Site icon e-vren günlüğü

Danimarka Yargısının ‘Irkçılık’la Sınavı: Hikmet Şahbaz Davası

ali rıza şahbaz

Danimarka basınının ırkçı söylemlerle yerden yere vurduğu, mahkemenin verdiği haksız ceza karşısında kamuoyunun sessiz kaldığı yarı Türkiyeli yarı Danimarkalı yüzlerce gençten sadece biri Hikmet. “Yarı Türkiyeli yarı Danimarkalı” diyorum çünkü “Ben Karslıyım ve Kürdüm” diyen babası Ali Rıza Şahbaz, oğlu Hikmet’in Danimarka’da doğduğunun ve ana dilinin Danca olduğunun altını çiziyor; “Tükçeyi bile yarım yamalak konuşuyor” diyor. Hikmet, kendisini aslen nereli hissediyor bilmiyorum ama baba Ali Rıza, doğma büyüme Danimarkalı da olsa anası babası Türkiye’den olan tüm yabancıların Danimarkalılar tarafından ‘kara kafalılar’ olarak adlandırıldığını dile getiriyor. Öyle ki toplumda hızla yayılan ırkçılık henüz 16 yaşındayken cinayetle sonuçlanan bir kavganın ortasında kalan Hikmet’e de acımasız yüzünü mahkeme salonunda gösteriyor.

O güne kadar işlemeyen yeni yasa, Danimarka vatandaşı olmasına rağmen ‘kara kafalılar’dan biri olduğundan dolayı ilk kez Hikmet için devreye sokulacak ve Danimarka hukuk tarihinde ilk defa 18 yaşından küçük bir çocuğa 8 yıldan fazla hapis cezası verilecektir. Doğup büyüdüğü ve ana dilini konuştuğu toprakların adaleti (!), Hikmet’e suçsuzluğu güvenlik kameralarının görüntüleriyle sabit olduğu halde 12 yıl cezaevi mahkumiyetini layık görecektir.

Rahatsızlandığı annesini ziyaret etmek için Türkiye’ye gelen ve ‘Fato Anası’nı kara toprağa veren Ali Rıza Şahbaz’ın İstanbul’da olduğunu öğrendiğimde kendisiyle iletişime geçerek oğlu Hikmet’in Danimarka’daki davasıyla ilgili görüşmek istediğimi belirttim.

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Araştırma Görevlisi Ömer ve Marmara Hukuk Fakültesi öğrencisi Hilal’in de bana eşlik ettiği Sirkeci’deki buluşmada Ali Rıza Bey’in İsveç’ten gelen kızı ve damadı da bulunuyordu. 1 saati aşkın süren görüşmemizde bütün sorularımızı yanıtlayan Ali Rıza Bey’in hayat hikayesi her biri ayrı bir yazı konusu olacak detaylarla doluydu.

1980’li yıllarda cezaevlerinde işkenceye maruz kaldığını ve Danimarka’da o işkencelerin izlerini silmek için hâlâ tedavi gördüğünü anlatan Ali Rıza Bey, Türkiye’yi çok sevdiğinin, özlediğinin ve 20 yıldan fazla süredir ayrı olduğu ana vatanının yine de en çok rahat ettiği ülke olduğunun altını çizdi.

Hapishaneden çıktıktan sonra oğlu Hikmet’le ilgili hayallerini sorduğumda ‘Ben Ateistim’ dedi; ‘ama…’ diye de ekledi: “Ben İslam kültürüyle büyüdüm. İsterim ki çocuklarım da İslam kültürüyle büyüsün. Benim çocuklarım inanır ve hiçbir zaman çocuklarıma aksini empoze etmedim. Çünkü çocuklarım İslam kültürüyle büyümese bana yabancı olur. Ben öyle büyüdüm. El öpmeyi bilirim, bayramlaşmayı bilirim; cenazede nasıl davranılacağını bilirim. Çünkü ben İslam kültürüyle büyüdüm; buna yabancı değilim ki. Çocuklarım da öyle olmazsa onlar bana yabancı olur. Bu doğal bir şey.”

