80’li yılların sonu. Çocukken ne olacağımı sorduklarında astronot olmak istediğimi söylerdim. Türkiye, 80 ihtilalinin açtığı yaraları yeni yeni sarıyordu. İlk özel televizyon henüz yok. Üstelik NASA, Ay’a en son 1972’de astronot göndermiş. Bense kalkmış astronot olacağım diyorum. İlk Türk astronot anca Ocak 2024’te çıkabiliyor uzaya. Neyse ki Ay’a değil. Ay’a giden ilk Türk astronot ünvanı, adı Evren olan birine daha çok yakışmaz mı, yakışır. Bakalım, kısmet.
İlkokul sıralarındayken kameraman olmaya merak saldım. Sonra, ortaokuldaki Türkçe dersinde kompozisyon ödevimi okurken gözyaşlarıyla “ben Türkçe öğretmeni olmak” dediğimi hatırlıyorum. Ne keskin dönüşler!
Lisedeyse gazeteci olma hayali kurdum. O dönem lise, üç yıldı; göz açıp kapayıncaya kadar üniversite sınavı kapıya dayandı. İlgi duyduğum alanı değil de aldığım puanın yettiği bölümü seçmem gerektiği gerçeğiyle yüzleştim. İletişim fakültelerine puanım yetmiyordu. Yıllar önce Türkçe öğretmeni olmayı istememe rağmen ortaokulda değil lisede öğretmen olmayı daha cazip bulmaya başladığım için tercihlerimin neredeyse tamamını Türk Dili ve Edebiyatı Bölümleriyle doldurdum.
Edebiyat bölümünü kazanıp büyük bir heyecanla okumaya başlayınca sanki hep üniversite sınırları içinde yaşarsam mutlu olacağımı düşündüm. Artık mezun olunca öğretmen olmayı istemiyordum. Üniversitede kalıp akademik kariyer yapmalıydım.
Tezli yüksek lisansı kazandım, hayalim Yeni Türk Edebiyatıydı. Kendimi tezsiz yüksek lisansa kaydolurken buldum. Mezun olduğum üniversitenin eğitim fakültesinde, bir yıl sürecek öğretmenlik formasyonuna başlamıştım.
Hayatımda pek çok dönüm noktası oldu. Bu, onlardan en keskini olabilir. Hayat, çoğu zaman tercihlerimizle ilerliyor. Ama bazen de sahip olamadıklarımız veya eksikliklerle şekilleniyor. Her bir paragrafın, kendi içinde derin sebepleri var. Belki birgün her birini tek tek ele alıp dramatik hikâyeleriyle yazarım.

