
Sultanahmet Camiinin içindeki muhteşem sütunlar
İlk defa İstanbul’a gelen yeğenim Hüseyin‘e çok merak ettiği İstanbul’u gezdirmek için 3 günümüz vardı. 4 Mart Cumartesi günü öğleye doğru Sultanahmet Meydanında buluşarak başladığımız İstanbul yolcuğumuz 7 Mart Salı günü öğlen Atatürk Havalimanında sona erdi. Bu kısa İstanbul seyahatimizin sonunda, Hüseyin’i hiçbir AVM’nin kapısının önünden bile geçirmeden görmek istediği yerilerin büyük çoğuna onu götürebildiğim için içim rahattı.
Blogumu eskiden beri takip edenler, Hüss‘e aşinadır. Hüss olduğu yılları geride bırakıp şimdilerde delikanlı çağlarının ilk demlerini yaşayan Hüseyin, benim üç numaralı ama ‘ilk göz ağrım’ dediğim yeğenimdir. Abim, bir etkinliğe katılmak için günübirlik İstanbul’a gelecekti ve yanında Hüseyin’i de getirecekti. Hüseyin’in sabah geleceği İstanbul’dan akşam dönmesine gönlüm razı olmadı. Epeydir, yıllık izin kullanıp Aydın’a gitmeyi istiyordum. Hüseyin gelmişken birkaç gün beraber İstanbul’u dolaşalım sonrasında da onunla birlikte Aydın’a dönüp annemi göreyim dedim. Ayrıca doğduğu ilk günlerden beri her anına, hayatındaki çoğu ilklere tanıklık ettiğim Hüseyin’in ilk İstanbul seyahatine de tanıklık etmek istedim.
Sultanahmet Camii
Abim ve Hüseyin’i cumartesi günü Sultanahmet Meydanında karşıladım. Orada biraz hasret giderip sohbet ettikten sonra Sultanahmet Camiine girdik. Bir süre namaz kılınan yerde sessizce oturup camiyi inceleyen kalabalığı, halıların üzerinde özgürce koşan çocukları seyrettik. Çocuklar halıların üstüne atlayıp öyle büyük bir keyifle yatıyordu ki evlerinde hiç halı olmadığını veya çok küçük odalarda büyüdüklerini düşündüm. Sürekli özçekim yapan veya birbirinin fotoğrafını çeken yerli – yabancı turistleri görünce de onları videoya çekip kolajlamayı düşündüm. Camide herkesin (ve bizim de) derdimiz fotoğraf çekmekti. Acayip bir görüntüydü. O mekanın ruhunu, atmosferini durup hissetmeye kimsenin vakti yoktu. Hepimiz en iyi fotoğrafı çekip bir an evvel sosyal medyada paylaşmanın telaşı içindeydik.
Canım abimle, Çemberlitaş
Sultanahmet’ten Çemberlitaş‘a kadar yürüyüp o civara gelince her zaman yemek yediğim makarnacıya oturduk. Makarnacı diyorum çünkü hem adını bilmiyorum hem de orayı ilk keşfettiğimde birçok makarna çeşidiyle hafızamda yer etmişti. Oysa Çemberlitaş’ın hemen dibindeki bu şirin mekanda makarnanın yanında sulu yemekleri bulmanız da mümkün. Karnımızı doyurup çaylarımızı içtikten sonra tramvayla Fındıkzade’ye geçtik. Oradan Akdeniz Caddesine yürüdük. Abimlere İstanbul’a ilk çalışmaya geldiğim yeri gösterdim. Sonra Fatih Camiine çıktık. Restorasyon çalışmaları sebebiyle Fatih Sultan Mehmet’in türbesini ziyaret edemedik. Fatih Camiinin içini de gördükten sonra o çok sevdiğim avlusunda oturup güneşin tadını çıkardık. Cami avlusu girişindeki çaycıda da çay içmeyi ihmal etmedik.
Fatih Camii
Daha sonra tekrar Vatan Caddesine yürüyüp Merkezfendi‘ye geçtik. Ben de ilk defa Merkezfendi’ye gittim ve orada Zeytinburnu Belediyesinin işlettiği Nağmedâr isimli mekanı keşfettik. Asıl adı Merkezefendi Dârulkurrâsı olan bu yerde çaylar, görevli biri tarafından ücretsiz dağıtılıyor. Sürekli ney ses duyuyorsunuz. Ayrıca cumartesi – pazar günleri de 15.00 – 16.00 saatleri arası canlı ney dinletisiyle mekan bambaşka bir havaya bürünüyor. Biz yarım saat farkla ney dinletisini kaçırdık ama burayı bir kez daha hususi olarak ziyaret etmeyi çok istiyorum. Nağmedâr’ın instagramda bir videosunu paylaştım.