Ali Rıza Bey ateist olduğunu söyleyince 17 günlük açlık grevini bir kilisenin önünde gerçekleştirdiğine dikkat çekiyorum; kilisenin kendisine yardımcı olduğuna, tuvalet ve banyoyu kullanmasına izin verdiğine dair basında çıkan haberleri hatırlatıyorum. O da başta öyle olduğunu ama sonrasında söz konusu desteğin gizli bir el tarafından azaltıldığı yönündeki şüphelerini dile getiriyor:

“İlk etapta çok iyiydi. Papazın kendisi 75 derece papaz olan birisi; yüksek bir otoritesi olan birisi. Adam çok ilgilendi, bizi dinledi, davamıza da inandı. Sonra sessizleşti zamanla. Yukarıdan bir baskı geldi. Kötü bir şey yapmadı ama daha birçok şeyler yapılacakken yapmadı. Ben suçlamıyorum; herhalde ‘Davayla ilgilenme sen bu işle” diye bir baskı geldi gibime geliyor.”

Çocuklarının inançlarına hiçbir zaman müdahale etmediğini, zaten onların da inançlı birer müslüman olduğunu vurguluyor Ali Rıza Bey; ‘Kürdüm’ derken de hemen karşısında oturan kızının ‘ben Türk’üm, kendimi öyle kabul ediyorum’ sözlerini saygıyla dinliyor. Babası Kürt, annesi Türk ama kendisi çocukluğundan beri İsveç’te yaşayan, orada okuyup öğretmen olan Ali Rıza Bey’in kızı, bambaşka bir hikayenin kapılarını aralıyor.

Türk basınında geniş yer tutan ancak Danimarka basının yok saydığı Hikmet Şahbaz davasında mahkemenin ‘ırkçı bir karara imza attığı’ iddiası baba Ali Rıza ile bizi İstanbul’da buluşturan en önemli detaydı. Yüksek mahkemenin kararı ne yönde olur bilinmez ancak ilahi adalet dışında yer yüzünün hiçbir noktasında tarafsız ve adil bir yargının var olmadığına, var olmayacağına olan inancım artarak devam edecek.

Yazının bundan sonraki kısmında Ali Rıza Şahbaz’la gerçekleştirdiğim ve 13 Mayıs 2015 tarihinde Türkiye Hukuk’ta yayımlanan söyleşiyi paylaşıyorum:

Yargı Irkçı Olabilir mi: Hikmet Şahbaz Davası

Danimarka’nın başkenti Kopenhag yakınlarındaki Hoje Taastrup tren istasyonunda 19 yaşındaki Ricko Traeholt’un bir Türk genci tarafından öldürülmesiyle alevlenen yabancı düşmanlığı bugün artarak devam ederken Danimarka mahkemesinin söz konusu cinayet davasıyla ilgili verdiği karar da hâlâ tartışılıyor. Danimarka şehir mahkemesinin cinayeti organize etmekle suçlanan iki Türk gence verdiği 10 ve 14 yıl hapis cezaları Ağız Ceza Mahkemesi tarafından da onaylanınca “mahkemenin ırkçı bir karara imza attığı” sesleri yükselmeye başladı. Gözler Yüksek Mahkeme’ye çevrilmişken baba Ali Rıza Şahbaz, İstanbul’da Türkiye Hukuk’a davayla ilgili değerlendirmelerde bulundu.

Cinayetin işlendiği yıl 16 yaşında olan ve olay yerinde çıkan kavgaya karışan Hikmet Şahbaz’ın babası Ali Rıza Şahbaz, başlattığı süresiz açlık greviyle sesini Türkiye’de duyurmayı başardı ancak Danimarka basını Şahbaz’ın eylemini görmezden gelmeyi tercih etti. Şahbaz, mahkemenin oğlu Hikmet’le ilgili kararını kesinleştirmesiyle Kraliyet Sarayı yakınındaki kilisede 17 gün devam ettirdiği açlık grevini sona erdirdi.

Türkiye ziyareti sırasında kendisine ulaştığımız Şahbaz’la İstanbul’da bir görüşme gerçekleştirdik ve Türk basınında daha önceden yer alan söz konusu davayla ilgili son gelişmeleri kendisinden dinledik. Demokrasi ve adaletiyle övünen Avrupa’nın hukukunda ‘ırkçılık’ ne kadar yer alıyor; bunun cevaplarını aradık.

Olayı kısaca özetleyebilir misiniz?

