Site icon e-vren günlüğü

Size Haftasonu “Abi” Diyebilir miyiz?

Öğretmenlik deneyiminin ikinci haftasını da sağlığım biraz düzelmiş şekilde geride bıraktım. Öğrencilerimin objektifinden yansıyan ilk fotoğrafımı da paylaşmak istedim. Fotoğraf, bugüne kadar hiçbir öğretmenimle fotoğraf çekilmedim diyen bir öğrencim tarafımdan çekildi. Elimden geldiğince babil kulesinden indirmeye çalışıyorum “öğretmenliği”. Her ne kadar Cuma günü hocam, siz çok hümanistsiniz, tanıdığınız serbestlik döner dolaşır sonunda bize girerdiye eleştirilsem de ben doğru bildiğimden taviz vermemeye özen gösteriyorum.Ücretli öğretmen, nasıl olsa gideceğim mantığıyla dersini işler inancına inat, bu gençler için daha neler yapabilirim diye düşünüp duruyorum. Ne tuhaf; bir taraftan kendi hayatımın “garantisini” sağlamaya çalışıyorum diğer taraftan öğrencileriminkini. Her iki taraf da ne yazık ki henüz kaygan bir zemin üzerinde.

Hiç üniversite görmemiş, Aydın’daki üniversiteye bile çıkmamış öğrencilerle üniversitede bir derse girecek, kampüsü gezeceğiz. Sinemeya hiç gitmemiş olanlarla sinemada ilk filmi seyredeceğiz. Fotoğraf sanatı üzerinde kafa yoracak, drama çalışmaları yapacak, birlikte öğle yemekleri yiyecek, derteleşecek, gülüp eğleneceğiz. Bunlar benim listemde gerçekleştirmek üzere söz verdiğim etkinlikler. Haftasonları için etkinlik yaparken belki yaşımın gençliğinden belki de abi-kardeş iletişimi kurmaya çalıştığımdan dolayı bazı öğrencilerhaftasonları size abi desek olur mu? diye soruyorlar.Hayır! Saygısızlık etme! desem faydası var mı? Çünkü ben askerdeyken benden küçük olan teğmen ve üsteğmenle askerden sonra karşılaşsam kendilerine isimleriyle hitap etmeyi isterdim hep :)

Dersin haricinde, derslerde sorguladığımız çok tabu var. 11. sınıflarlakitap okuma atölyelerine başladık ve bu hafta ikincisini de gerçekleştirdik. Öğrenciye şu kitabı okuyacaksın, bu kitabı özetleyeceksin, her gün şu kadar sayfa kitap okuyacaksın direktifini vermek kolay da kitap okumayı sevmeyen, kitaba ilgi duymayan, okumaya vakit bulamayan öğrencinin bu sorunlarını açığa çıkarmak ve bunlara hep beraber çözüm üretmek zor. Zor değil aslında, üşeniyor muyuz ne! Biz üşenmedik, açık açık kitap zararlıdırdedik; çünkü’lerini sıraladık; yararlarını söyleyip birbirimizi çürüttük; kitabı neden sevmediğimizi dile getirip, vakit bulamama sebeplerimizde ne kadar samimi ve dürüst olduğumuzu sorguladık.

Öğretmen ve arkadaş dedikodusunun, şikayetçiliğin, bireysel davranmanın yasak olduğu derslerimde sınırsız özgürlükleri olduğunun bilincinde olan öğrencilerimle henüz yolun başındayken ikinci haftanın sonunda bana akıl verilmeye kalkılması hoşuma gitmemişti. Cuma’yı Cumartesi’ye bağlayan gece sürekli düşündüm: Dayağa karşıyken öğretmen olup “ama Evrencim, illaki hak ediyorlar” diyen pek çok arkadaşımın bu değişimleri benim de başıma gelecek mi? Ben de bu “akıl vermeler ve müdahaleler” karşısında onlar gibi olmak zorunda mı kalacağım.

Bir öğretmen olarak haddimizi bilmez, mesafeyi ve sınırı (korkutma, tehdit yolunu denemeden) doğru bir şekilde ayarlarsak herhangi bir sorun yaşayacağımızı zannetmiyorum. Öğretmen olmadan, öğretmen kesiliyormuşum gibi bir hava yansıyorsa eğer şunu da belirtmeden edemeyeceğim: Bir yumurtanın taze olup olmadığnı anlamak için ille de o yumurtayı yumurtlayan tavuk olmaya gerek yok. Benim en önemli yol gösterici kaynağım, kendi öğrencilik tecrübelerim oluyor. Bir öğrenciye hayvan diye hakaret eder ve böylece “saygısızlığın” kapısını aralarsanız, sensin hayvan şeklindeki geri dönüşe hazırlıklı olmak zorunda kalırsınız.

Exit mobile version