Akşamki etkinliğe katılıp Aydın’a dönecek olan abimle burada vedalaşıp Hüseyin’le Merkezefendi’nin ara sokaklarında keşfe çıktık. Akşam olmak üzereydi, metrobüs veya tramvaya ulaşacaktık ama surların arasında kaybolmak da tercihimizdi. Bir antikacı dükkanına girdik; özellikle saatleri inceledim. Dükkan sahibi yaşlı amca hoş sohbet biriydi. Üstü tozlanmış kutuları açıp bir sürü pahalı saatler gösterdi. Antikacı dükkanı olduğu için satılmak için getirilen hiçbir şeyi geri çevirmediklerini söyledi, şaşırdım. Yan dükkanın da onların olduğunu ve orada da çok fazla eşyanın bulunduğunu anlattı. Aklımda bu amcayla ileride bir söyleşi yapma fikri doğdu. Bugüne kadar kendisiyle bir gazetecinin veya herhangi birinin söyleşi yapıp yapmadığını sordum; “ne gerek var?” dedi. Ya bunu işinin söyleşi yapılacak kadar kıymetli olmadığına inandığı için ya da yeni müşteriler, yeni kazançlar anlamında söyleşi gibi şeylerin kendisine bir şey kazandırmayacağını düşündüğü için böyle söyledi. Belki kendisini tekrar ziyaret edersem niçin böyle dediğini öğrenebilirim.
Hüseyin’in ilk metrobüs deneyiminden hatıramız ;)
Hüseyin, ilk günün sonunda İstanbul’u çok beğendiğini “İstanbul cennet” sözleriyle yineledi durdu. İnsanların kalabalığından, trafikten, karmaşadan Aydın’a dönene kadar da hiç şikayet etmedi. Tek şikayeti insanların İstanbul’un kıymetini bilmedikleri yönündeydi.
Söz trafikten, kalabalıktan açılmışken Hüseyin’in metrobüsten Marmaray’a, tramvaydan vapıra kadar İstanbul’daki bütün toplu taşıma araçlarına bindiği bilgisini de paylaşayım. En güzel tarafıysa çoğunlukla oturacak yer bularak normal zamanlarda benim için hayal olan bir konforu da 3 gün boyunca yaşadı. İstiklal Caddesinin yenilenmesi sebebiyle nostaljik tramvay çalışmadığından dolayı Hüseyin, İstanbul’un simgelerinden bu tramvaya ne binebildi ne de onun önünde fotoğraf çektirebildi. Bir de aklımda onu fünikülere bindirmek vardı ama güzergahlarımıza uymadığı için onu da gösteremedim.
Kadıköy boğa heykeli
Sert bir kışın ardından İstanbul yaz günleri aratmayan bir pazar günüyle bizi ağırladı. Hüseyin’in istanbul’daki ikinci gününde ilk durağımız Kadıköy‘dü. Metrobüsle karşıya geçip Söğütlüçeşme’deki son duraktan Kadıköy’deki boğa heykeline yürüdük. Ama öncesinde Fenerbahçe Stadyumunun yakına kadar gidip Hüseyin’in orada fotoğrafını çektim. Bir Galatasaraylı olarak Türk Telekom Arena’ya gidemese de Hüseyin, Fenerbahçe stadını es geçmek istemedi. Beşiktaş’a vaktimi yetseydi Vodafone Arena’ya götürmeyi planlıyordum ama rotamız o tarafa hiç yönelmedi.
Haydarpaşa Tren Garı
Boğa heykelinden Kadıköy sahile inip Haydarpaşa Tren Garına yürüdük. Oturup en çok vakit geçirdiğimiz noktalardan biri oldu. Restorasyon çalışmalarının devam ettiği Haydarpaşa, gerçekten çok sakin ve huzur dolu. Hüseyin’le burada güzel fotoğraflar çektik, geçen vapurları uzun uzun seyrettik. Sonrasında Üsküdar’a doğru bir süre yürüdük. Haydarpaşa’dan Üsküdar Çiçekçi durağına kadar yürürken büyük keyif aldım. Tarihi yapıların ve yeşilliklerin arasında yürümeye doyamadım. Bir daha Haydarpaşa’ya gelirsem artık Üsküdar’a kadar yürümeye karar verdim. Haydarpaşa’dan 1 fotoğrağ ve 1 video daha var.
