Geçen hafta Ebruların Sultanı ile bir akşam yemeğinde birlikteydik. O gün her ne kadar doğum günü de olsa son anda ayarlanan buluşmamızın bununla hiç ilgisi yoktu. Zaten ben onun doğum günü olduğunu aklımın ucundan bile geçirmemiştim.
Daha mühim bir mesele vardı. 2 yıllık bir ilişkinin ardından döktüğü göz yaşı. Kendisini bir anda yüz üstü bırakıp, alelacele bir başkasıyla evlenen bir sevgilinin yasını tuttuğu için ona çok kızmıştım. Babasını ve ablasını aynı trafik kazasında kaybeden, ölüm acısının üstüne mahkemelerle, tazminatlarla, hacizlerle ve hatta aile bireylerinin her birinin sorunlarıyla boğuşan ama eninde sonunda hepsinin üstesinden gelen biri, nasıl oluyordu da onu yüz üstü bırakıp giden bir insanla yerle yeksan olabiliyordu?
En büyük acıları yaşayıp hayata yeniden tutunmasını sağlayan İlahi varlığa adeta sırtını dönüp “ölmeyi” dilediğinde, onun çektiği bu acıya saygı duymadığımı dile getirmiştim. Birilerinin onu kendisine getirmesi gerekiyordu, o zehir benim dilimden dökülmüştü. Bir daha görüşmemiştik; ta ki o akşam yemeğine kadar…
O gün huzurluydu, ruhundaki sular durulmuştu. İçinde ufacık da olsa nefret zerreleri kalmıştı belki ama biz yine de kendimize ait Huzur’dan bahsettik. Sen beni mutlu edebilirsin, ben seni mutlu edebilirim ama Huzur bambaşka bir şey. O, ilahi bir duygu. İnsan ateşin içindeyken bile Allah isterse huzurlu olabilirdi. En sevdiğim şeyi bana verip beni bir anlığına mutlu etmek çok kolay. Peki ya gönlümdeki huzuru nasıl sağlayabileceksin? Onun anahtarı bence sadece Allah’ta; kalbimize huzuru sadece o koyabiliyor.
facebook’evreni ] facebook sayfası ] twitter’evreni ] RSS abonelik
e-vren günlüğü sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.
Huzuru aramayı bilmek gerek. Arayan da buluyor neticede :)