Blog Yazarı Olmanın Dayanılmaz Cefası :)

Sabaha kadar bilgisayar başında, akşama kadar yatakta kıç büyüt sen! Akranlarının kendi boylarında çocukları oldu, sen öğleye kadar yat uyu!
Zzzzz..
-Bak hiç duyuyor mu!
-Zzzzz…
-Kime söylüyorum ben!
Anne ben bir blog yazarıyım, alış artık.
-Aman, blok yazarısın da bir faydası mı var sanki?
Blok değil, blog… Oğlun kaç yıldır ünlü bir blog yazarı ve sen hala blok ile blogu birbirine karıştırıyorsun :(
-Oğlum, ben seni 4 yıl edebiyat öğretmeni olasın diye okuttum; blokcu ol diye değil!
Ha pışşş ha pışşş…
-Naciye yengen dün blokuna girmiş, sabah aradı.
Ha pışşş ha pışşş..
-Boy boy fotoğraflarını koymuşsun yine internete gözü kör olmayasıca!
Boy boy değil, genelde yüz…
-Naciye yengen onu da söyledi. Biraz uzaktan çeksin, kafası kocaman çıkıyor dedi.
Naciye yengeme ne! Hem Naciye yenge de kim?
-Hani oğlum, arada bir yazılarına Anthony diye yorum yapan var ya…
Pes! Anthony, Naciye yenge mi?
-Pes denmez anneye! Kadıncağız napsın oğlum, kızına düşünüyor seni. O yüzd…
Ne kızı, ne alaka yahu!
-Aaaaah ah… Kız değil, Eyfel kulesi maşşşallah! O da arada yorum bırakıyor sana Roberto rumuzuyla :)
Yuh! Pes ediyorum, sen kazandın. kalkıyorum :(

Hazır geçen pazar söz kurdelesinden kısa bir parça kesilmişken bir internet yazarının en büyük sıkıntılarından birinin “evlilik” ihtimali olduğuna değinmekte fayda var :) Beni blogumla beraber kabul edebilecek bir eş adayı var mıdır bilinmez. Ama emin olduğum bir şey varsa kayınpeder adayının internette göreceği boy boy (!) fotoğraflarıma vereceği tepki :) “Hasan amca, senin damat internette mankenlik mi yapıyormuş ne!” gibisinden eş-dost dedikodularının ardı arkasının kesilmeyeceği kesin. Diğer ikincil bir sıkıntı da bilgisayar başında geçirilen vakit. Evin tek oğlu olmasam da şu an için tek blog yazarıyım :) 4 yıllık serüven içinde benim ufaklıklar heves edip de blog tutmaya girişmediler. Çekirdek ailemizde 3 blogger düşünemiyorum :) Bir de bilgisayar başında geçirilecek vakitten doğacak sıkıntıları… Böyleyken bile :) Safiye Sultan arada serzenişte bulunmuyor değil, bilgisayar başında “hareketsiz çok fazla oturuyor” olmamdan yana. Bir de yazılarımın içeriği konusunda tembihlerde bulunuyor arada bir. Geçen yıllarda köye gittiğimizde akrabalardan birinin beni internetten takip ettiğini söylemesi de Safiye Sultan’ın hala övünerek anlattığı konulardan biri :)

Blog bir sanattır, blogger bir sanatçı! e-vren günlüğü, bu konuda biraz inatçı :)


e-vren günlüğü sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

One Comment

  1. Demek kii neymişşş? Anneler hep aynıymışşş..
    Benim annem de resimlerime boş beleş gözüyle bakıyor hep :(
    İlk temizlikte, evde benim tarafımdan yapılmış ne resmi varsa onların hepsi yukarıdaki çatıya istif ediliyor. Onlara böyle karalanmış kağıtlar, yakılacak artıklar gözüyle bakıyor.
    Bu devirde sanatçı olmak zor :D Anan bile anlamıyor ” tükürürüm böyle sanata diyor” .
    Geçenlerde Cem Yılmaz’ın anlattığı bir konu benim aklıma çizilmesi pek hoş bir resim fikri getirdi.Cem Yılmaz bir orkestra şefi olmuştu hani , hatırlarsıız belki tam orda ” Çello ile onu çalan arasındaki ilişki çok fenadir” gibi bir laf etti. Benim aklıma , çello çalan uzun bacaklı , güzel bir bir kadının çello görüntüsü belirdi hemen.Yaptım, durur muyum hiç.Sabaha resmi gören annem direk” Niye böyle ahlaksız resimler yapıyorsun” dedi.
    ”İyide annecim bu çello , arp gibi yanına oturulup da çalınamıyor ki, elbette ki bacaklarının arasına alcak , ”dedim.

    ”O zaman arp çalan birini çizseydin ” dedi ;D
    Zaten şu resmi bıraksaydın, adam akıllı bir bölüm kazanırdın diyor :( (adam akıllı bölüm= Tıp, eczacılık olmadı olmadı Diş hekimliği gerisi kurtarmıyor :D)

    Desin, kim ne derse desin,isterse dünya ayağa kalksın bu yanlış desin.. Bu konuda bana, benim fikrim egemen.

    Saygılar!!

Bu yazıya katkı sunun