Ali Rıza ile Üsküdar sahil hatırası
Otobüsler Üsküdar sahile indiğimizde akşam olmak üzereydi. Hava daha fazla kararmadan Kız Kulesine ulaşıp sonra vapurla karşıya geçmeyi planlıyorduk. Yolda Ali Rıza ve ailesiyle karşılaştık. Böyle durumlarda ne İstanbul’un ne de dünyanın büyük olduğuna inanıyorum ;) Bugüne kadar öyle garip yerlerde öyle tanıdıklarla karşılaştım ki İstanbul’un büyük olduğu fikrinin artık bende bir karşılığı yok. Kız Kulesinden 1 fotoğraf daha var.
Hüseyin, Marmaray’a ilk kez bindi.
Hüseyin’i Kız Kulesinin muhteşem manzarasıyla buluşturduktan sonra karnımızı doyurup Marmaray’a adım attık. Marmaray’dan metrobüse geçmek için bindiğimiz otobüs (numarasını hatırlamıyorum) neredeyse bir saat bütün Zeytinburnu’nu dolaşıp bizi Zeytinburnu metrobüs durağına ulaştırdı. Vapur keyfini de ertesi güne bırakıp kendimizi eve attık.
Yazdıkça aklıma geliyor, Hüseyin’i götürmeyi isteyip de vakitsizlikten götüremediğim yerler. Türk Telekom Arena haricinde Hüseyin’in görmek istediği her yere gittik. Ona söylemediğim ama aklımda olan MiniaTürk’e de vaktimiz yetmediği için gidemedik. Her iki yere de inşallah Hüseyin’in bir sonraki seyahatinde gideriz. Üçüncü günün ilk durağı Gülhane Parkındaki Ahmet Hamdi Tanpınar Müze Kütüphanesiydi. Oysa Orhan Kemal Kütüphanesi, Atatürk Kitaplığı ve Salt Araştırmayı da göstermeyi çok istiyordum.
Topkapı Sarayı
Tanpınar Müze Kütüphanesinden sonra Gülhane Parkının içinden Topkapı Sarayına doğru yol aldık. Topkapı Sarayına öğrencilerin girişleri “öğrenci kimliklerini göstermeleri halinde” ücretsiz. Yetişkinler ise 40 TL ödüyor. Sadece Topkapı Sarayına giriş için 40 TL ödeyeceğime uzun zamandır almayı ertelediğim Müze Kartı bu bahaneyle alayım deyip gişeden 50 TL karşılığında Müze Kart Plus çıkarttım. İsterseniz yine 40 TL karşılığında normal Müze Kart çıkartıp istediğiniz müzeye 1 yıl boyunca ücretsiz girebiliyorsunuz.
Topkapı Sarayı
Topkapı Sarayında birkaç saat geçirdik. Kesinlikle bugüne kadar İstanbul’da geçirdiğim en etkileyici zaman dilimiydi. Topkapı Sarayının ihtişamı, bahçesinin huzuru, manzarasının muhteşemliği beni çok etkiledi. Günlerden pazartesi olması da daha rahat bir deneyim geçirmemizi sağladı. Hafta sonu bu mekanın ruhunu kalabalıktan dolayı yaşamak pek mümkün değildir diye tahmin ediyorum. Aslında bunu bütün bir gün düşündüm; pazar günü ile pazartesi günü arasında İstanbul’u dolaşırken büyük bir fark var. Mümkünse pazarları evden çıkmamak ve hafta içi İstanbul’u yaşamak daha mantıklı; onu anladım. Topkapı Sarayından bir fotoğraf, bir fotoğraf ve bir video daha var.
