Uzun soluklu bir filmdi. Sonu tahmin edilemedi. Perdeyi kaldırdığı zaman sevdanın huzurunda kendini minareye karşı otururken buldu, O’nunla yan yana. İki çift kelam etmeyi bile dünyanın en büyük mutluluğu sayarken, dört duvarın arasında koca bir ömrü tüketti sevdayla… Ve uğruna ağıtlar yakılan sevda, kapanan kapının ardında uykuya daldı…
“Yalnızlıktan korkarım” dedi, yalnız bırakmadı. Ateşin ortasında kaldığında ilk o yalnız bıraktı. Allak bullak oldu yine. Bu yazının öznesi de nesnesi de darmadağın, boşuna arama sesini. Sabah ezanı okunurken getirdi elli beş kişiyi gözünün önüne. “Bir daha” dedi, “hiçbiri bir araya gelemeyecek!“
Öylesine bir yazı işte. Öznesi olmayan, nesnesi yer almayan, yüreği hüzne boğan onca şeyin gizli saklı feryadı her biri. Kurtlar sürüyle dolaşıyor fakat herkes kendi denizinde boğuluyor. Ve Mevlana Celaleddin-i Rumi, bak ne diyor:
Ey dil ile söylenen söz
Ben ne vakit senden kurtulacağım da
Marifet güneşinin nuru ile gerçek Padişah’ı bulacağım,
Dilden de, kıt’adan da, şiirimden de bıktım artık.