sadece Allah’ta; kalbimize huzuru sadece o koyabiliyor.

facebook’evreni ] facebook sayfası ] twitter’evreni ] RSS abonelik

Yalan Söylüyorum; Sana Ağlıyorum

Ben aslında yürümeye yeni başlayan bir çocuk gibiyim. Geçmiş yıllar, geçmişte kaldıysa ve alacağım nefes sayısını bilemiyorsam… kaç yaşında olduğumun ne önemi var ki?

Bir enkaza dönüştürülüp ardından kendini “kendinin” inşa etmeye çalışması ne zormuş. Zor’dan kastım, çektiğim ıstırap. Unutamadığım ve utandığım acılarım var, yaralarımı kanatmaya devam eden.

Babam ve Oğlum’u seyrederken ağladıysam kendime ağladım. Haberlerde enkazın üzerine kapanan çocuğu seyrederken yemek sofrasında döktüğüm göz yaşlarını da kendim için döktüm. Yazdığım her yazıyı kendime yazdım, çektiğim her fotoğrafı kendime çektim.

Bir gün sen orada olmayacaksın. Değiştireceksin gezindiğin sayfaları, kapatacaksın bilgisayarını, yumacaksın gözlerini. Saklayamadım çocukluk oyuncaklarımın hiçbirini belki ama okuduğun bütün bu yazıları dökeceğim kağıtlara.

Bu kez bir sözlüğün satır aralarında değil, kocaman bir kitabın arasında bulacak bir çocuk babasını. Ya bir çocuk babasını ama bir çocuk babasını…

Tanımadığın bir sesin, anlamadığın bir lisanını okurken şu cümlelerde, ben ağlıyorsam yalan söylüyorum; sana ağlıyorum.

facebook’evreni ] facebook sayfası ] twitter’evreni RSS abonelik

Taraftar

Bazen kayda geçmemesi veya buraya değil de kimsenin okumayacağı bir hatıra defterine yazılması gereken yaşanmışlıklar vardır. Bu, dün ve bugün yaşadıklarımla ilgili bir durum.

Geçen yıl hayran olduğum bir anne, dün hastaydı. Ahmet’in beklenmedik telefonu zaten beklenmedik bir durumun olduğunun işaretiydi. Dün ışığı ve yaşam enerjisiyle beni yine kendine hayran bırakan o anne bugün ameliyat oldu.

“Sevenlerinizi yanınıza toplamışsınız, ne kadar güzel” dedim; “Evet, taraftarlarım onlar benim” dedi. “Allah arttırsın” dedim, gülüştük.

Ameliyathaneye götürülürken görmedim; aslında bilinçli olarak görmedim. En çok, çok özlediğim arkadaşım Ahmet’i gördüm. Çiçeği burnunda nişanlısını gördüm. Çay içen, yemek yiyen, sigara içen insanları gördüm. Doktorları, doktor adaylarını, hem kız hem erkek hemşireleri gördüm. Tedirgin bakışları, dua mırıldanan ağızları, gergin yüzleri ve diğer tarafta da hayata bambaşka bakan dertsiz tasasız gibi duran yüzleri gördüm.

Sonra bir süre yalnız kaldım. Ahmet’in annesinin “Taraftarlarım” sözünü hatırladım. Babamı hatırladım. Futbol sevdalısı babamın son maçına yalnız çıkışını ve sadece son 3 dakikasını biz taraftarlarıyla geçirebildiğini hatırladım.

O son 3 dakikada sloganlar ve tezahüratlar yoktu. Babamın taraftarları olarak biz, bize içirilen birer hap yüzünden o son 3 dakikada sessiz tribünlerden ibarettik.

denize düşsem bu kadar boğulmazdım

ben hâlâ, beni o bıraktığın yerdeyim. aylar önce terk ettiğim, az önce de dönüp neyim var neyim yoksa toplayıp gittiğim halde ben hâlâ beni o bıraktığın yerdeyim. daha az önce sildim ruhumdaki kirleri; sildim benden sana bıraktığım her şeyi.

dünyanın bu kadar küçük olması, bazen canımı sıkıyor. Gitsem de gidemiyorum, uzaklaşmıyorum senden. senin var’olmadığın, görülmediğin, sesinin duyulmadığı, kokunun alınmadığı bir başka dünya daha yaratılmıyor.

ben cümlenin ögelerinden hep zamir’i sevmişimdir. seni, hayatımın zamiri yapmışımdır. gönlümde devrik cümleler… yüklemsiz nefes alırım da zamiri yoksa evrenin… ben, çok kalabalık ama yalnız bir dünyanın evreniyim.

her alışkanlığı bırakmışım da bir seni sevmeyi bırakamamışım. yaşımı başımı alsam da seni sevmeye devam ettikçe ben 30’unda olup 30’una küçük gelen küçücük bi’ adamım.

içimde itiraf edemediğim hüzünler var, itiraf etmeye cesaret ettiğim aşklar yüzünden. konuşsan, bu kadar susmazdım, koşsam bu kadar yorulmazdım; denize düşsem bu kadar boğulmazdım.