Bu satırları, İstanbul’un merkezi İstiklal Caddesi’ndeki bombalı saldırıdan birkaç saat sonra yazıyorum. Üstelik yine birkaç saat önce, yürüttüğüm internet projesinin birinci yıl dönümü için Periscope yayınıyla Taksim’de olacaktık.
“Coğrafya kaderdir” der İbn-i Haldun. Konar göçer yaşayan atalarımız, dağları aşıp en nihayet Anadolu topraklarını kendilerine yurt edinirken bu toprakların böylesine jeopolitik bir öneminin olduğunu, kurtlar sofrasında oturan herkesin bu topraklar için hain planlar kuracaklarını ve türlü oyunlarla bu denli kan dökeceklerini elbette tahmin etmemişlerdir.
20 Kasım 2003 tarihinde bomba yüklü kamyonetlerle önce Beyoğlu’ndaki Birleşik Krallık Konsolosluğu‘na ardından da Beşiktaş’taki HSBC Genel Merkezi binasına yapılan iki terör saldırısını Aydın’da televizyon karşısında seyrettiğimde gördüklerim hâlâ hafızamdadır ve duyduğum dehşeti unutabilmiş değilim. Çocukluğumdan beri de özellikle Doğu’dan gelen terör çatışmaları ve askerimizin polisimizin şehit haberleriyle büyüdüm. Çoğumuz için hâlâ televizyondan seyrettiğimiz bir haberden ibaret olsa da terör ne yazık ki yanı başımızda. Aydın’da bir dönem bana ağabeylik yapan Jandarma Astsubay Başçavuş Mehmet Çapar‘ın Eylül 2012’de Muş’un Hasköy İlçesi Karakütük Köyü’nde şehit edilmesiyle ilk defa terörün kanlı ellerini omuzlarımda hissetmiştim.
O terör dağdan ve sınır boylarından şehrin merkezine, halkın içine girince -insanlar terörle böylesine yüzleşince- psikolojik tesiri çok daha farklı oluyor.
İşime gitmek için her sabah metrodan Taksim Meydanı’na çıkınca karşılaştığım hazırda bekletilen 2 ambulans, polis yelekli güvenlik güçleri ve havada tur atan polis helikopteri üzgünüm ki paranoyaklaşan zihnime “güvende olduğum”u bir türlü kabul ettiremiyordu. Aksine az sonra bir patlama olacak, birazdan beklenmedik bir durum yaşanacak gibi düşüncelere kapıldığım bir dönemde yaşıyorum ve dikkatimi veremediğim için de bir süredir işe gidip gelirken kitap okuyamaz oldum. Ve bütün bu sürecin üstüne bugün İstiklal Caddesi’ndeki canlı bomba dehşeti.
Terör riski bu derece artmışken ve güvenlik önlemleri gözümüzün önünde cereyan ederken sağlıklı bir ruh haliyle işe gidip gelmek ne kadar mümkün? Hele ki İstanbul gibi bir şehirde yaşıyorken ve milyonlarca kalabalıkla her gün aynı güzergahta yol alıyorken. İşe gitmemenin ve evden çıkmamanın çözüm olmadığı da aşikâr. Ülkede yaşananları yok saymak çözüm değil. Sosyal hayatı durdurmak da birilerinin amaçlarına ulaşmasını sağlıyor.
Geleceğimiz adına hiçbir zaman ümitsiz olmadım; bu ülkenin yarınlarının aydınlık olduğuna -inadına- inanmaya devam ediyorum. Fakat son zamanlarda üzerimdeki bu endişeli hissiyattan da bir şekilde kurtulmam gerekiyor.
Evren’i Sosyal Ağlarda Takip E+