Arkadaşları oğlum Hikmet’i doğum günü partisine davet ediyorlar ama o “Eve gideceğim, beni istasyona bırakın” diyor. Oğlum istasyona girdiğinde hepsi 16 yaşında olan (ölen genç 19 yaşında) oğlumun yanına geliyorlar ve “Sen buraya gelmeye korkmuyor musun?” diyorlar. Tam karşı karşıya geldikleri an oğlum Danimarkalı olana bir yumruk atıyor, çocuk yere düşüyor, Pakistanlı çocuk kaçıyor. Husumetli olduğu kişi Pakistanlı çocuk olduğu için oğlum onu kovalıyor. Başka çocuk oğluma çelme takıyor oğlum düşüyor. Hikmet ayağa kalkıyor; bunların üçü birden Hikmet’i iteklemeye başlıyorlar. O sırada Hikmet’in elinde çekiç var; ifadesinde düştüğü zaman çekici yerde bulduğunu söylüyor. Hikmet, daha önceden öldürmeyi planlamış olsaydı kameraların olduğu bir yere gitmezdi zaten ama mahkeme böyle bakıyor. Turgay (Ricko’yu öldürmekle suçlanan 20 yaşındaki Türk genci) bu sırada kavgayı görerek panik halinde elinde bıçakla olay yerine geliyor; Ricko’ya iki bıçak darbesiyle vuruyor; Hikmet’in arkası dönük olduğu için Turgay’ın geldiğini görmüyor. Sonrasında Hikmet “Ben yumruk vurduğunu zannettim, elinde bıçak olduğunu görmedim.” diyor. Hikmet yere düşen çocuğun kaba etlerine çekiçle vuruyor. Giderlerken laf atıyorlar ve Hikmet bunları kovalamaya başlayınca altısı da kaçıyor. Bıçaklanan çocuk da kaçıyor, hâlâ ayakta. Ricko (ölen çocuk) sol tarafa kaçıyor ama Hikmet o tarafa gitmiyor, Navin’in peşinden gidiyor. Sonra yaralı olduğunu görünce çocuğu bırakıyor, istasyondan çıkıyor, çekici ceketinin içine koyuyor. Hikmet, Turgay’la arabaya bindiğinde bıçağı gördüğünü söylüyor.

“Hikmet’i polise kendim teslim ettim”

Hikmet eve geliyor, sonra ben eve geliyorum “Oğlum bak böyle bir olay olmuş” diyorum o da “Olayda ben de vardım baba” diyor. Olayın nasıl olduğunu bana anlattı. Ben de “Hadi gidelim polise teslim ol” dedim ve polise gittik, çocuğu teslim ettik; “Seni cinayetten tutukluyoruz” diyerek Hikmet’i tutukladılar.

“Danimarka basını olayı çarpıttı”

Aile avukatımız davaya baktı ve Hikmet’in en fazla bir iki ay ceza alıp çıkabileceğini söyledi. Biz de öyle bekliyoruz ama o arada basın Hikmet için sürekli “16 yaşındaki çocuk sınıf arkadaşını 800 kron için bıçaklayıp öldürdü” diye abartılı haberler yaptı. Hikmet’e 10 yıl ceza verilince biz şok olduk. Temyiz mahkemesine gittik; temyiz mahkemesinde de aynı şoku yaşadık. Biz o zaman anladık ki bu devletin politikası böyle: Gençleri suça itiyorlar. Eskiden böyle değildi ama son nesile geldiğimizde bakıyoruz Danimarkalılar (yabancıları) dışlıyor.

“Mahkeme, delillere itibar etmedi; daha çok söylentilere veya kendi düşüncelerine itibar etti; kendi kafalarından biçtikleri bir cezayı verdiler. İlk zamanlar öyle değildi, son mütalaada verdikleri kararla bende bu yargı oluştu.” şeklinde bir beyanınıza var. Ne oldu da mahkeme sonradan bu yargıya varmış olabilir?

Mahkemeye ne olduğunu anlamıyoruz. Biz dinliyoruz; jüri var; avukat anlatıyor; şahitler geliyor falan ve bakıyorsunuz şöyle, 16 yaşındaki çocukların kavgası söz konusu. Tamam Hikmet ilk yumruğu atıyor belki ama bir saldırı var öncesi var ve olaya bakıldığında herkes Hikmet’in suçsuz olduğuna inanır. Avukat Erbil’e (Kaya) sordum; “Hukukçu olarak değerlendir, duygusal bakma” dedim. “Şu delillere göre Hikmet suçsuz gözüküyor; bana göre en fazla iki ay ceza alır ama görünen o ki çok ceza verecekler” dedi. Olay en son mütalaaya geliyor; hissettim, hakim diğer çocuklara dikkat ediyor, onları koruyor ama Hikmet de 16 yaşında, ona aynı şekilde dikkat etmiyor. Çoğu serseri tipte çocuklar olmasına ve Hikmet aklı başında, kendisini ifade edebilen bir çocuk olmasına rağmen bu şekilde muamele yapılıyor.

