Çok nadir “soluk araları”ndan biri… Dolaşmadığım kitapçı, incelemediğim kitap bırakmadım. Felsefeden medya-iletişime kadar pek çok kitapta gözüm kaldı, isimlerini not ettim şimdilik. Kitap-lık elimde en sevdiğim şeyi yaptım. Hayatımın edebiyat dergisiyle başbaşa denize karşı yine sohbet ettim görünürde ama ben kendimle bir başımaydın aslında. Kitap-lık sadece bir bahane, Evren’i “evren”le başbaşa bırakmaya yarayan bir dosttu. O da bunun farkındaydı ki bana altmış üçüncü sayfasında John Donne’nin şu dizelerini fısıldadı:
Hiç kimse bir ADA,
Kendi başına bir bütün değildir;
Her insan KITA’nın bir parçası
BÜTÜN’ün bir bölüğüdür
El işaretleriyle konuşan dilsiz iki sevgiliye takıldı gözlerim önce saat kulesinin orada. Sonra üst geçitte kağıt mendil satan ama bir yandan da ders kitabındaki soruların cevaplarını defterine geçiren çocuğu fark ettim. Ne yanından geçip giden kalabalık umurundaydı, ne de önünde satılmayı bekleyen kağıt mendiller…. O an tek umursadığı önündeki dersiydi. Aydın’a dönüşte yanım boş diye bana misafir olan küçük Semih de öyle… Çok kibar çocuktu, kibar da konuşuyordu. Bana altıncı sınıfa gittiğini, Antalya Kaş’ta yaşadığını ve Türkçe dersini çok sevdiğini anlattı tane tane… “Liseye geldiğinde senin edebiyat öğretmenin olurum belki” dedim; “tamam” dedi.
Onca kalabalık şehirden döndüm toprağıma. Gördüm: Ne çok kalabalığım…