Hüseyin’le vapur sefası
Topkapı Sarayı Hüseyin’e de bana da çok iyi gelmişti. Tramvayla Karaköy’e geçip yemek yedikten sonra Hüseyin’in merakla beklediği vapur keyfine sıra gelmişti. Karaköy iskelesinden Kadıköy vapuruna bindiğimizde hava hâlâ aydınlıktı. Pazar günkü gibi sıcak değildi ama rüzgara aldırmadan sıcak saleplerimizle vapurun üst katında manzaranın tadını çıkardık. Bu keyif tek seferde çıkmaz, tekrarı şart deyip aynı vapura tekrar binip Karaköy’e döndük. Vapurdaki salep o kadar lezzetliydi ki birer bardak daha içtik. Gelirken dün gezdiğimiz Topkapı Sarayını selamlarken dönüşte Haydarpaşa Tren Garına ve Kız Kulesine el salladık. Vapurdan Kız Kulesinin nazlı nazlı süzüldüğü bir videosunu çektim.
Galata Kulesinden kuş bakışı
Karaköy’e tekrar ayak bastığımızda hava kararmak üzereydi; Galata Kulesine doğru yürüdük. Hüseyin, Galata Kulesini karşısında görünce büyüklüğü karşısında şaşkına döndü. Yukarı çıkıp balkonundan İstanbul’u seyretmekse çok daha etkileyiciydi. Artık hava kararmış ve İstanbul ışıl ışıl bir hal almıştı. Hüseyin burada uzun süre şehre dalıp gitti. O an çok duygulandım. Aynısını Haydarpaşa’da denize karşı oturduğunda da yaşamıştı. Aklından neler geçirdi, ne hayaller kurdu bilmiyorum. Ama hayatındaki birçok ilkine şahitlik ettiğim Hüseyin’in istanbul’a dair ilklerinde de yanında olduğum için mutluydum. Galata’nın metrelerce yüksekliğinden İstanbul’a bakarken burasının ne kadar güzel bir şehir olduğunu tekrar dile getirdi; burada yaşamayı çok istediğini söyledi.
İstiklal Caddesi
Galata’dan İstiklal Caddesine doğru yol aldık. Kulağımız sokak müzisyenlerine, gözümüz kavga edenlere takıldı. Hüseyin haşlanmış mısır yerken ona Atlas Pasajını ve Mehmet Akif Ersoy’un vefat ettiği Mısır Apartmanını gösterdim. Taksim Meydanındaki Özgürlük Anıtına vardıktan sonra bir süre metro girişinde oturup meydandaki kalabalığı seyrettik. Hüseyin, İstanbul gezisinin üçüncü gününün sonunda bu muhteşem şehrin merkezindeydi. Otobüsle Cevizlibağ’a oradan da metrobüsle eve geçtik.
Hüseyin ilk defa uçağa binmek üzere
Salı sabahı kahvaltımızı yapıp havalimanına doğru yola çıktık. Hüseyin üç günün sonunda annesine ben de aylar sonra endi anneme kavuşacak olmanın heyecanı içindeydik. Ama daha da heyecanlı bir durum Hüseyin’in hayatında ilk defa uçağa binecek olmasıydı. Koltuğunu da özellikle pencere kenarından seçtim. Havalimanı güvenlik kontrollerinden geçip uçağa bineceğimiz kapıya yöneldiğimizde mahalleden komşumuz Berker ve ailesiyle karşılaştık. Günlerce birbirimize çok yakın yerlerde olmamıza rağmen İstanbul’da karşılaşmamış ama dönüş yolunda aynı uçakta yolumuz kesişmişti. Sağ salim uçaktan İzmir’e inip servisle Aydın’a geçerken de Berker’le sohbet etmeye devam ettik. Hüseyin’e İstanbul’da kaldığı süre boyunca gittikleri AVM’leri ve oradaki aktivitelerini anlattı Berker. Yazının başında Hüseyin’i hiçbir AVM’ye götürmediğim için mutlu olduğumu belirtmiştim; Berker’i dinlerken “Acaba Hüseyin de oraları görmek ister miydi?” diye düşünmeden edemedim. Hüseyin’in Berker’e şu sorusu ise içime su serpti: Peki İstanbul’da hangi tarihi yerleri gördün?
İzmir’e inişimizle İstanbul maceramız şimdilik noktalandı.
Hem benim hem de Hüseyin için bir ilk olan bu İstanbul deneyimini ne kadar yazsam yine de eksik kalır. Hüseyin’in iç dünyasında yaşananlar biraz daha büyüdüğünde anılarına dair anlatacakları sözlerde gizli. Onun ilk İstanbul ziyaretine ve uçak yolculuğuna refakat etmek benim için çok özeldi. Yolculuğun Aydın ayağında yaşananları yazıyı daha fazla uzatmamak için başka bir güne bırakıyorum.