“Danimarka’da ırkçılık devlet destekli”

Siz Danimarka’da ırkçılığın devlet destekli olduğunu mu düşünüyorsunuz?

Tabiki devlet destekli. Danimarka’da ikinci parti durumunda şu anda bunlar ve Hitlerin Nazilerle beslendiği gibi bunlar da yabancı düşmanlığı ile besleniyor. “Bizim işimizi aldınız” diyorlardı; sonra durumun öyle olmadığını da gördüler. Ellerinde geriye islamofobi oluşturma, ırkçılık oluşturma kaldı.

“Hikmet’e iyi hal bile uygulanmadı”

Sürece dönersek şehir mahkemesi bir ceza veriyor ve siz itiraz ediyorsunuz, yüksek mahkeme de cezayı onaylıyor peki bundan sonraki süreç ne?

18 yaşından küçük çocuklar için 8 yıldan fazla ceza verme 2010 yılında mecliste yasalaşmış ama yasa, anayasa mahkemesi dengi mahkemede henüz onaylanmamış. Onaylanmayınca yasa yürürlüğe girmiyor ama mahkemeler cezaları uygulamaya başlıyorlar. Daha önce bir mahkemede uygulayacaklarmış ancak onlar beraat etti ondan sonra da Hikmet’e 10 yıl verdiler. Biz yüksek mahkemeye gittiğimiz zaman ceza onaylanırsa yasa kabul edilmiş olacak, onaylanmazsa yasa meclise geri gidiyor. Emsal bir karar olmuş oluyor bizim dava. Mahkeme ceza verirken diğer çocuğa iyi hal uyguladılar fakat Hikmet’e uygulamadılar. Eğer Hikmet’in cezası iki yıl indirilseydi sekize inecekti ve o zaman yüksek mahkemeye gitme yolu kapanıyordu. Ben öyle yorumluyorum ki illa ısrar ettiler ‘biz yüksek mahkemeye götürelim yüksek mahkemenin tavrı ortaya çıksın’ diye.

“Yabancı düşmanlığını artırmaya çalışıyorlar”

Söz konusu yasa ilk kez Hikmet için uygulandıysa eğer sonrasında başka davalarda da benzer kararlar uygulandı mı?

Bildiğim kadarıyla uygulanan bir dava yok. Buradan yabancı düşmanlığını tırmandırmak istiyorlar. Suçu oluşturan sebepleri ortadan kaldırmadığın sürece cezanın artması bu durumu uzun vadede etkilemez.

Danimarka’daki infaz kanununa göre 10 yıl ceza alırsa kaç yıl hapiste kalması gerekiyor?

Üçte ikisini yatıyor yani 7 yıl içeride kalması gerekiyor. Yalnız belediyeler 23 yaşına kadar çocuklarımıza sahip çıkıyor; ‘Okulundan biz sorumluyuz’ diyor. Buradaki karşılığıyla adalet bakanlığı ceza kurulu gibi bir kurum var, oraya müracaat yapılıyor ve çocuk okumak istiyorsa cezayı yarı yarıya indiriyorlar; bu süreçte de çocuk ev hapsinde oluyor. Öyle bir durum olursa Hikmet 6 ay boyacılık kursuna gidecek, iki yıl da lise okuyup lise mezunu olacak. Böyle bir sürece başladı.

“Oğlumu bir yetişkinmiş gibi yargıladılar”

“Yüksek mahkemeden de istediğimizi alamazsak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gideceğiz” diyordunuz?

Tabi, iç hukuktaki süreci bitirdikten sonra Avrupa İnsan Hakları mahkemesine müracaat edeceğiz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde olayın içeriğine değil de ortada bir hak ihlali var mı diye bakılacak. O konuya da baktım; Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde “Çocuk suçlu yoktur, suça itilen çocuk vardır. Orada da çocuk mağdurdur, yaptırım uygularken bu göz önüne alınır” diyor. Mahkemede ben hiç böyle bir tutum göremedim. Hikmet, psikolojik yardım da almadı, aynen büyük biri gibi bir süreçten geçti.

Avukatınız Erbil Kaya, geçmiş yıllarda “Karara, ayrımcı bir karar olarak bakmamak gerekir. Bazen göçmen gençler beraat ettiriliyor. Hakimler eğitimli kişiler ama onlar da hata yapabilirler” şeklinde bir açıklamada bulunmuş. O konuda ne düşünüyorsunuz?

O daha önceki bir açıklaması çünkü süreci bilmiyordu. Davayı daha sonra aldı, şu an o şekilde düşündüğünü zannetmiyorum. Bize söylediği kadarıyla o şekilde.

Danimarkalı hukukçularla hiç konuşma şansınız oldu mu; onlar ne şekilde düşünüyor?

Danimarka insanı net konuşmaz, yuvarlak konuşurlar ama zaten Avukat Erbil’in çalıştığı yer Danimarkalılar’ın çalıştığı büyük bir hukuk bürosu. Erbil onların görüşlerini alıyor ve aynı bu çerçevede düşünüyorlar ama davayı bilmeyen hukukçulara da soramayız çünkü medyada çarpıtma haberlerle çok yanlış bir kamuoyu yaratıyorlar.

Açlık grevi yaparken öldürülen çocuğun ailesi ve yakınları tarafından size karşı bir saldırı veya taciz durumları oldu mu?

Hayır olmadı. İlk grevi olayın olduğu yerde yaptım; soran olursa olayı anlatması daha rahat olur diye düşündüm. Bir karşı eylem yapıldı ama sönük geçen bir eylemdi, bir sorun olmadı.

“Danimarka’daki hukuksuzluk 12 Eylül’de Türkiye’de bile yoktu”

Danimarka adaletine güvenmediğinizi her fırsatta dile getiriyorsunuz; bu güvensizliğiniz Yüksek Mahkeme öncesi hâlâ devam ediyor mu?

Kat kat fazlalaşarak devam ediyor.12 Eylül döneminde Türkiye’de sıkı yönetim mahkemelerinde yargılandım, ona rağmen böyle bir hukuksuzluk görmedim ben.

Danimarka’daki Türk konsolosluğunun yanınızda yer almadığından şikayetçiydiniz. Hâlâ gelen olmadı mı?

Söylememize rağmen gelmediler. Konsolosluk olarak hukukçu biz gözlemci bulundurup mahkemede adaletsizlik olup olmadığını söyleyebilmeleri gerekiyordu. Konsolosluk sahip çıkmadı ama Türk basını çok destek verdi, ilgi gösterdi. Mesela grev yaptığım yere gelebilirlerdi ve belki Danimarka basını da bu şekilde ilgi gösterirdi.

Hikmet, Danimarka vatandaşı olduğu için mahkeme olaya ırkçı bakmayarak sadece yasaya uygun ceza vermiş olamaz mı?

Ben Türk vatandaşıyım, Hikmet Türk vatandaşı değil ama Danimarka’da bu durum fark etmiyor. Hikmet doğru düzgün Türkçe bile bilmiyor, ana dili Danca ama Danimarka yabancı gözüyle bakıyor.

Hikmet’in Danimarka vatandaşı olsa bile Türk olduğu için bu kadar ceza aldığı konusunda ısrarcısınız değil mi?

Evet çok örnek var eski olaylarda. Irkçı bir saldırıyla öldürülen bir çocuk için 2.5 yıl ceza verildi mesela.

Irkçı saldırıda ölen 16 yaşındaki Deniz Özgür Uzun olayı

Ali Rıza Şahbaz, konuşmasının bu kısmında 2008 yılında Danimarka’nın başkenti Kopenhag’da gazete dağıtırken yemek paydosu verdiği sırada 3 ırkçı gencin beyzbol sopalarıyla başına aldığı darbeler sonucu ağır yaralanan ve kaldırıldığı hastanede hayatını kaybeden 16 yaşındaki Deniz Özgür Uzun olayını hatırlatıyor.

Uzun’u öldüren 15 ve 17 yaşındaki iki Danimarkalı genç, suçlarını itiraf etmelerine ve cezaevinden çıktıklarında tekrar yabancı öldüreceklerini basına açıkça söylemelerine rağmen sadece 3,5 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Bu yargılama süreci tamamlandıktan ve cezası bittikten sonra oğlunuzla ilgili planlarınız, hayalleriniz nelerdir?

Yatacağı üzerine düşünürsek belediyenin bahsettiğim durumuyla iki yıl okursa liseyi bitirmiş olacak. Üniversite okusun istiyorum. Ondan sonraki kendisinin karar vereceği durum.

Ricko Traeholt Cinayeti ve Hikmet Şahbaz Davası Hakkında Bilinmesi Gerekenler

 Evren’i Sosyal Ağlarda Takip E+

Exit mobile version